Ömer Öztürk
 
 
Koca Hâce-i Nasreddin
Demiş:
‘Şuna Değmiş, buna değmemiş’
Demiş ve yemiş;
Kelek de olsa,
Toz-toprak da olsa karpuzlar 
Yemiş 
Biz de her şeyi yiyoruz
Şuna değmiş buna değmemiş
Diyor ve yiyoruz
Bakmayın aslında biz hiçbir şeyi yutmuyoruz…
 
 
Dünya Ahvâli Böyle: Şu dünya dedikleri; bilmem kaç yüz trilyon kilometre kare. Ama gel gezelim desen, nereye geziyorsun; hani bunun vizesi, pasaportu, daha da önemlisi harc-ı rahı yâni yol parası; bu ve bunun gibi bir çok şey hani iki gözüm; yok. İşin gücün yoksa, kendi mihverin etrafında dön-dolaş-dur. Onu da dolaşabilirsen… İki ahbaba uğrasan... Ner’den çıktın hemşeri; hayrola canımın içi, bugün git yarın gel. Mümkünse hiç gelme. Güya dünyam büyük ama akvaryumumdaki balıklarımdan herhangi bir farkım yok. Onlar da göz alabildiğine nehirler, tatlı sular dururken, yirmi beşe kırk santimetrede sıkışıp kalmışlar. Sen de insansın amma, böyle her hadi demeyle de alıp başını gitmek olmuyor ki hani. Kimsenin kara kaşıma, kara gözüme baktığı mı var? En yakınım ırak olmuş; en ırağımdaki nasıl yakın olacak? Ölmeyle de ölünmüyor ki. Hem koca dünyaya, kâinata sığmayan insan, toprağa nasıl sığıyor, akıl bunu almıyor.
 
Analitik Düşünce: Geçen gün, bir konuşma oturumunda bir-iki laf ettiydim, orada bulunanlardan biri orada konuşmacı sıfatıyla bulunan şahsa beni daha takdim eder etmez, konuşmacı bey lafı yapıştırıverdi: “Bu arkadaş çok analitik bir düşünce yapısına sahip.” Bu söz o şahsın çok zeki olduğunun ispatıydı. Zira beni daha önce hiç tanımamıştı. İlk defa o gün o anda görmüş, bir-iki sözüme kulak misafiri olmuştu. Ve ânında benim analitik düşünce yapısına sahip olduğumu anlamıştı.
 
Böyle derken kendime bir üstünlük vehmettiğim zannedilmesin. Hepimizin geldiği yer belli, gideceği yer belli. Evvela bilmeyenler için analitik düşünce nedir onu izaha çalışalım. Analitik düşünce (tahlilî düşünce de diyebiliriz), her şeyden önce hâdiselere, olan-bitene kocaman at gözlükleriyle bakmamak demektir. Her şeyi hemen sorgusuz-suâlsiz kabullenmemek, çözümlemek demektir. Meselelere tek buuttan değil, pek çok buuttan bakabilme kabiliyeti demektir. Bu alışkanlığı kazanmanın yegâne yolu da, ‘bir değil bir çok lisan öğrenmek, durmaksızın okumak, araştırmak, hayat boyu ilim-irfan eri olmak’tır. Esasen, bakmayın, pek matah bir şey de değildir. Tam aksine, her şeyi bilmek, cehalet karanlığını ilmin ışığıyla apak etmek dünya şartları içinde pek rahatsız edici de birşeydir. Halihazırda, her yöne bakarkör olmak, daha emin bir yol gibi görünmektedir. Bir Arap atasözü ‘külli cahilin cesur’ yâni bütün cahiller cesur ve gözüpektir demektedir. Cahiller bir şeyin önünü-ardını düşünmeden, meseleleri tahlil etmeden her şeye hemen atılırlar ve çoğunlukla da pişman olurlar.
 
