Seninle arama, susuzluktan kavrulacağım sıcak günler, hiçbir şey yemeden pas geçeceğim öğünler girecek. Bir çay bahçesinde seninle çay, bir kafeteryada neskafe içemeyeceğim artık. Seninle gittiğimiz pastaneleri iftardan sonra dolaşıp seninle oturduğumuz masalarda seninle geçirdiğim o güzel günler için yaşlı gözlerle tevbe edeceğim.

Sana bunu nasıl söyleyebileceğimi düşündüm uzun uzun. Küçük bir cümlecikle ifade ediliverecek ayrılığın tasavvuru bile zihnimi perişan etti. Can çekişen bir hastanın veremediği son nefesi gibi hapsoldu içime bir cümlecik. Dudaklarımda bir titreyiş, gözlerimden bir damla yaş olup süzülmedi bir türlü. En sonunda iki saattir tekrar tekrar dinlediğim şu şarkının güftesi dökülüverdi dilimden:

Ayrılık yaman kelime,
Benzetmek azdır ölüme,
Kim uğrarsa bu zulüme,
Gündüzü olurmuş gece.
Bilmem ki nasıl anlatsam sana ayrılmamız gerektiğini.

Halbuki bu yaz için ne güzel planlarımız vardı. İkimiz de Temmuz`un o güzel günlerini yaz okulu ve bütünlemelerle heba edince, unutulmaz bir yaz aşkı yaşama hayalimizi Ağustos’ta gerçekleştirecektik. Ama binlerce kere yazıklar olsun ki, bütün hayallerimiz yaz yağmurlarının seline kapılıp gitti. Planlarımızı miladi takvime göre yaparken bir gerçeği göz ardı ettik bir tanem. Gözü yaşlı, boynu bükük yetimleri olarak kalakaldık can veren hayallerimizin ardında.

Bu yıl Ramazan Ağustos’a denk geldi minik kuşum.

Seninle arama susuzluktan kavrulacağım sıcak günler, hiçbir şey yemeden pas geçeceğim öğünler girecek. Bir çay bahçesinde seninle çay, bir kafeteryada neskafe içemeyeceğim artık. Seninle gittiğimiz pastaneleri iftardan sonra dolaşıp seninle oturduğumuz masalarda seninle geçirdiğim o güzel günler için yaşlı gözlerle tevbe edeceğim.

Yatsı namazı saati de gelip gecenin on birine dayanınca… İmamın en hızlısının ardına dursam bile, senin için tek yapabileceğim şey teravihten sonra sana bol bol dua etmek olacak…

Sen iman fukarası zengin bir fabrikatörün, üç yabancı dili sular seller gibi bilen, bülbüller misali şakıyan; ama elifi görse mertek sanıp ilm-i hâlden anlamaz, fiziği mükemmel lâkin kimyası berbat kızı… Bense gönlü kasasından daha dolu yeşil sermaye patronlarından birinin, okuma yazma öğrenmeden önce camide Kur`ân okumayı öğrenmiş abdestli namazlı biricik oğluyum.

Şimdi sen, yine her zamanki gibi o ârsız, kirsiz, tertemiz kalbinle itiraza başlayacak ve diyeceksin ki bana:

“Tutmayıver aşkım! Nasıl olsa yolculuğa çıkmış olacağız! Bu kadar da korkma bir tanem! Hadi gel biz yine tatilimizi yapalım. Biz her Ramazan uygularız bu taktiği…”

“Bak bana bir şey oluyor mu?” deyip güleceksin…

İlk başta Havva Anamız bozmuş ya zaten yasak meyve orucunu. Zaten ilk başta siz ve sizin gibiler yerken bir şey olmuyor gibi oluyor; ama ondan sonra hep kabak sizin ardınızdan gelen Âdemoğulcuklarının başına patlıyor… Ayvayı yiyip Cennet`ten olmak var işin içinde.

Hem sana daha ne olmak ihtimali kalmış ki canımın içi!

Şaban ayının sonunda eğip başını önüne, kafasını yerden kaldırmadan dolaşıp “Ben Ramazan hilâlini görmedim ki oruç tutayım!” diyen Bektaşi misali cilveli sevgilim! Oruç tutmamak için hilâli görmezden gelmekle, bir yolcu olduğun şu dünyada seferden sefere yuvarlanmak arasında ne fark var ki sefer tasım?

Üç öğünlük zevkin uğruna orucu görmezden gelerek sonsuz bir ufku ve “yıldızlı semâlardaki haşmet”i kaybettikten sonra, oldu olacak, bari güneşlendiğin kumsallarda kafanı da kumlara gömüver minik devekuşum.
Bana kızıp da hemen feveran etme çağlayanım n`olur!

Biliyorum bendeki bu ani değişikliğe bir mânâ veremiyorsun. Şaban ayının son Akşam`ı üzerine bir Ramazan sabah`ı doğuverince ben, Hürriyet,  Milliyet gazeteleri gibi nasıl da değişiverdim böyle birden bire değil mi? Ama emin ol gönlümde uyanan hisler, bu otuz günlük Takviminin yaprakları birer birer tükenince öyle bir Postada silinip gitmeyecek. Otuz günlük sahur, iftar saati programlarından sonra dansözlü bayram eğlenceleri yapan kanallar gibi hemen ayarımı bozmayacağım.

