İşin trajikomik tarafı ne biliyor musunuz: Ben, Hocaefendi’nin sözlerini birbirlerine aktaran bazı kişilerin “Ama aslında benim hocam müstesna” dediklerini de duydum… Neyse ki istisnayı müstesnayı apaçık göreceğimiz bir gün var... Neyse ki “Yaklaşıyor yaklaşmakta olan…”

Bazen bir doğru, üç yanlışı götürüyor. Eleştiri olarak söylüyorum bunu; iyi bir şey olduğu için değil…

Sıklıkla insanların tek bir iyiliğini görüp, o iyiliği gözümüzde fazlaca büyütüp, ona istinaden pek çok -hatta bazen bütün- hatalarını görmezden geliyoruz. Bu da bizi, kişileri putlaştırmaya doğru emin adımlarla götürüyor. Üstelik bu zaafımızın farkında olan kötü niyetli kişi ve kurumlar, gayet ustalıkla aleyhimize kullanıyorlar. Örnek mi? Yaklaşık her beş senede bir İngiltere Prensi Charles’ın İslam’ı araştırdığı haberleri yayılır. Biz de onun en kötü ihtimalle gizli Müslüman olduğuna kanaat getirir, İngiliz Kraliyet Ailesi’nin manevi şahsında bütün İngilizlerin İslam alemine vurdukları darbeleri, verdikleri zararları, çıkardıkları fitneleri unutuveririz. Oysa bakınız ne buyuruyor bir Kızılderili atasözü: “Bir suda iki balık kavga ediyorsa oradan beş dakika önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.” Nasıl da mü’mine yakışır bir feraset. Ama mü’minde değil; o beğenmediğimiz elin Kızılderili’sinde…

Yahut Amerika Başkanı Obama’nın girdiği ilk başkanlık seçimini düşünün. Sırf adının önünde bir “Hüseyin” ibaresi var diye oy kullanma hakkımız dahi olmadığı halde cümle Müslümanlar olarak oyumuzu Obama’ya verdik(!) Hatta bir kısım ahmak, zat-ı şahanelerinin(!) beklenen Mehdi olduğunu bile iddia etti. (Bkz: Eski İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedi Nejat) Sonrası malumunuz…

Velev ki Prens Charles ve Başkan Obama gerçekten de Müslüman olaydılar! Yapmakta olduklarını yapmaya devam ettikleri müddetçe bu; tek başına, onları iyi birer insan, daha da önemlisi Hak katında makbul kullar yapmaya yeter miydi? Kanaatimce Hak katında değilse bile kul katında mezkur şekilde algılanmalarına yetti de arttı bile. Bırakın vukuunu, şüyuu dahi kafi geldi… Düşündükçe çıldırasım geliyor: Ne acınası hallerimiz var!

Bunlar bariz örnekler. Doğrudan kimsenin nefsine dokunmadığı için, kabul edilmesi kolay olduğu için zikrediyorum bunları. Ama asıl söylemek istediklerim yazdıklarımda değil yazmadıklarımda gizli. Gayrı agâh olan anlar diye umarak…

Geçtiğimiz günlerde konuyla ilintili olarak Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin bir açıklaması oldu. Yeterince duyulduğunu, duyulsa da anlaşıldığını düşünmüyorum. Şunları söyledi Hocaefendi: “Bazı gafil kimseler, rehber edindikleri şahıslara muhabbette aşırıya kaçarak ‘Benim önderim asla hata etmez!’ şekinde cahilane düşüncelere kapılmaktadırlar. Bu son derece yanlış bir telakkidir. Zira pek çok rivayette peygamberlerden sonra insanların en hayırlısı olduğu bildirilen Hazreti Ebu Bekir (r.a.) bile Halife seçildikten sonra verdiği ilk hutbede, kıyamete kadar gelecek bütün mü’min liderlere örnek olacak, muhteşem bir ölçü verdi. Buyurdu ki: ‘Ey insanlar! En hayırlınız olmadığım halde sizin başınıza Halife seçilmiş bulunuyorum. Şayet vazifemi hakkıyla yaparsam bana yardım ediniz. Yanlış hareket edersem bana doğru yolu gösteriniz… Ben, Allah’a ve Resulü’ne itaat ettikçe siz de bana itaat ediniz! Eğer etmezsem sizin de bana itaatiniz lazım gelmez…’ Ümmetin en faziletli şahsiyeti böyle derse onu örnek alması gerekenlerin nasıl bir tevazu ve hiçlik halinde olmaları gerekir?”

İşin trajikomik tarafı ne biliyor musunuz: Ben, Hocaefendi’nin bu sözlerini birbirlerine aktaran bazı kişilerin “Ama aslında benim hocam müstesna” dediklerini de duydum… Neyse ki istisnayı müstesnayı apaçık göreceğimiz bir gün var... Neyse ki “Yaklaşıyor yaklaşmakta olan…” (Necm: 57)


Sinan Özgenç'ın Yazısı.