Rüya
İnci Nida Coşkun
Güneşin ilk ışıkları odaya esenlik katıyordu. Güne içinde böylesi bir kıpırtıyla uyandığı bir günü daha hatırlamıyordu. Çoğu günler uyandığında hava kararmaya yüz tutmuş olur, güneş ışığının odaya dolmaması için perdelerini indirirdi. Fakat bugün içinde düne benzemeyen bir neşe vardı. Bunun sebebini henüz çözebilmiş değildi. Belki de gördüğü bir rüyadan kaynaklı bir sevinçti bu. Bugün dünden farklı olacaktı, hissedebiliyordu. Gördüğü rüyanın etkisi düşüncelerinde büyük yer etmişti.
Rüyasında gördüğü olayları her detayını önemseyerek ve hiçbir detayını atlamayarak hatırlamaya çalıştı. Hafızasının toparladığı kadarıyla geniş bir evdeydi. Odalara giriyordu teker teker. Girdiği her odada yeni bir kapı açılıyordu ona doğru. Kapıları açtığında içeri giren aydınlıkla birlikte yeni bir yaşama doğru yol alıyordu sanki. Odaların yanında numaralar yazıyordu. Durdu, hangi odaya girmesi gerektiğine karar vermeliydi artık. Yaşamını sürdüreceği yeri seçmeliydi. Açtığı oda dar denebilecek kadar küçük ve biçimsizdi. Rastgele konulmuş eşyalar ve etrafa saçılmış kıyafetler vardı. Penceresi dahi olmayan bir odaydı. İki kişinin güç sığacağı darlıktaydı. Duvarları koyu renkli, çatlamış, yer yer dökülmüştü. Ona yalnızca kasvet veriyordu. Sonra bir kapıyı daha açtı. Bu oda diğer odayla kıyaslandığında oldukça parlaktı. Duvarlar beyazdı, bir penceresi vardı. İki kişinin rahatlıkla sığabileceği genişlikteydi. Ve düzenle yerleştirilmiş eşyalar vardı. Bu oda ona mutluluk vermişti ancak bir sonraki odayı merak ediyordu. O oda bu odadan daha güzel olmalıydı. “Daha iyisi varken neden iyi olanla yetinmek zorundayım?” diye düşünmüş olmalıydı. Kapıya doğru ilerledi. Yavaşça açtı, gördüğü manzara karşısında dehşete kapıldı. Bu oda iki odalı bir ev genişliğindeydi. Balkona açılan kapısı vardı, duvarlar yeni boyanmış ve boydan boya penceresi vardı. Bu pencere denize bakıyordu. Pencerenin karşısında denizi seyredilmek için konulan rahat koltuklar, duvarlarda tablolar, resimler vardı. Daha önce böyle bir oda görmüş değildi. Böyle bir odayı hayallerinde bile düşleyemezdi. Bu odada yaşamak istiyordu. Ancak aklında hala bir sonraki odaya açılan kapı vardı. O oda daha güzel olacaktı muhakkak. Fakat bu geniş, bu ferah oda ona neden yetmiyordu? Düşünceleri ve kalbi bir savaş halindeydi. Bu odada yaşamak istiyordu ancak o odayı düşünmeden edemiyordu. Nasıl bir rahatlık vardı kim bilir. Hangi eşyalar, kıyafetler… Belki de o odanın penceresi denizi ve yeşilliği aynı anda yansıtacak kadar genişti. Fakat bulunduğu oda da denizi ona sunuyordu. “Belki tablolar daha canlıdır, resimler en iyi ressamların eserleridir, onları görebilmeyi ne çok isterdim” diye geçirdi içinden. Daha iyiye ulaşma arzusu nereden geldiğini ona unutturuyordu. Unutuyordu ilk girdiği rutubet kokulu odayı. Ve içinde var olan doyumsuzluk hissi, yetinememe hali galip gelmişti. Adımları onu kontrolü dışında kapıya doğru yöneltiyordu. Sanki ayakları ondan bağımsız bir şekilde hareket ediyordu, bunu durdurmak imkânsız denebilecek kadar güç bir