Merve Karabulut

“Ateş düştüğü yeri yakar.” atasözünden yola çıkarak diyebiliriz ki hiç kimse yaşamadığı acıyı tam olarak hissedemez. Ne kadar empati yapmaya çalışırsak çalışalım kalbimiz o hissi tam anlamıyla yaşayamaz. Yine de belki bir an bile olsa hissetmeye yaklaşırız ümidiyle bir empati yapmaya çalışalım:

Bir sabah her zamanki gibi yatağımızdan kalkıp o günkü işlerimizi yapmak için evden çıkmayı düşünürken kendimizi “özel” bir durumla karşı karşıya bulduk. Bu özel durum bizi herkesten farklı(!) kılan bir durumdu. Bu duruma rağmen sorumluluklarımızı yerine getirebilmek amacıyla kendimizi dışarı attık. O da ne, her zaman koşarak inip çıktığımız merdivenler artık bizim için koca bir engeldi. Yardımsever insanlar sayesinde engelleri aştık ve merdivenler bir sorun olmaktan çıktı. Okula ulaştığımızda ilk defa şükretmeyi fark ettiğimiz bir şey vardı: Sınıfımız birinci kattaydı ve merdiven çıkmaya gerek yoktu. Tam derse gelebilmenin sevincini yaşarken her zaman gülümsemesiyle tanıdığımız öğretmenimiz geldi. Ama o gülen yüzün yerinde huzursuz, endişeli ve stresli bir yüz ifadesi vardı şimdi. Gözlerinden anlıyordum ki bunun sebebi “özel öğrenci” yani bendim. Bu sınıfta bulunmamı istemeyen gözler tam da bana bakıyordu.

Evet, bu öğrenci biz de olabilirdik, olabiliriz de. Böyle bir öğrencinin annesi veya babası da olabilirdik. Bu ihtimaller imkânsız değil. Bu dünyaya gelirken kimse onlara engelli olmak isteyip istemediğini sormadı. Tercih hakları olmadı. Onlar bu şekilde bu dünyaya geldiler. Biz kulların Allah’ın yarattığını ötekileştirmeye veya anormal demeye hakkı var mıydı? Asla!

“Mü`minler Ancak Kardeştirler.”

Allah böyle buyuruyor Hucurat Suresi’nin 10.ayetinde. Kimsenin kimseye takva dışında üstünlüğünün olmadığını anlıyoruz. Ötekileştirmek kelimesi bu anlamda dinimizde uygun değil.

Dikkat edilmesi gereken diğer bir husus da kullandığımız kelimeler… Söz ağızdan çıkar, çıkar elbet. Ama nereye ulaşır, asıl mesele bu. Söz öyle güçlüdür ki bir kalbi yıkar da bir daha toplayamayız. Maazallah… Bu yüzden özel çocuklarımız için kullandığımız kavramlar hakaret olarak kullanılan kelimelerden seçilmemeli. Onları asla ama asla rencide edecek tarzda olmamalı. Düşünsenize sevgiye en çok ihtiyacı olan kişiyi bir kenara ittiğinizi... Güneşi ondan almak olurdu bu.

Bir de engelliliğin bulaşıcı olduğunu düşünenlerimiz var aramızda. Hani çocuğumuza, kardeşimize ya da sevgili öğretmenlerimize bulaşabilir diye düşünüyoruz ya bazen. İşte bu şekilde engelleri ortaya çıkaran biziz aslında. Şu zihniyet bile en büyük engel değil midir? Her şeyi konuşan, gören, duyan ve hareket edebilen insanlara göre inşa edip düzenleyip sonra da onların engelli olduğunu söyleyemeyiz. Eğer biraz da onlara göre hayatı düzenlesek her şey kolaylaşır, engeller yıkılır gider.

Öyle bir anne, öyle bir baba düşünün ki o “özel” çocuğunun yalnız yaşayamayacağını düşündüğünden ve korktuğundan, ben ondan önce bu hayata gözlerimi kapamayayım, diyor. Empati yapmak çok zor böyle bir durumda fakat yardım etmek elbette zor değil. O çocuğu özel bir eğitimle tek başına yaşayabilecek hale getirebiliriz. Hem anne ve babanın acısını paylaşır sevince dönüştürürüz hem de o kişinin hayatından güneşi söküp almayız. “İnsanların en iyisi, onlara faydası çok olanıdır.” hadisi özetliyordu her şeyi. En mühimi hayatlara dokunabilmekteydi.


GENÇ'ın Yazısı.