Yunus Emre Tozal

derinleşmeniz gerekiyor yusuf’la karşılaştıysanız

bitişmeniz isteniyor hakkı verilmiş bir anlamla / İsmet Özel

Zil çaldı. Öğrenciler birazdan yemekhaneye çıkacak. Akşam yemeklerinin ardından günün son etüdüne girecekler. Yarına ezber verilecek sayfalar son bir kontrolden geçecek. Herkes Kur’an ödevini birbirine dinletecek, yanlış ezberlenen kelimeler düzeltilecek. Bu yüzden öğrenciler biraz da telaşlılar, hafızlar ise daha rahatlar; zaten daha önce ezberlediği sayfaları okuyacaklar. Hafızların gün boyunca tek yaptıkları, ezberlediği sayfaları pekiştirmek; ertesi gün okuyacakları cüzleri planlamak. Hocamız, hafızlara bazen cüzün son sayfasından başlatır okutmaya, o yüzden okuyacakları cüzlerin her yerini çok iyi bilmek zorundalar, biz daha rahatız bu konuda, takıldığımız yerde hocamız hemen destek verir, hafızların takılma gibi bir lüksleri yok, takılmadan okumaları gerekiyor. Bu yüzden okurken zorlanacakları en küçük bir ayrıntıyı dahi ders vermeden önce fark etmeleri ve ezberlerini kuvvetlendirmeleri gerekiyor.

Yemeğin ardından derse geçtik. Günün en zevkli, aynı zamanda bitmemesini istediğimiz etüd saati başlıyor. Sınıfların kapısı açık, dolaşmak serbest, dersini istediğin sınıfta yapabilir, istediğin hafıza dinletebilirsin. Ama sohbet etmek muhabbet etmek yok, çok fazla sınıf değiştirmek de yok. Nöbetçi hoca koridorda fazla gezenlere daha çok etüd yaptırıyor, yetmiyor kendi okuduğu hatimden birkaç cüz dinletebiliyor. Gezmenin ve muhabbete dalmanın cezası Kur’an’la daha haşır neşir olmak! Böyle ceza mı olurmuş, Çubuk Kur’an Kursu’nda oluyor. Her ceza, Kur’an’la olan ilişkini iyileştiriyor sanki, cezaya düşmek demek daha fazla okumak, daha fazla ezberlemek, daha fazla Kur’an dinlemek demek.

Derslerimizi verirken dışardan biri bizi dinlese, hafız olup olmadığımızı kolayca anlayabilirdi. Bizler; yani Kur’an’ı daha yeni ezberlemeye başlamış öğrenciler her ne kadar hafızlar gibi ezberden ders veriyor olsak da, ezberden okurken onlar gibi kendinden emin olamazdık. Hafızlar ders verirken hem kendinden emin olurlar, hem de her birinin kendine özgü makamıyla bizleri adeta hafız olmaya özendirirlerdi. Hafız olmak, aynı zamanda “olmak” demek. Kur’an kursunda geçirdiğin her vaktinin öğrenciler tarafından takip edilmesi demek... Bu durum tabii biz ezbere devam edenler için büyük bir fırsat. Hafızlardan ezberleme tekniklerinden tutun da surelerle olan ilişkimize kadar Kur’an’la ilgili her türlü sorularımızın cevaplarını alabiliyorduk. Onların sureler hakkındaki yorumları bizleri etkiliyordu.

Hepimizin kahraman hafızları olurdu kursta; sürekli değişirdi bu kahramanlar... Ders verirken dinleyip de feyiz aldığımız, O’nun gibi okumaya çabaladığımız, Kur’an’la olan ilişkisine özenerek kendi yolumuzda hikmetler aradığımız kahramanlar... Kur’an, okudukça ve kendisiyle haşır neşir oldukça size açılıyor, her bir sure sizin için çeşitli hikmetler barındırıyor. Elbette bulmak; daha doğrusu fark etmek Kur’an’la olan ilişkinize bağlı. Hafızlar, bu açıdan birer kahramandılar gözümüzde... Hafızlık süreci boyunca dört gözle kendilerini takip ettiğimiz; sesiyle, yürüyüşüyle, top oynamasıyla, yemek yemesiyle, kısacası tüm hayatıyla izlediğimiz ve kendi yolumuza ışık tuttuğumuz kahramanlardı. Onların yaşayışlarını adeta bir merceğe alıp kendi yolumuzu aydınlatmaya çalışırdık. Maksat yolda olmaktır derler, bizler yoldaydık, çok başlardaydık. Kahraman hafızlar ise çok ilerdeydi ama bizle beraber yürürlerdi.

