Sabah Vakti Kişiliğin Diriliş Vakti
Bir insanda kulluk kıvamının maya tutmasının en güzel işaretlerinden birisi, sabah namazıdır denilebilir. Bu namazın cemaatle eda edilmesine muvaffak olan kimse ise ne büyük bir bahtiyarlığa erişmiştir.
Allah Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Hira Nûr Dağı’ndan ilk vahyi alır almaz büyük bir heyecanla evine dönmüş ve bir örtüye bürünüp istirahate çekilmişti. Çok geçmeden şu âyetler nâzil oldu:
“Ey örtünüp bürünen! Kalk, birazı hariç olmak üzere geceyi; yarısını ibadetle geçir. Yahut bundan biraz eksilt. Yahut buna biraz ekle. Kur’an’ı ağır ağır, tane tane oku. Şüphesiz biz sana (sorumluluğu) ağır bir söz vahyedeceğiz. Şüphesiz gece kalkan can, direnç, dayanıklılık ve sebatkârlık bakımından çok daha güçlü ve söz bakımından da çok daha tutarlı ve düzgündür.” (Müzzemmil sûresi, 1-6)
Hak davanın ilk öncüleri olan peygamberlere, iradelerinin çelikleşmesi, yüksek bir özgüven aşısı ve yüreklerinde daimî bir heyecanın var olması için, hususiyle gece ibadeti emredilmiştir. Gece, Kur’ân-ı Kerim’in ifadesiyle “sükûnet ânıdır” diğer bir ifadeyle “sekîne zamanı”dır. “Sekîne” gönüldeki bütün kararsızlıkları bitiren, şüpheleri gideren ve kişiliğe itmi’nân (tam bir oturmuşluk) yükleyen ilâhî bir feyzdir, enerjidir.
Gece sermayesini tamamen uykuya veren kimselerde zamanla hantallık, tembellik, uyuşukluk ve iradesizlik ortaya çıkar. Hazret-i Peygamberin şu beyanları bu hakikati çarpıcı bir tablo halinde idraklerimize sunar:
“Biriniz uyuduğu zaman şeytan onun ense köküne üç düğüm atar. Her bir düğümü attığı yere, “Gecen uzun olsun, yat, uyu!” diye eliyle vurur. Şayet o kimse uyanarak Allah’ı anarsa, düğümlerden biri çözülür. Abdest alırsa, bir düğüm daha çözülür. Bir de namaz kılarsa, şeytanın attığı bütün düğümler çözülür ve böylece neşeli ve huzurlu bir şekilde sabahlar. Allah’ı anmaz, abdest alıp namaz kılmazsa uyuşuk ve tembel bir halde sabahlar.” (Buhârî, Teheccüd 12, Bed’ü’l–halk 11; Müslim, Müsâfirîn 207.)
Hayatın hemen her alanında başarılı olan ve yaşama heyecanını hiçbir zaman kaybetmeyen kimselerin ömürleri incelenecek olursa, çoğu zaman görülür ki bu zümre, özellikle gecenin feyzinden ve sabahın erken vakitlerinin bereketinden istifade etmiş bahtiyar bir zümredir. Âlimlerin, âriflerin ve dava erlerinin hayatları bunun en güzel örnekleridir.
Üstad Ali Ulvi Kurucu anlatıyor:
“İslâm âleminin büyük şairlerinden Ömer Bahaeddin Emirî’yi Kahire’de bulunduğum yıllarda tanımıştım. Hac ve Umre mevsimlerinde sık sık gelirdi, görüşürdük. İslâm dâvâsıyla, dertli biriydi.
Bu zat şöyle demişti:
“Ben müşkilpesent bir insanım. Bana adam beğendirmek çok zordur. Fakat Hasan el-Bennâ, bana kendisini hem beğendirdi, hem sevdirdi...”
Sonra, Hasan el-Bennâ ile beraber geçirdiği günleri şöyle anlatmıştı:
Hasan el-Bennâ ile beraber, Müslüman Kardeşler teşkilâtının kaza ve köylerde kurulacak bazı şubeleri için seyahat ettik. Oralara gittik. Beni de yanında götürdü. Bazı köyler var ki, vâsıta işlemiyor; oralara ancak merkep sırtında gidilebiliyordu.
Geceleri âbid olmayan ve hele bir de sabah namazını uykuya feda eden kişiliklerden, mücahid şahsiyetler ve dava adamları çıkarma hayali, esasen boş bir hayaldir. Böylelerinden ancak laf mücahidleri çıkar.
