Yunus Emre Tozal

Ahmet’in kıraatiyle kıldığımız gece namazı ve sabah namazı, bir cennet yaşatmıştı bizlere. O günkü sabah namazı bizlere cennetin fragmanını izletmişti.

Yeni gelen öğrencilere türlü türlü şakalar yapmak, Kur’an kurslarının vazgeçilmez anıları arasındadır; muhakkak her yerde yapılır. Bu şakalar sayesinde öğrencilerin kursa alışma ve öğrencilerle kaynaşma dönemleri her ne kadar kısalsa da; bazen hayat boyu unutulmayacak anılar ortaya çıkar. Anılar hafızada bir elbise gibidir; giyilir; maziye gidilir ve yaşanan âna geri gelinir. Zamanla bizden bağımsız birer birey gibi olurlar; tüm kokularıyla, giysileriyle, oyuncaklarıyla, birbirinden kıymetli eşyalarıyla, kendine ait tabiatıyla seriliverir gözümüzün önüne...

Kur’an kursu hatıraları deyince önce yatakhaneler akla gelir; akşama kadar yapılan haylazlıklar yetmez; bir de yatmadan önce hatta gece uykudayken yapılan şakalar vardır. Yatakhanelerde anlatılan menkıbelerle hep beraber bir araya gelinir, fıkra diye ilginç ilginç belki başka hiçbir yerde dinleyemeyeceğiniz hikayelerde öğrencilere fantastik bir dünyanın kapıları açılır. İşte o kapı açıldı mı, öğrenciler için yakın gelecekte maceralar da başlamış olur.

“... çok ilginç bir ışık gördüm. Ama odanın ışığı kapalıydı bir baktım saat 03:30, dışarıda dolunay süzülüyor. Gece alabildiğine insanı içine çekiyor. Peki gördüğüm bu kadar ışık nerden geliyordu?...” şeklinde devam eden bu hikaye-menkıbe ortaya karışık öykülerin ortak özelliği, geceleri meydana gelmesidir. Merak uyandırmasının yanında gittikçe tedirgin bir hale bürünen bu hikâyeler, anlatıldığı ortamlarda hemen tesirini göstermese de, belirli bir süre sonra zihinlerde şekillenir ve tekrar tekrar gündeme gelirdi. Sabah namazının ibadetin en zoru ama kalpte en güzel tadı bırakan bir namaz olduğu konuşulur, namaza erken kalkmanın ve tesbih çekerek mescidde beklemenin çok büyük bir sevap olduğu anlatılırdı. Hem rivayetlere göre Hızır aleyhisselam da sabah namazında görünür, mescidde bulunanlara dua eder ve namaz kıldırırdı.

Şeytanı Yenmek

Eylül ayından itibaren kursun yeni dönemine kayıt yaptırıp gelen öğrenciler, ilk geldiklerinde kursa gelişigüzel yerleştirilse de, Kasım ayı itibarıyla yeni bir düzene geçerler; sınıfları artık bir daha değişmeyecek şekilde netleştirilirdi; yatakhaneler düzenlenerek yeni gelen öğrencilerin hepsinin aynı yatakhanede kalması sağlanırdı. Yeni düzene geçildikten sonra Çubuk Kur’an Kursu’nun da gelenekselleşmiş şakaları arasında yer alan yüz boyama ve sabah namazına erken kaldırma şakası için geri sayım başladı. Geceleri yüzleri siyah ve kahverengi ayakkabı boyalarıyla boyanan yeni gelen öğrencilerin, sabahları birbirlerinin yüzlerine bakınca yaşadıkları şaşkınlıklar ve tedirginlikler unutulmaz anlar arasında yer almıştır. Yüzleri boyanan öğrenciler, durumu sabah namazı için abdets alırken farkederler, kurumuş boyayı uzun uğraşlar sonucu sabunla çıkarırlardı. Suyun soğuk olduğunu düşünürsek; sabah sabah başa gelen bu durum, gülünç olduğu kadar da bir musibet gibiydi. Sadece yüzdeki boyayı çıkarmak yetmezdi; uykudayken yüzdeki boyalar yatağa ve yorgana da bulaşır; sabah ayrıca çarşaf ve nevresim değişimini zorunlu kılarak epey uğraş verdirirdi.

Yüz boyama şakalarının ardından yatmadan önce hafızlar tarafından anlatılan hikayelerde, teheccüt namazını sabah namazıyla birleştirmenin hikmeti üzerinde durulur; sabah namazını beklemenin faydası üzerine konuşulurdu. Bu hikâyelerin ardından sabah namazına yakın bir vakitte; kuşların cıvıldamaya başladığı, sessizliğin daha bir hâkim olduğu zaman diliminde şeytanların mescide adeta bağlandığı üzerine basa basa dillendirilirdi. Hatta bazen yeni gelenlerin duyacağı bir sesle sabah namazından sonra “bir gün daha şeytanı yendik” denir ve şükredilirdi.

Bir akşam yeni gelen öğrencilerin hepsi yattığında yatakhanedeki ve mescitteki saati gizlice değiştirip iki saat ileri aldık. Ardından özellikle kol saati kullanmayan iki-üç öğrenci seçilerek sabah namazına kaldırdık. Abdest alırlarken daha önce planladığımız gibi bir arkadaşımız şartelleri indirdi. Elektiriklerin gittiğini söyleyip mum yaktık. Abdesthaneden mescide mumla gelip hep beraber mescide girdik. Bir arkadaşımız daha önce mescide gelmiş ve üç basamaktan oluşan ahşap minberin içine saklanmıştı. Başka bir arkadaşımız ise imamın cübbesini giymiş, sarık takmış ama kimsenin göremeyeceği şekilde, ahşam minberin arkasına tam köşeye oturmuştu. Biz mescide girdikten sonra ahşap minberin içindeki arkadaşımız gizlice tütsü yaktı ve mescid bir anda farkedilir derecede hoş bir kokuyla dolmaya başladı.