Benim kahramanım Ahmet’ti. Sesine adeta hayrandım. Yavaş yavaş tane tane okur, Kabe imamlarından Saud Al-Shuraim (Şureym) gibi belirli bir tonda ve makamda ilerlerdi. Sesi bazen coşar, bazen hüzünlenir, bazen dağları aşıyormuşçasına hareketlenirdi. Ders vermeye giderken sanki dünyanın en mühim işini yapacakmış gibi bir edası olurdu, o an önümüzde Kur’an, dilimizde ezberlerimizle gözucuyla Ahmet ağabeyin ödev vermeye gidişi, sandalyeye oturuşu, o engin besmeleyi çekişiyle büyülenirdim. Sure başlarında surenin ismini okumayı ondan öğrendim. Sure bittiğinde normalde sure ismini söylemezdik, besmele çekip devam ederdik okumaya. Ahmet ise sure bittiğinde derin bir nefes alır, örneğin Necm Suresi’ni okumaya başlayacaksa “Suretin Necm” deyip besmele çeker ve devam ederdi. Özelde Rahman Suresi ama genel olarak 27. cüzün tamamı, Ahmet’in en güzel okuduğu bölümlerdi. Tur Suresi’nden bir başlar, Necm, Kamer, Rahman, Vakıa Sureleriyle devam ederdi tilaveti. Müzemmil suresinde geçen “Ve Kur’an’ı belli bir düzen içinde (tertil üzere) oku” ayeti, Ahmet’te sadrolmuştu benim için.

Kahramanlar sadece kurtarıcı değildir, bir şeyi kurtarmaktan ziyade, tüm zor şartlara rağmen başarıya odaklanarak süreci en güzel şekilde yönetenlerdir. 

12. cüzdeydim. Hafızlığa 10 sayfayla devam ederken 12. cüze kadar pek zorlanmasam da 12. cüzde nedense çok zorlandım. Hud Suresi ve ardından gelen Yusuf Suresi, o kadar çalışıp çabalamama rağmen istediğim kıvama gelmiyor, ezberlediğim bölümleri de takıla takıla ancak okuyabiliyordum. O akşam Ahmet ağabeyi gözüm aradı ama bulamadım. Ondan özellikle Yusuf Suresi hakkında neler düşündüğünü, nasıl ezberlediğini dinlemek istedim. Ertesi gün ödevimi okurken çok zorlandım. Aslında ödevimin çoğunu okumama rağmen daha fazla ilerleyemedim ve yüzüm kızardı. Okumayı bırakıp hocama müsade ederse tekrar çalışmak istediğimi söyledim ve yerime oturdum. Bir an çok üzüldüm, içim daraldı. Biraz çalışıp kaldığım yerden okuyabilir ve 12. cüzü geçebilirdim aslında ama benim üzüntüm, bu hale nasıl geldiğimi fark edememek olmuştu. Ne zamandır böyle zorlana zorlana, stres yaşaya yaşaya ders vermemiştim. İkindi vakti hocam beni odasına çağırdı ve neden ders veremediğimi sordu. Anlamıştı bir şeylerin ters gittiğini... Ona çok zorlandığımı itiraf ettim, ilk defa dersimi veremediğim için ağladım. Hocam teselli etti, Yusuf Suresi’nin Kur’an’ın en zor surelerinden biri olduğunu, Hz. Yusuf’un hayatının anlatıldığını, çok önemli mesajlar içerdiğini, bu yüzden Kur’an’da bazı kelimelerin sadece bu surede geçtiğini; özellikle dikkat etmem gerektiğini söyledi. Hafız abilerimle konuşmamı söyleyerek sureleri ezberlerken tecrübelerini dinlemem gerektiğini de belirtti. O akşam Ahmet ağabeyle konuştum. O da ezberlerken çok zorlanmış, Hud ve Yusuf Surelerini 3 günde geçmiş. Bana farklı birkaç teknik de anlattı ve Yusuf Suresi’nin hikayesini anlattı. Kur’an’da diğer peygamber kıssaları farklı surelerde birkaç defa ele alındıkları halde, Yusuf kıssasının yalnız bu surede anlatıldığını ama Kur’an’ın en tafsilatlı kıssası olduğunu söyledi. Hafızlık imtihanlarında hocaların Yusuf Suresi’nin arasına kağıt koyduklarını ve öğrencilere muhakkak surenin bir yerinden sorduklarını da belirtti. Zorlanmamın normal olduğunu, çok gayret etmemi, dua etmemi ve namazlarda özellikle Yusuf Suresi’nden ezberlediğim ayetleri okumamı; böylece sürekli tekrar etmiş olacağımı ve unutmayacağımı da söyledi.