Yine merkeplere binip bir köye gittik. Sanki lüks bir arabadaymış gibi Üstadın neşesi görülecek şeydi. Bir köye geldik. Gece olmuştu. Çok yorgun düşmüştük. Fakat köy sapa ve haberleşmek mümkün olmadığından, bizim geleceğimiz bildirilmemişti. Köylü, geleceğimizden habersizdi. Üstad dedi ki:
“Ömer kardeş, köylü bizi misafir etmek ister, bu ikramı gönülden yapar. Fakat biz habersiz geldik. Ne hâldedirler bilinmez... Resûl-i Ekrem Efendimiz: “Seferden döndüğünüzde, geceleyin habersiz, ani olarak evinize gelmeyin” buyuruyorlar... Binaenaleyh, mescidde bir müezzin odası var, orada kalalım diyorum, ne dersiniz?”
“Efendim, nasıl isterseniz öyle yapalım” dedik. Yanımızda birkaç da genç vardı.
Ben yorgunluktan bitkin hâldeydim. Üstad, “Ben alışkınım” diyerek, müezzinin yatağını yorganını bana verdi. Kendisi abasına sarıldı yattı. Benim itiraz edecek mecalim yoktu. Yatağa yattım. Hâlsiz, dermansız uyuyup kaldım.
Gece yarısını geçmişti ki, kavun karpuz yemiştik, abdeste kalkmam icap etti. Dışarı çıktım. Bir de baktım ki, bizim pehlivan, aslan, seccadesini almış, mescidin avlusuna sermiş teheccüd kılıyor...
Dedim ki:
“Bu lider nasıl sevilmez yahu! Düşünen o, yazan o, dertleri dinleyen o, her yere koşan o, dağ tepe aşan o, sonra da gecenin bu saatinde teheccüde duran o... Yahu böyle adam, böyle lider nasıl sevilmez!”
İşte iz bırakanların, yol açanların ve gönüllere sultan olanların halleri hep böyledir. Bir ârifimizin ifadesiyle “Geceleri harıl harıl çalışanlarla horul horul uyuyanlar asla bir olmazlar.”
Belki herkesten bu seviyede bir gece uyanıklığı ve istifadesi beklemek gerçekçi olmayabilir. Ancak, o sabah namazı diriliği var ya, işte o olmazsa, artık böyle birinden hayırlı bir kişilik kalitesi çıkmaz. Zira insaniyet tohumlarını yeşertecek rahmet damlaları, bereketli bir şekilde çoğu zaman bu vakitlerde gönüllere lütfedilir. Sabah namazının fazilet, hikmet ve sırları dille ifade edilemeyecek kadar çok olduğu içindir ki Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- bu sırrı şöyle ifadelendirir:
“İnsanlar eğer yatsı namazı ile sabah namazındaki fazileti bilselerdi, emekleyerek ve sürünerek de olsa bu iki namaza gelirlerdi.”
(Buhârî, Ezân 9, 32) “Sabah namazını kılan kimse Allah’ın himayesindedir. Dikkat et, ey Ademoğlu! Allah, bizzat himayesinde olan bir konuda seni sorguya çekmesin.” (Müslim, Mesâcid 261–262).
Bir insanda kulluk kıvamının maya tutmasının en güzel işaretlerinden birisi, sabah namazıdır denilebilir. Bu namazın cemaatle eda edilmesine muvaffak olan kimse ise ne büyük bir bahtiyarlığa erişmiştir.
Özellikle gençlik yıllarında kulluk aşısının yapılabileceği en güzel pratikler, sabah namazının cemaatle edildiği buluşmalardır. Yatak, mıknatıs misali bedeni çekerken, bu cazibeye dur diyerek vücudu yataktan sökerek kıyâma durmak, bütün benliğin tüm hücreleriyle birlikte ayağa kalkışı demektir.
Bütün ârif ve mürşidler, insanın kişilik uyanması ve tekâmülünü sağlamak maksadıyla, seherin feyzini ve sabahın bereketini zaruri görmüşlerdir. Geceleri âbid olmayan ve hele bir de sabah namazını uykuya feda eden kişiliklerden, mücahid şahsiyetler ve dava adamları çıkarma hayali, esasen boş bir hayaldir. Böylelerinden ancak laf mücahidleri çıkar. Yürek ateşi, seherde ve şafağın loş karanlığında tutuşur. Yüreği tutuşmayanlar, ham kalmaya mahkûmdurlar. Öyleyse “Namaz uykudan çok daha hayırlıdır” idrakiyle “hayye ale’s-salah” ve “hayye ale”l-felâh” davetine icabetle daha diri bir hayata merhaba diyebilmek, gerçek yiğitliktir.
Adem Ergül 'ın Yazısı.