Şakayla başlayan program, gerçeğe dönüşmüş, herkes iç dünyasına dalmıştı. Sabah namazına kalkmaya başlayan öğrenciler mescide geliyor, ortam kalabalıklaşıyordu. O sabah nedense ışıkları kimse açmadı, mum ışığında güneşin ağarmasını bekledik mescidde. Şakayı düzenleyen arkadaşlarla unutamayacağımız bir an yaşamıştık.

Sabah namazının vaktini beklerken yeni gelen öğrencileri kaldırdığımız ve hep birlikte mescide indiğimiz hafızlar topluca zikretmeye başladılar. Besmeleden Allah’ın 99 esmasına istiğfar dualarına varıncaya kadar huşu içerisinde zikrederek mesciddeki ortamı hareketlendirdiler. Bu esnada hesaba hiç de katmadığımız Orhan hocamız mescide geldi. Öyle zannediyorum ki Orhan hocanın mescide geldiğini sadece ben fark ettim. Evi yakınlarda olmasına rağmen genelde namazdan sonra gelen Orhan hoca, bazen kursa geceleri gelir, mescidde oturur ve sabah namazı için mescide ilk defa gelen öğrenciyi ödüllendirirdi. Ödül, genellikle üç haftada bir çıkılan izinlere bir gün önceden; yani Perşembe’den verilen izinler olurdu. Öğrenci eğer Cuma günkü dersini Perşembe günü dersiyle beraber verebilirse; Perşembe günü ikindi namazından sonra evine gidebilmesi için Orhan hoca, kurs idarecilerinden Muammer hocadan izin alır ve öğrenciyi evine gönderirdi. Kursta Perşembe günü izne gidebilmek büyük bir olaydı ve hemen her öğrenci bir şekilde izni halledip Perşembe’den gitmeye; böylelikle haftasonu da dahil dört gece ailesinin yanında kalmaya çalışırdı.

Orhan hoca mescide geldiğinde önce arka tarafa oturdu ve bir müddet bizi izledi. Mum ışığında loş bir ortamda zikreden hafızları bir müddet izledikten sonra yavaş yavaş aramıza doğru geldi ve zikre katıldı. Onun zikre katılışını gören hafızlar ilk anda çok tedirgin olsa da, yaptıkları şakanın etkisinden kurtulup gerçekten de kendilerini zikre vermeye başladılar. Bu esnada ahşap minberin arkasında cübbesiyle ve sarığıyla saklanan Halil, Orhan hocayı fark edememiş olacak ki planladığımız gibi arada bir Allah nidalarıyla ortamı inletmeye başladı. Öğrenciler korkmaya başlasa da Orhan hocayı gördükçe tedirginlikleri azalıyordu. Zikir bir müddet devam etti ve yavaş yavaş sesler azalınca nihayete erdi. Tam bu esnada Orhan hoca arkamızdayken Hafız Sami, “Hadi, Hızır (a.s.) gelmiş, arkasında namaz kılalım” dedi. Bir an birbirimize baksak da, Sami’nin de Orhan hocayı fark edemediğini anladık ama bir yandan da planımız işlemeye devam ediyordu. Ahşap minberin arkasından tüm heybetiyle mihraba geçen sarıklı arkadaşımız Hafız Ahmet bize o gece unutamayacağımız bir namaz kıldırdı. Muhteşem kıraatiyle ilk rekatta Rahman suresini, ikinci rekatta Vakıa suresini okuyan Ahmet, sanki rol yapmıyor; gerçekten de aşka gelmiş bir şekilde huşuyla namaz kıldırıyordu. Öğrenciler Orhan hoca olduğu halde müthiş korkmuşlar, Orhan hoca da nedense sesini çıkarmayıp yeni gelen öğrenciler arasına katılmış ve programa uymuştu.

Şakayla başlayan program, gerçeğe dönüşmüş, herkes iç dünyasına dalmıştı. Sabah namazına kalkmaya başlayan öğrenciler mescide geliyor, ortam kalabalıklaşıyordu. O sabah nedense ışıkları kimse açmadı, mum ışığında güneşin ağarmasını bekledik mescidde. Şakayı düzenleyen arkadaşlarla unutamayacağımız bir an yaşamıştık. Orhan hoca daha sonradan gece zikre katılan arkadaşlarımızın isimlerini aramızdan birinden öğrenmiş olacak ki, izne erken çıkmak için Cuma dersimizi erkenden yapmamız istendi. Yaklaşık on arkadaşımız ve üç yeni arkadaşımız Perşembe günü izne çıktık. Yıllar sonra bile gece namaza kalktığımızda hepimizin iç dünyasında kursun mescidinde yaşadığımız o muhteşem anlar saklı kaldı. Hafız Ahmet’in kıraatiyle kıldığımız gece namazı ve sabah namazı, bir cennet yaşatmıştı bizlere. O günkü sabah namazı bizlere cennetin fragmanını izletmişti. 


GENÇ'ın Yazısı.