Tersine Dönen Şemsiye: Daha kırk-elli yıl evveline kadar sapasağlam şemsiyeler üretirmişiz. Bunlar senelerce bozulmadan kullanılırmış. Hani bir zamanlar evladiyelik derlerdi ya tam öyle işte. Hatta yetmişli yılların sonuna değin Eminönü’nde, Sirkeci’de şemsiye tâmir eden esnaf bile bulunurmuş. Bugünse Çin malı uyduruk şemsiyelerle idare etmeye çalışıyoruz. Bunlar da yağmurlu ve rüzgârlı havalarda bir anda tersine dönüveriyor. Ortaya istenmeyen, nahoş bir manzara çıkıyor. İnsan kalabalık içinde mahcup duruma düşüyor; yüzler kızarıyor, başlar öne eğiliyor. Bugünkü girift ve içi içe geçmiş cemiyet hayatımızı da işte bu tersine dönen şemsiyeye kolaylıkla benzetebiliriz. Nasıl derseniz: görmüyor musunuz, bir zamanlar anormal addettiğimiz herşeyi artık normal görmeye başlıyoruz. Dünya yuvarlak, dönüyor ve her şeyi tepetaklak ediyor. Somut bir-iki misal vermek icap ederse; atalarımızdan miras deyimlerimize, vecizelerimize, darb-ı mesellerimize bakınız; çoğu bugün anlamını kaybetmiş. Mesela iki cami arasında beynamaz (binamaz olacak) demişler. Bu kadar cami var ama yine de namazsız kalmış, namaz kılmamış. Eskiden namaz kılanların sayısı çok olduğu için, haliyle kılmayan insanlar dikkat çeliyormuş. Bugünse namaz kılmayanlar hiç de garipsenmiyor hatta sayıları daha çok, kaldı ki artık kimse bunlara dikkat de etmiyor. Anlayacağınız şemsiye tersine döndü. Belki istenmeyen bir durum ama gerçek bu. Şemsiyenin de ters dönmesi arzulanmıyor ama yine de dönüyor.
 
Bir de medenî hâllerimize bakın. Para denmiş, pul denmiş, evlenme yaşı ortalaması arttıkça artmış. Eskiden on evden dokuzunda aileler yaşarken, sadece bir evde yalnız ve bekâr bir kimse yaşarmış, eh tahmin edeceğiniz üzere ona da pek iyi gözle bakılmazmış. Bugün ise hemen hemen bütün evleri yalnız yaşayan insanlar işgâl ediyor. Hani neredeyse aile evleri garipsenir hâle gelmiş. Zamanla bizim vidası gevşek, çin işi şemsiye nasıl da çaktırmadan tersine dönmüş. Bir de bu şimdi böyle. Ya beş sene, on sene sonra nasıl olacak? Yaşamaya ve görmeye değer.  
 
Alım Gücü Çalım Gücü: Biliyorum, pek bir şey alamıyorsunuz. Gücünüz kuvvetiniz yerinde ama alım gücünüz yok. Üzülmeyin, eskiden de birileri öyleydiler; eskiden, daha eskiden, hatta çok daha eskiden de birileri muhakkak öyleydiler. Her şeyi paraya odakladık. İyi ama para her şey midir? Her şey para mıdır? Mühim olan insanlık, hayvanlık ve bitkilik değil midir? Markete mi gittiniz? O gün halk günü mü? Keyfinize bakın, nas’solsa diğer bütün günler sosyete günü değil mi? Mevsimi de geldi, ayva yiyeyim dediniz ama pahalı, ayvayı yiyemediniz mi? Marketten çıktınız, cüzdan boşalmış ama daha filenin yarısı bile dolmamış mı? Ne dertleniyorsunuz? Akşama en sevdiğiniz dizinin vakti yanaşmamış mı? Borç bini aşmış, gemi karaya yanaşmamış mı? Cebiniz mi delik? Dikin, hem de çift dikiş. Bütçeniz yine açık mı verdi? Yama yapın. Yamalı bohçaya döndük, biçareyiz mi dediniz? O halde çare; bekleyin, belki bir gün balık kavağa çıkar. Sabredin, belki bir gün dünyadan paranın kökü kazınır. Siz iyisi mi, seksenli yılların gençlik dergisi “Onyedi”nin Ağustos 83 sayısından sizin için ingilizceden tercüme ettiğim şu şarkının sözlerine göz gezdirin. “Money” (Para) adlı bu şarkı 1980’li yılların ve bütün zamanların efsanevî müzik topluluklarından Pink Floyd’a aittir. İşin hazin tarafı şu ki, şarkının yazılmasının üstünden otuz üç sene geçmesine rağmen, paranın hakimiyeti azalmak şöyle dursun, aksine daha fazla artmıştır:
 
PARA
 
Para, canın cehenneme
Bol maaşlı, iyi bir iş buldun mu senden iyisi yok
İşte paranın itici gücü.
Her iki elinle para destelerini avuçla ve sonra saç-savur
Yeni araba, havyar, güpegündüz dört yıldızlı hayaller
Kendime bir futbol takımı mı kursam acaba?
Para, bas geri.
Çek ellerini benliğimden
Toz pembe hayaller üfürme kulağıma
Yok, yüksek güvenlikli birinci sınıf seyahat kampındaymışım da
Yok, bir jumbo jete ihtiyacım var mış da
Yok daha neler
Bu suça ortak olmayınız
Paranızı canlarla candan paylaşınız ama benim payıma da sulanmayınız
Bir de para için derler ki, bütün kötülüklerin anasıdır
Ama ver desen, inanın, metelik bile koklatmazlar


GENÇ'ın Yazısı.