Darılma, gücenme, kızma n`olur! “Git kendine türbanlı bir sevgili bul!” deme sakın… Bindiğin arabanın üstü açık spor araba yahut makam arabası mı olduğuna bakmıyorlar ki son modelim! Çalıntı arabayla hız limitini aşsan n`olur, kırmızıda geçsen n`olur? Ehliyet ruhsat soruyorlar mühür gözlüm!

Şimdiye kadar aklım nerede miydi?

Senin hilal gibi kaşlarınla kararan hayal ufkum, Ramazan`ı müjdeleyen hilâl ile aydınlanınca, yeni yeni fark etmeye başladım bazı şeyleri. Ben aklım fikrim sende zannederken, meğer ne sende akıl ne ben de fikir varmış. Senin his ve düşüncelerinin ömrü kuaförde renkten renge, şekilden şekile giren saçların kadarmış.

Tuttuğum oruç beni bir içim sudan mahrum edince anladım, mavi lens taktığın “gözlerin bir içim su” değilmiş.

Gül fidanından ince belli biricik sevdiceğim! Senden ayrı kalmak en büyük azaptı benim için. Lakin ince belli bir bardaktan yudumladığım demli bir çayın hasreti damarlarımda kaynamaya başlayınca, hayatta daha birçok büyük mahrumiyetler olduğunu hatırlattı bana.

Seninle buluşma ânını beklerken o incecik parmakların süslerdi hayallerimi. Artık ikindiden sonraları iftara saatler kala, ben yerimde duramaz oluyorum nâzlı çiçeğim. Anneciğimin elceğiziyle hazırladığı, senin o ince uzun, nârin parmakların misali zeytinyağlı sarmalar gelince aklıma ne sabrım kalıyor ne kararım.

Sen randevularımıza geciktiğinde beklemeye tahammül edemezken ben, iftara dakikalar kala fırında pide sırasında çektiğim tarifsiz ıstıraplarla, şimdiye kadar hep göz ardı ettiğim gerçekleri yeni yeni fark ediyorum bir tanem, yumurtalı pidem. “Avuçlarımda hâlâ sıcaklığın var”dı belki ama, Ramazan pidesinin sıcaklığı yakınca bomboş kalan ellerimi, işte o an hatırladım cehennemi “hep alev alev yanan”.

“Kör olası fırıncılar pidemi yakmışlar…”

Ben bu kadar temiz ve helalinden kazanılmış birbirinden lezzetli nice rızıkları terk edip açlıktan midem guruldarken, hırıldayan nefsimi senin haram sevginle artık nasıl doyurabilirim ki nefîsem!

Geçen arkadaşlarla iftara bir yere davet edilmiştik. İftarın ardından oturup uzun uzun hasbihal ettikten sonra bir hesap yaptık. Beş arkadaşımın, şimdiye kadar hayatlarına giren kızlara yaptığı masrafla, Afrikada iki tane su kuyusu açtırılıyormuş biliyor musun?

Dedim ki kendi kendime:

“Onun aşkının dipsiz kuyusuna ipsiz inip “kör kuyularda merdivensiz” kalacağıma, babamın hayrına bir su kuyusu açtırayım da, sıratta beni “yelkensiz” bırakmayacak gerçek sevgililer bulayım bari.”

Bu söylediklerimin Kayserili olmamla bir alakası yok Gesi Bağım…

Sana yaptığım masrafların hesabında değilim vallahi. Attığım mesajlar zaten GSM şirketinin ücretsiz tarifesindendi. Ama ben bu ay sana bedavadan atılacak yüzlerce mesaj yazmak yerine, mukabeleden mukabeleye koşup beni sonsuz bir saadete davet eden ilâhî mesajları okuyacağım artık…

Seninle sinema sinema dolaşmayacağım artık.

Uyduruk senaryolar için lüzumsuz hüzünlere, yersiz heyecanlara kapılıp çakma korkularla titremeyeceğim. Biraz da kendi hayat senaryomun derdine tasasına düşeceğim. Hayat filmimin ikinci bölümü sonsuz bir trajediye dönüşmesin diye.

Artık sabahlara kadar seni düşündüğüm gecelerde, acaba bu gecenin ardından bir kere daha sabaha çıkabilecek miyim diye düşüneceğim yıldız gözlüm. Belki sen bu satırları okuduktan sonra, birkaç damla yaş süzülen gözlerin başka semalara kayacak. Lakin ben bunu düşünecek hâlde değilim. Zira bana kayan kaymış zaten aşkım…

Mektubuma son verirken sevgilim, sana son bir sözüm var.

Final imtihanlarımızın yapıldığı ay nasıl heyecan ve korkuyla dolardı minik yüreğin. “Çılgın yaz akşamlarında imtihanlara çalışmak hiç çekilmiyor vallahi!” der, ya bütünlemeye kalırsam diye “bir kızıl goncaya benzer” dudakların uçuklar, kurtlu kirazlara dönerdi elma yanaklım. Alttan dersim kalacak diye imtihan akşamları ders kitaplarının başında sabahlara kadar ne taklalar atardın ya taklacı güvercinim.

Ramazandan da çakarsan, bütünlemesi inan ki daha feci olacak.


Harun Kırkıl'ın Yazısı.