Ne Gerek Vardı Gökleri Delmeye?
Site Özel
2462 okunma
Ahmet Faruk Mesten
Odamda oturuyorum. Belki kitap okuyorum, belki sayfalara bakıp bambaşka şeyler düşünüyorum. Neden sonra gözlerim, açık mavi rengindeki perdelerini sonuna kadar açmış olduğum pencereye kayıyor ve kafamı kitaptan kaldırıp cama çıkıyorum.
Dışarıyı izliyorum, gözlerim faltaşı gibi açılmış, kulaklarım olduğundan daha dikkatle dinliyor karkmakarışık sesleri ve ayırmaya çalışıyorum; hangisi arabalardan, hangisi inşaatlardan geliyor diye. Ayıramıyorum. Sadece karmakarışık ve rahatsız edici bir ses var bunu biliyorum. Şimdi daha dikkatli bakıyorum çevreye, yüzlerce büyüklü küçüklü bina ve altı gökdelen, yarısı inşaat halinde. Hiçbirinde bir sanat yok. Sadece bir vaatle yapılmış: ‘’yakında burası şehrin en işlek yeri olacak.’’ Daha da ayrıntılı bakıyorum etrafa, yeni farkediyorum ki bu gökdelenlerin, bu korkunç binaların arasında ince ve uzun bir beyaz minare var. Öyle asil duruyor ki aralarında; sanki binaların her birine meydan okuyor her an. Ve haykırıyor duruşuyla; asla susmayacağını.
Sonra, vinçler var her inşaat için ayrı ayrı dikilmiş. Nerede ne zaman görsem bu vinçleri, hep düşünürüm; düşünürüm de anlayamam nasıl diktiler, kim dikti? Yine düşünüyorum acaba bunlar nasıl duruyor diye. Ama yine akıl erdiremiyorum. Özellikle bu gökdelenlerin vinçleri; gördüklerimin en korkunç olanları. Çok yüksekteler ve durmadan çalışıyorlar. Bir tanesi minareye çok yakın. Bir minareye bakıyorum, bir vince bakıyorum. Vinç çalışıyor. Hesaplıyorum; vinç biraz daha dönse minaraye çarpıp yıkacak. Her hareketi beni tedirgin ediyor, korkuyla onu izliyorum. Derken bir yük alıyor yerden ve onu yukarı kaldırıyor, yükü kaldırırken vinç yanlış kontrolle ters dönmeye başlıyor ve korktuğum an. Aman ya Rabbi! Bu nasıl bir vahşet. Vinç minareye vuruyor ve minare çaresiz, yıkılıyor.
GENÇ'ın Yazısı.