Burnumu Kaşır mısın?
Allah ne büyük... Tüm zamanlarda, her mekânda. Bir Kurban Bayramı’nda, kursaklardan geçtikten sonra birkaç gün içerisinde tükenecek birer paket et neree, kalan bütün zamanlarda o insanları doyurup, gözetip kollamak nere? Bir bakıma bizimki de iş!
Birkaç sene önce, evinde çıkan yangın sonucu ağır şekilde yaralanan yakın bir akrabamın, yattığı hastanede süren kritik tedâvisinde, günlük olarak ziyaretine gidiyordum.
Burada, aydınlık yüzü, sempatik tavırları ve içerisinde bulunduğu vaziyete karşı rızâ hâliyle dikkat çeken 22-23 yaşlarındaki Fâtih isimli bir gencin durumu, haylice bir vakit beni etkilemişti.
Abileri ile beraber, merdiven korkulukları işinde çalışırken, Diyarbakır’da, yüksek bir binanın üst katlarında, uzun bir metal parçayı iç merdivenden yukarı çıkarabilme kolaylığı için, havalandırma penceresini kullanmak isteyişi, Fâtih’e çok pahalıya mâl olmuş. Dışarı uzattığı elindeki uzun borunun, yüksek gerilim hattına kapılması sonucu kendisi de feci şekilde çarpılmış, ağır yaralı olarak getirildiği hastanede kolları ve bacakları kökünden alınmış.
Akrabamın ihtiyâcıyla ilgilenmeye çalışırken, birkaç kez, hep ona da bir şeyler yedirip içirsem diye içimden geçirdim ama bir türlü fırsat bulup buna muktedir olamadım.
Yalnız günün birinde, yanına gittiğimde kendisini uyuyor bulduğum yakınım için bir müddet beklemem icap etti. Bunu fırsat bilerek Fâtih’in yanına yaklaştım ve:
-Ne var ne yok? Bir isteğin var mı? diye sordum.
-Abi iyi geldin yaa… Yarım saatten fazladır sıkıntısını çekiyorum, burnumu bi kaşır mısın? dedi.
Dondum kaldım o an. Şu önümde çam kütüğü gibi duran bu gürbüz delikanlı, çok basit ifâdelerle ortaya koyduğu bu istekle, bana nasıl da bir ders veriyor, kıvâmı yüksek bir ibreti yaşatıyordu. Sonraları, bir vakit, vefât etmiş. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.
Hiç gitmemiştim Afrika’ya. Nasip oldu, geçtiğimiz Kurban Bayramı’nda, Uganda’daydık. Türkiye Diyânet Vakfı organizasyonunda seçimi, satın alınması ve kesimleri gerçekleştirilen, o ülkedeki Hüdâyi Vakfı gönüllüleri tarafından işletilen Sena Foundation’ın desteği ile 2288 büyükbaş hayvanın muhtaçlara dağıtımı sağlandı.
Afrika’ya gitmeden, kendimi “kara kıta” hakkında 40 dakika kadar konuşabilecek, birkaç sayfa yazacak bir birikimde hissediyor, lâkin “görmeden de olmaz” diyordum. Öyle de oldu.
Kampala ve çevresinde yaptığım ilk gözlemlerin sonucunda, hastanede yaşadığım bu hâtırâ geldi aklıma. Ben, Afrika’nın, buradaki kardeşlerimizin, hatta insanlığın burnunu kaşımaya gelmiştim. Orada göz vardı, kulak, dil ve kalp vardı lâkin tutacak el, yürüyecek ayak yoktu. Bugüne kadar onlara yürüyecek ayak, tutacak el bahşedenler (!) ise bunların karşılığında onlardan en az kalplerini, beyinlerini istemişlerdi. Bizse yaptığımızı-yapacağımızı her zaman olduğu gibi yalnız ve yalnız Allah rızâsı için yapmalıydık, öyle de yapılıyordu ve yaptık elhamdülillah.
Uganda’da birçok güzellikle beraber, bana çok enteresan gelen bir hâdise yaşadım:
Bayram namazını kıldığımız cami bahçesinde, namaza müteakip acele ile kesimleri başlatmaya gitmek için araçlara yöneleceğimiz sırada, 7-8 yaşında bir erkek çocuk elimi tuttu ve tuttuğu elime bir kâğıt sıkıştırdı. Baktım, 1000 şiling (yaklaşık 1 TL) para. Bunun ne olduğunu sorduğumda, hafif uzaktaki annesini gösterdi. Gördüm ki bir kadın, iki eliyle bana gönlünden kopararak gönderdiği bu hediyeyi kabul etmemi işâretlerle anlatmaya çalışıyor. Oradakiler, şaşkınlığım karşısında “namaz kılan misâfir beyazın mutluluğundan olsa gerek” dediler. Üzerimde, bir adet bayram şekerinden başka hiçbir şey yoktu o an. Şekeri o paraya sarıp çocuğun cebine koydum ve annesine uzaktan teşekkürlerimi sundum.
Allah ne büyük... Tüm zamanlarda, her mekânda. Bir Kurban Bayramı’nda, kursaklardan geçtikten sonra birkaç gün içerisinde tükenecek birer paket et neree, kalan bütün zamanlarda o insanları doyurup, gözetip kollamak nere? Bir bakıma bizimki de iş!
Ama hakikat şu ki, aziz milletimiz midelere lokma gönderirken, kalplere tohum atma niyetini diri tuttukça, oralardan yükselen muhtaç ve mazlumların duâsı, bilvesîle, bizi ayakta tutuyor.
Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.