O gece Ahmet ağabeyle konuştuktan sonra biraz çalıştım ama halen üzülüyordum. Her ne kadar çalışmaya gayret etsem de kafam önüme düşüyor, can sıkıntısının da etkisiyle uyukluyordum. Daha fazla dayanamadım ve Ahmet ağabeyin tavsiyesiyle Yusuf Suresi’nin ileride ezberi en kuvvetli surem olması için dua edip yatağıma geçtim. O gece rüyamda Yusuf Suresi’ni ezberden verdiğimi gördüm. Nedense hiç şaşırmıyor ve müthiş bir coşkuyla okuyordum. Sabah kalktığımda tuhaf bir şey oldu. Sanki rüyamda okuduğum sayfaları gerçek hayatta ezberlemiş gibiydim. Kahvaltı saatinde dayanamadım ve sınıfa indim. Kur’an’ı açıp ödevimi bir kere yüzüne okuduğumda hayretler içerisindeydim, hakikaten de ezberlemiştim, hem de hiç şaşırmadan okuyacak şekilde aynı Ahmet ağabeyinki gibi sağlamdı dersim!

O coşkuyla kahvaltıdan sonra temizlik saatinin geçmesini sabırsızlıkla bekledim ve dersini ilk verebilecek öğrencilerin arasına geçip ilk sırayı kaptım. Hocam da Ahmet ağabey de arkadaşlarım da şaşırmıştı ilk sıraya geçmeme... Nihayet hocam işaret etti ve Kur’an’ımı önüne koydum, ardından besmele çekerek gözlerimi kapattım ve aynı rüyadaki gibi coşkuyla -Ahmet ağabey gibi- okumaya başladım. Bittiğinde gözümü açtım, hocamın gözünden yaşlar geldiğini farkettim. Hocam kulağıma şunları fısıldadı “Sen Kur’an’ı ezberlemeye gayret edersen, melekler de sana yardım eder, aferin!”

Hafızlığımı tamamlayıp imtihanlara girdiğimde 4. sorum Yusuf Suresi’nden geldi ve büyük bir coşkuyla, rüya ortamına giderek Ahmet ağabey gibi okudum. Halen okuduğumda kahramanım Ahmet ağabey aklıma gelir, dua ederim kendisine. Kahramanlar sadece kurtarıcı değildir, bir şeyi kurtarmaktan ziyade, tüm zor şartlara rağmen başarıya odaklanarak süreci en güzel şekilde yönetenlerdir. Ahmet ağabey benim hayatım boyunca Yusuf Suresi ile olan ilişkimi çok farklı bir boyuta taşımama vesile oldu, her insanın kendi çağında Yusuf peygamber gibi zorluklarla mücadele etmesi gerektiğini ondan öğrendim, daha ne yapsın!


GENÇ'ın Yazısı.