Dünya dram üzerine dramdan kurulmuştur. Fotoğraf üzerine fotoğraftan. Ne tam iyiyiz, ne tam kötü. Yağmur yağıyor ve çocukların koşup da sığınacağı ne çatı kaldı ne de duvar. Suriyeli küçük bir kız çocuğuna “adın ne” diye soruyor haberci. Çocuk ağlamaklı kadraja bakıp, bilmiyorum diyor. Bilmiyorum.

Ailemle bayramda bir kır gezintisi yapmıştık. Civarda bulunan bir köy camisinde namazlarımızı kılmak için köyün sarp yokuşunu adımlamaya başladık. Aniden bastıran yağmur bizi bir evin saçakları altına itiverdi. Annem, babam, eşim, kızım, oğlum ve ben bir saçağın altına dizilip yağmuru seyrederken oğlum bu anı fotoğraflamak istedi. Tam deklanşöre basacakken, yağmurdan kaçan başka bir piknikçi gelip aynı saçağın altına sığınıverdi ve fotoğrafta yerini aldı. Tüm bu anların “bir an”da birleşmesi, aile fotoğrafımıza tanımadığımız bir gencin sızması, yağmurun bu dahli hızlandırması gerçekten şaşırtıcıydı. Üstelik genç, fotoğraf makinesine bir anlığına baktığı için yabancı gibi de çıkmamıştı fotoğrafta.

Eve dönüp koltuklarımıza yığıldığımızda defalarca dönüp dönüp baktım bu fotoğrafa. Silmedim. Sadece düşündüm.

Ölümü, hayatı, ideolojisi, ardından konuşulanlarla ayrıldığımız ama aynı fotoğrafın içinde olduğumuz, gözleri bir anlığına da olsa bizimle aynı yöne bakan, aileden biri gibi duran pek çok insan ile ölüm denilen yağmurun altında nasıl eşitlendiğimizi düşündüm.

Tarık Akan, pek çok filmde oynadı. Bu filmlerin pek çoğu melodramdı. Müzikli, neşeli anlamında kullanmıyorum bu ifadeyi. Karakterlerin fazla idealize edildiği, kötünün sonuna kadar kötü, iyinin pamuk gibi iyi, aşkın ve mücadelenin sürekli yükselerek izleyiciyi içine almasını ve gerçek dünyadan kaçışını sağlayan bir türü ifade için kullanıyorum. Dram çekmeye çalışan yönetmenler başarısız olursa film melodrama dönüşür der yönetmenler. Bizim gençliğimiz başarısız dram filmleri izleyerek geçti diyebiliriz bu açıdan. Araba çarpınca kör olan, gözlerini bu genç kız görsün diye feda eden, dramdan melodrama, yer yer komediye geçen bu tarz filmlerin büyüttüğü çocuklarız.

Tarık Akan’ın ölümünü bir tezi, fikri savunmak için gündemde tutanlar, onu anma törenlerinde dramın sınırlarını zorlayıp abartanlar, aşırı duygular, mimikler ve hareketler ile heyecanı aşırılaştıranlar, ölen kişiyi nesneleştirerek ideolojilerinin bir figürü seviyesine indirenler, Tarık Akan sevgisini gerçekçi olmaktan çıkarıp, melodramatik hale getiriyorlar. Derin bir kalpten anış yerine tezlerden, kendi fikirlerinde “iyi ki” var oluşundan, sevdikleri bu insanın hatasız ve kusursuz devrimciliğinden bahsederken onu bir aile fotoğrafından zorla sökme arzularını hissedebiliyoruz. Daha halktan kimse onu kendi içinde anımsayıp, onu kalbindeki tereğin hangi rafına koyacağına karar verememişken, değerini kendi dünyasındaki izdüşümüne göre belirlememişken, hasbelkader de olsa kadraja girmiş bir insana uzun uzun bakıp bir şeyler söylemeye niyet etmemişken, elinden alırlar. Bizim derler. Keserler ve kendi albümlerine monte ederler. Özgün ve kendince sevgilerin yerine ikinci sınıf sıradanlaştıran bir sevgiye hapsederler sanatçıyı. Belki de gösterilen gösterenlerden daha değerli ve farklı olacakken bir gürültünün ve aşırılığın içinde sıradanlaşıp kaybolur. Gösterilen ile gördüğümüz fotoğraf arasında gidip gelme işine bulaşamayacak kadar başka işleri vardır oysa diğer insanların. Bakarlar, alelacele kategorize edip yürürler. Tarık Akan ya da başka biri için bu durum değişmez. Melodram melodramlığı ile kalır böylece.

Oysa dünya dram üzerine dramdan kurulmuştur. Fotoğraf üzerine fotoğraftan. Ne tam iyiyiz, ne tam kötü. Yağmur yağıyor ve çocukların koşup da sığınacağı ne çatı kaldı ne de duvar. Suriyeli küçük bir kız çocuğuna “adın ne” diye soruyor haberci. Çocuk ağlamaklı kadraja bakıp, bilmiyorum diyor. Bilmiyorum. Bu bilmeme bir kara delik gibi tüm bilinenleri içine alıp yutuyor. Bilmemesi imkansız diyoruz saf saf bakarken. Tüm imkanları imkansız kılan savaş düzeni çocuklara adlarını unutturuyor oysa. Dünya dram üzerine dramdan oluşuyor. Fotoğraf üzerine fotoğraftan. Aile fotoğraflarımızdaki boşlukları tırnağımızla kazısak altından bir kız çocuğu yüzü çıkacakmış gibi hissediyorum bazen. Bu açıdan bakınca bırakın Tarık Akan’ın yüzünü, kendi yüzümü kazımaya cesaret dahi edemiyorum. 


Ayşegül Genç'ın Yazısı.