Melekler Kapıya Dayandı!
Telefonumun alarmını imsak vaktinden 15-20 dakika öncesine kurarım ve her gün o vakitte uyanırım. Kalkar, evimin kapısını ardına kadar açarım. Kenara çekilirim, sanki evime misâfir geliyormuş da içeri buyur ediyormuşum gibi tebessüm ederim. Gözlerimi kapatır, dakikalarca sanki meleklerin, Rabbimin ikram ve rahmetini getirip evime dolduruyor olduklarını hayâl etmeye çalışırım...
Zaman zaman uğraştığı ticârî alan ile ilgili kurumumuza uğrayan, hayli vakittir bizimle sürdürdüğü irtibat ile de çeşitli hayır ve hizmetlere hisse arz eden bir hanımefendi vardı.
Görüntü ve fark edilen hayat tarzı ile, dindar ve dînî hassasiyetlere dikkat eden bir kişi olmadığı çarçabuk düşünülebilirdi. Rûhuna, gönül yufkalığına ve beşerî muamelâtına duyulan îtimâdımız ile de arkasından hep duâ alırdı.
Yine böyle ortamımıza uğradığı bir gün, mevzu nereden açıldı, nasıl oldu ise birden:
”Biliyor musunuz? Ben her gün namazlarımı kılarım...” dedi.
Şaşırdık açıkçası. Çünkü onun kadın başına içerisinde bulunduğu ticârî yoğunluk, kılık kıyâfet, makyaj, seyahat ve ekstra keyfiyetler üzere kurulu olduğunu düşündüğümüz hayat tarzı içerisinde namaza yer, namaza zaman, ibâdet etmeye tâkat var mıydı ki?
Mahzunlaşıp, boynunu da bükerek, “Gündüz namazlarını vaktinde kılamıyorum ama... Eve gider gitmez, kazâ ediyorum” dedi.
Biz, yaşadığımız şaşkınlığı henüz üzerimizden atamamışken, son olarak şunları söyledi:
”Sabah namazlarını hiç kaçırmam!. Hatta çok eskiden duyduğum bir şey vardı: ‘Allah sabah namazından önceki vakitten îtibâren melekleri vâsıtası ile rahmet yağdırırmış.’ Telefonumun alarmını imsak vaktinden 15-20 dakika öncesine kurarım ve her gün o vakitte uyanırım. Kalkar, evimin kapısını ardına kadar açarım. Kenara çekilirim, sanki evime misâfir geliyormuş da içeri buyur ediyormuşum gibi tebessüm ederim. Gözlerimi kapatır, dakikalarca sanki meleklerin, Rabbimin ikram ve rahmetini getirip evime dolduruyor olduklarını hayâl etmeye çalışırım... Vakit girince de pür tesettür namazımı kılarım...
Dolmuşa, otobüse binerken besmele çeken, Allah anıldığında duruşunu, oturuşunu düzelten, Peygamberimiz anıldığında elini kalbine götürüp salâvat getiren gayr-i İslâmî şahsiyet zannı verenleri görüyor, seviniyor da insan, böylelerine de gıpta nazarıyla bakıyor artık...
Bahsi geçen vaktin kıymetini bilme nîmetine erişmiş olmak, başka bir bahtiyarlık... Hele o nîmeti, yüksek bir idrak ile yaşamaya, hazmetmeye, bir dünyâ ve âhiret sermâyesine dönüştürmeye çalışmak apayrı bir kazanım.
Son zamanlarda, özellikle gençlere yönelik tertip edilen sabah namazı buluşmaları, hayli güzel gelişmelerin yaşanmasına sebep oluyor. Şu anda uzakta olsam da, memleketimde organize edilen bu programları ilgi ve sevinçle tâkip ediyorum.
Bu tür organizasyonların, aslında bir “hadi” diyen olsa da biz de bu “etkinliğe” katılsak, diyerek, kendilerini, mütedeyyin insanların içine harmanlamak isteyenler için de fırsat olduğuna inanıyorum.
Merhum Sâmi Efendi Hazretleri’nin imamlık yaptığı, sohbetlerini icrâ ettiği Adana Ulu Câmi artık, organizasyon yapılan bâzı özel günlerde, yarım saf, bir saf ileri yaş cemaatin arkasında, birkaç saflık genç cemaat ile farklı bir coşku yaşıyor.
Yine, özellikle bizim Adana Genç Gönüllüler Derneğimizin yönetim kurulunda ve üyeliklerinde bulunan genç kardeşlerimiz, edindikleri bir âdet üzere pazar günleri, kimi zaman âileleriyle berâber çoluk çocuk, 70 km mesafedeki Kozan ilçesinde bulunan târihî Hoşkadem Câmii’ne sabah namazına gidiyorlar. O diyârın çok sevilen şahsiyeti muhterem Abdurrahman Yılmaz Hocaefendi’nin, Kâbe imamları kıvamındaki güzel ve tok sesiyle kıldırdığı namaz ve tâlim ettirdiği zikir ile bizim ekip kendinden geçiyor...
Tabii bu bahis ne zaman geçse, Sâdi Şirâzi’nin anlattığı şu hâdise de hep aklıma geliyor:
“Çocukluğumda bir gece, babamın yanında oturuyordum. Bütün gece gözümü yummamış, Kur’an-ı Kerim’i elimden bırakmamıştım. Birtakım kimseler, etrâfımızda uyuyorlardı. Bir ara, onları göstererek babama:
”Şunların, bir tânesi bile başını kaldırıp iki rekât namaz kılmıyor. Hepsi öyle uyuyor ki, ölmüşler sanırsın” dedim.
Bana, ‘Ah evlâdım.. Keşke sen de uyusaydın da, böyle elâlemin dedikodusunu yapmasaydın...’ dedi.”
Değil mi ama... Melekler kapıya dayanmış... Rahmet ve mağfiret getirmişler. Tutamadığın dilin, zapt edemediğin kalbinin hâl lisânı ile sanki, “evde yoğum” diyeceksin... Aman haaa… :)
Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.