eylemdi. Ayakları yük taşırmışçasına ağır ağır ilerliyordu. Bilinmeyen bir güç onu bu eyleme zorluyordu. Fakat o bu odayı hayallerine sığdıramayacağı kadar yakın bir hisle duyumsamıştı. Duyguları hala diriydi. Buna rağmen ayakları üzerinde tonlarca ağırlığın verdiği güçlükle kımıldıyordu. Kapıya ulaşmıştı artık. Odayla arasında yalnızca birkaç adım kalmıştı. İçinde korkuyla karışık bir endişe duygusu vardı. Umduğunu bulamamaktan korkuyordu en çok. Sahip olduğunu kaybetmekten… Ancak daha iyinin varlığı ve ona ulaşma isteği onun bu eylemini hızlandırmıştı. Kapıyı açması zor olmadı. Ama gördüğü manzara karşısında adım atması bir hayli güçtü. Bu oda ilk girdiği odaydı. Hala hafızasından silemediği rutubet kokusunu duyuyordu. Yerde yığılı eşyalar olağan çirkinliğiyle ona sırıtırcasına hamle yapıyor gibiydi. Kirden kararmış olan halı sonradan kazanılan kin duygusuyla ondan intikam alırcasına ona nefret yüklü bir ifadeyle bakıyordu. Duvarlar olağan katılığıyla hiçbir eylemini kaçırmamak suretiyle mütemadiyen onu seyrediyordu. Etrafa bakındı, bir kapı arıyordu. Ancak tüm kapıları açmış ve son kapıyı kapatmıştı. O kapı olağan kuvvetiyle üzerine kapanmıştı. Artık gidebileceği bir oda kalmamasının vermiş olduğu kaygıyla ellerini yüzünün arasına alarak telaşla gördüğü odayı hatırlıyordu. O canlı tablolar, denize bakan pencereler ve odayı alabildiğine aydınlatan ışık… Ne güzeldiler! Yalnızlığı sevmezdi ancak orada yalnız yaşamayı bile göze alabilirdi. Öylesi güzel bir odaydı. Başka odaya da gerek yoktu hem, bu oda onun sığabileceği kadar geniş ve ferahtı. Tekrar ve tekrar o odayı düşünüyordu. Bu sabitlenmiş düşünceyi aklından silebilecek tek şey, görmüş olduğu hakikatti. Gözleri kapalı bir şekilde düşlediği hayalden onu ancak gözlerini açmasıyla birlikte gelen gerçeklik ayırabildi. Düşleri hakikatten çok farklıydı. Bu farklılığı görmek istemiyordu daha fazla. Bu odada yaşamak ölümden farksızdı onun için. Dışarı çıkabilmesi için açılan bir kapı yoktu, gün ışığı bile almıyordu bu oda. Düşündü, onu ne ayırabilirdi bu hakikaten? Gözlerini yumdu tekrar, bu kez çok daha sıkı. Gözlerini acıtarak sıkı sıkıya kapatmıştı. Artık acıyı hissetmiyordu…
Biraz sonra güneşin odayı doldurmasıyla uyanmıştı, bu derin kâbustan. Karşısında duran kapıyı ve yanındaki pencereyi görmesiyle bir rahatlığa kavuşmuştu. Rüyada olduğu gerçeğinin vermiş olduğu rahatlıkla gülümsüyordu. Artık mutluydu. Çünkü doyumsuzluğun ona getirebileceği sıkıntıların farkındaydı artık. İnsan sahip olduğu güzel şeylerin kıymetini bilebilmesi için onları kaybetmek mecburiyetinde olmamalıydı. En iyisini aramak gibi bir gaflete düşmeden önce sahip olduğunu yitirmeyi göze alabilmeliydi. Böyle bir vazgeçişi göze alabilmek deli olmakla mümkündü yalnızca. Gördüğü rüyanın etkisiyle hala gülümsüyordu. Hayat ona anlatmak istediklerini rüyalarına sığdırmıştı. Aslında hayatın gerçekliğinin bulunmaz bir resmiydi bu rüya. Artık mutluydu, çünkü tek odalı bu evine yetebilmenin rahatlığını hissediyordu tüm bedeniyle. Artık nefes alabiliyordu…
GENÇ'ın Yazısı.