İçimizdeki Hazine
Merve Karabulut
“İnsan, bir damla kan ve bin türlü endişe.” İnsanın tanımını böyle yapıyor Şirazi. Bütün tanımları tek bir tanımda topluyor. Dışardan bakıldığında bütün insanlar bir damla kandan ibaret. Fakat hepimiz tek bir vücutta aynı organları taşıyor olmamıza rağmen birbirimize benzemiyoruz, biriciğiz. Bizi birbirimizden farklı kılan sadece bedenimizdeki farklılıklar değil elbette. Bazılarımız merttir, cesurdur. 15 Temmuz gecesi, kahramanlığına şahit olduğumuz Ömer Halisdemir gibi. Bazılarının hayatı mücadeleyle geçmiştir. Gazi Çengelköy’deki Halil Kantarcı gibi. Yine 15 Temmuz gecesi şahit olduğumuz gibi bazılarının da kindarlık kalplerine işlemiştir ve vatanlarını gözlerini kırpmadan satabilmişlerdir.
Bir insan, bir hayatsa eğer dünyada kaç milyon hayatın olduğunu buyurun siz tahmin edin. İnsan, ahsen-i takvim olarak yaratılmıştır. Yani insan tertemiz bir fıtratla geliyor dünyaya. Bu Tin suresi 4. ayette geçer. Fakat kötülük potansiyelini de kalbimizde taşıyoruz. Çünkü her daim savaşta olduğumuz bir nefsimiz var. Ve bu nefis bizi alçaltıp hayvanlardan aşağı düşürecek esfel-i safilin boyuta getirebilir. Aksine kendimizi kötülüklerden alıkoyarak yüceltip melekleri aşacak ala-ı ıllîyyin boyutuna da getirebilir. Burada seçimlerimiz devreye girer. “İnsan bin türlü endişe.” dedik en başta. İşte insandaki nefis dereceleri, bizi birbirimizden ayıran en büyük yol ayrımıdır. Çünkü düşüncelerimiz, duygularımız ve davranışlarımız hep bu çerçevede şekillenir. İnsan, nefsine hâkim olabildiği müddetçe insandır. Şu âlem insan için yaratıldığına göre bir damla kandan daha fazlası olduğumuzu anlamak zor değil.
“Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim.” Buradan anlayacağımız insanın varlık amacının ne olduğudur aslında. Öyleyse amacımız tanımaktır. Önce kendimizi tanımakla başlamak gerek. Çünkü kendini bilen Rabbini bilir. Sonra da insanları tanımak en büyük vazifedir. Kendi tecrübe etmediklerimizin bilgisini öğrenebileceğimiz en güzel yoldur insanları tanımak. Bunu da başında oturduğumuz bilgisayar oyunlarımız, elimizden düşüremediğimiz akıllı telefonlarımız ile yapamayız elbette. Bir adım atıp dışarı uzanmalıyız. Sadece kendisiyle sınırlı kalan insanlar hep hayatın sığ sularında yüzecek ve derinlerdeki zenginliğe ulaşamayacak. Hep hayatta +1 olmayı hedeflemek gerekir. Bu herkesten bir adım önde olmak demektir. İnsanların derdine çare olabilmek için çabalayıp uğraşan, henüz tanışmadığı uzaklardaki kardeşlerinin derdini yüreğinde hissedebilendir önde olan. Böylece bu kişi hayata gözlerini kapattığında bundan bilmem kaç yüzyıl sonra hatırlanmaya devam eder. Yoksa kişi hem sığ sularda kalıp hayatın tadını alamadan yaşar hem de bu hayattan göçüp gittiğinde kimseler bunu farkına varmaz. Kendi sorunlarımızla değil de ne kadar çok insanın derdiyle dertlenirsek, ne kadar çok hayata dokunursak o kadar çok varız aslında.
“Kendine dikkatlice bir bak; sen âlemin özüsün. Sen varlıkların gözbebeği olan insansın.” Şeyh Galip insanın eşref-i mahlûkat olduğunu sözcüklere dökmüş. En kıymetli olan insan bilemiyor bazen kendindeki cevheri. İçindeki ışığı etrafındakilere yansıtamadan, boş olanı kendine meslek edinerek sönüp gidiyor. Oysaki herkesin içindeki o kıymetli özün bir anlamı var. Onu kullanacağı bir yer var. Çünkü şuan varsak ve eşref-i mahlûkat olan insan isek bunun bir sebebi var. Allah kalplerimizdeki hazineyi fark edebilenlerden ve onu en iyi şekilde kullanabilen dertli kullarından olabilmeyi nasip etsin…
GENÇ'ın Yazısı.