Bizim kestiğimiz okulun bahçesinde duran iki kurban derisi gördüm. Yerli arkadaşa “Bunu ne yapacağız?” diye sordum. İlginç bir cevap: “Bunları birilerine vereceğiz. Onlar da deriyi temizleyecekler ve kurutacaklar. Sonra da parça parça yiyecekler…”

Babamız Hz. İbrahim (a.s.) uzun yıllardır görmediği ve özlemini hep hissettiği biricik oğluna kavuşmanın mutluluğunu yaşarken, yeni bir imtihanla daha karşılaştı. “Oğlunu kurban edecekti.” Bu kurban hadisesinin, kişinin ayağını kaydırmaya çok müsait olduğunu büyük babamız Hz. Âdem’in (a.s.) oğullarından biliyordu.

Ne var ki murad-ı ilahi, İsmail’in ölümü değil de İbrahim’in tavrını görmek olunca, Allah yeni bir kolaylık var edip, koçu hediye etti. Hem babaya, hem de biz çocuklarına…

Kuşkusuz bu ibadet bütün İslam coğrafyasında aynı ses tonuyla yankı bulmamıştır. Anadolu’nun sehavetli Müslümanları, dünyayı kucaklama konusunda yarışa girdiler. İrili ufaklı yüzlerce vakıf, dernek, hayır kurumu, topladıkları kurban paralarıyla dünyanın dört bir yanına dağıldılar.

Bazı Müslümanların, evinde kestiği kurbandan başka, borç alarak bu topraklara kurban bağışladığını bilirim. Adını zikredemeyeceğim bir Müslümana ait, kendi adına bağışlanmış yirmi iki büyükbaş kurban benim listemdeydi. Diğer listelerle birlikte kırkı geçtiğini biliyorum. Bu bir cömertlik çağlayanıdır. Öylesi bir gönül dokusu ki binlerce kilometre uzağa su vermiş. Şayet kurban bağışı gönderenler, bu toprakları kendi gözleriyle görseler, çok daha fazlasını verecektir.

Aziz Mahmut Hüdayi Vakfı’na yapılan kurban bağışlarının bir kısmının kesimine yardımcı olmak bize de nasip oldu. Kesmek neyse de dağıtmak gerçekten sizi mutlu eden, yüreğinizi burkan görüntüler içeriyor.

Bizim kestiğimiz okulun bahçesinde duran iki kurban derisi gördüm. Yerli arkadaşa “Bunu ne yapacağız?” diye sordum. İlginç bir cevap: “Bunları birilerine vereceğiz. Onlar da deriyi temizleyecekler ve kurutacaklar. Sonra da parça parça yiyecekler…” İnek derisinin yiyecek olarak kullanıldığı bir coğrafya burası. Nitekim tüm poşetleri dağıttık. Elimizde içine yanlışlıkla deri konulmuş bir poşet kalmıştı. Ona da gülümseyen bir sahip çıktı.

Yağmura rağmen sabah erken saatte gelenler vardı. Engelli bisikletiyle, çocuklarıyla gelenler… Yaşlılar, kadınlar… Fotoğraf makinasını fark edince hızlıca yüzünü dönüverenler… Yaşlı bir teyze ellerini semaya açtı ve kendi dilinde uzunca dua etti. Ağzında dişleri de kalmadığı için ne dediği anlaşılamasa da, biz sadece ÂMİN! ÂMİN! ÂMİN! dedik. Anlatılması zor bir hüznün kapladığı an ise, bütün poşetler bittikten sonra “Ya bir umut!” diye gelen ve bekleyenlerin varlığıydı.

Anadolu’dan gelen misafirlerimiz elleri dolu gelmişlerdi. Şekerden kıyafete kadar… Bir bayanın bayram tepkisi şu olmuş: “Bu ne güzel bir bayram böyle. Hem bize et veriyorlar. Hem de kıyafetler, hediyeler… Allah’ım, sen güzelsin!” Allah’ım sen güzelsin ki bizleri kardeş kıldın. Kimi verdi, kimisi de aracı oldu. Bazıları da dua etti.

Et poşetlerini dağıtırken her alana ayrı ayrı teşekkür ettik. Aslında onlar bize değil, biz onlara muhtaçtık. Şayet onlar bir kurbanda “Biz aç kalsak da, et yemesek de dayanırız. Sizin kurbanlarınızı kabul etmiyoruz.” deseler… Kim dua edecek bize? 15 Temmuz gibi yaşadığımız felaketlerde kim sabaha kadar seccade başında ağlayacak? Kimi dualar var ki, çuvalla para dökmeniz lazım onları alabilmek için.

Derin bir samimiyetin eseri olunca, Allah hiç beklenmedik kapıları da açıyor. Geçen yıl kurbanlar dağıtılırken, bölgedeki gayrimüslimlere de verilir. Onlar hayretle bakarken, niçin verdiklerini, İslam’ın kendilerinden nasıl bir yardımlaşmayı istediğini de anlatırlar. Bu anlatılanlar ve yapılanlar onların içine o kadar işler ki, kelime-i şehadete karar verirler. Biz sadece karınlarını doyurmayı planlarken, nasıl bir ihlas ve gönül eseridir ki, asıl önemli yer olan kalplerinin de doymasına vesile olur.

Kanı akıp gitti. Etini kimin yediği önemli değil. Ama o güzelim niyetler ulaştı dergâha. Bir sonraki yıl… Ya nasip… 


Haşim Akın'ın Yazısı.