İslamofobya`nın Temeli veya Avrupa Hun Devleti
Gökhan Gökçek
Kavimler Göçü, Avrupa’nın bugünkü etnik yapısının oluşmasında temel etkendir. Gördünüz mü hareketi? Sen yeni yurtlar edinmek için kalk, Batıya ilerle, sonra önüne koyduğun herkes senden kaçarak daha ileriye gitsin! İşte, Batıda ‘Türk’ korkusunun ilk nüvesi buradan gelir.
Cumhurbaşkanlığı forsuna binaen, forsun sözümona ‘tefsirini’ yapmaya devam ediyoruz. Bir önceki sayımızda Batı Hun Devleti’ni daha doğrusu bize miras bıraktığı ve 15 Temmuz’da bizde zuhur eden ‘ruhu’ anlatmaya çalışmış idik. Amacımız Reis-i Cumhurun makamındaki sembolü açıklamak, tarih bilgisi vermek olsa da; bize kalan mirasın sadece ‘devlet’ olmadığını, güncel hadiselerde karşımıza çıkan ‘geçmişin haşmetini’, ‘sorumluluklarımızı’ biz istemesek de(!) dostlar, mazlumlar tarafından bize yüklenen anlamı veyahut düşmanlarca biçilen hesabı anlatmak. Böylelikle ‘ne olduğumuzu’ hatırlatmaya niyetlenirken, nasıl olmamız gerektiğine dair de bazı çıkarımlara açık kapı bırakmak istiyoruz. Evet, çıkarımı biz yapmak istemiyoruz; çıkarımlar için açık kapı bırakmak istiyoruz. Necip milletin tahayyülündeki devlet öğesi esasta aynı olsa da usulde farklılıklara karşılık gelebilir. Çünkü Diriliş Ertuğrul dizisinde ‘Aksakallı’ların reisinin dediği gibi: “Her Türk bir devlettir!” Güncele bir gönderme daha yapalım ki, zihinlerdeki taşlar daha rahat yerine otursun, değil mi?
Avrupa Hun Devleti, devlet silsilemiz içerisinde yer alan ‘büyük’ Türk devletlerinden üçüncüsüne karşılık gelir. Çinliler ile sonu gelmez savaşlara boylar arası çekişmeler de eklenince birçok topluluk Hazar Denizi kıyılarına doğru hareket eder. Zaman içerisinde bölgede ciddi bir nüfus oluştururlar. Kısa bir süre sonra büyük bir harekete sebep olacaklardır. Hem de ne hareket! Etkisi günümüzde dahi görülecek. Karadeniz’in, Balkanlar’ın, Avrupa’nın doğal olarak Asya’nın kaderine derin bir etki etmiş hareket hem de! Birazdan izah edeceğiz, şimdilik sabredin.
Avrupa Hunları’nın kuruluş tarihi M.S. 374 kabul edilirdi. Yapılan son çalışmalar kuruluşun 350 yılına karşılık geldiğini kanıtlamıştır. Devlet, Asya içlerinden Hazar Denizi kıyılarına olan bölgede ilk teşekkülünü gerçekleştirir. Bilinen ilk hükümdarı ‘Kama Tarkan’ olarak kabul edilir. Kama ismine dair çalışmalar sürse de, ismin Avrupa kaynaklarından alınmasından ötürü neye karşılık geldiği bilinmez. İlk yazımızda da bahsettiğimiz gibi yazıya geç, afedersiniz ‘çok geç’ geçişimiz, burada da bize zorluk çıkarıyor. Hakanlarımızın, atalarımızın, şehirlerimizin isimlerini Çinçe, Rusça, Grekçe, Latince veyahut Arapça ile Farsça kaynaklardan öğreniyoruz. Öğrenebilsek ne ala; onlar kendi dil yapılarına göre kaydettikleri için, öğrenemiyoruz bile. “Onların kaydettiklerini Türkçe’ye nasıl çeviririz” diye uğraşıp duruyoruz. Neyse, devam edelim. “Olmuş ile ölmüşe çare yok” ne de olsa. Tarkan kelimesinin anlamını biliyoruz. İlk anlam olarak ‘komutan’ demektir. Asker, idareci gibi anlamlara da gelir.
Tarkan tâbiri genel anlamda unvan olarak kullanılır. Türk devlet geleneğinde hakana unvan vermek olmazsa olmazlar arasındadır. Kama Tarkan’dan sonra başa Balamir geçer. Balamir ile beraber Hunlar, Batıya doğru ilerler. Askeri ilerleyiş Gotlar ile karşı karşıya getirir. Hunlar büyük bir zafer kazanır. ‘Barbar’ olan/adlandırılan Gotlar Batıya kaçar. Alanları, Alanlar Germenleri, Germenler Frankları iter. Daha birçok Balkan ve Avrupa kavmi bu sırada batıya ilerler. Oluşan bu göç silsilesine ‘Kavimler Göçü’ denilir. Kavimler Göçü, Avrupa’nın bugünkü etnik yapısının oluşmasında temel etkendir. Gördünüz mü hareketi? Sen yeni yurtlar edinmek için kalk, Batıya ilerle, sonra önüne koyduğun herkes senden kaçarak daha ileriye gitsin! İşte, Batıda ‘Türk’ korkusunun ilk nüvesi buradan gelir. Balamir’den sonra başa Alipbi/Alypbi geçer. Onunla beraber devlet, Balkanlar’da yerleşmeye başlar. Tuna Nehri üzerinden Trakya bölgesine geçilir. Gotlar’dan boşalan yerler doldurulur. Alipbi’den sonra başa Uldız geçer. Kavimler Göçü’nün etkisiyle büyük sarsıntılar yaşayan Büyük Roma İmparatorluğu, bu dönemde ikiye ayrılır. Doğu Roma Ortodoksluk ile Grek kültürünün, Batı Roma ise Katoliklik ile Latin kültürünün temsilcisi olarak konumlanacaktır. En büyük gücün ikiye ayrılmasından sonra Uldız Macaristan’a kadar ilerler. Hazar’dan inen diğer orduları ise Urfa-Lübnan hattını kontrol altına alır. Anadolu’ya ciddi anlamda ilk geliş aslında bu tarihlerdir, takriben 395! Yani öğretildiği gibi Anadolu’ya 1071’de falan gelmedik. 1071’de geldik, doğru, ama ‘ilk defa’ değil, ebeden kalmaya geldik! Neyse, devam edelim. Uldız’dan sonra Karaton başa geçer. Onun döneminde askeri anlamda pek fazla gelişme gösterilmez lakin devlet teşkilatlanması güçlendirilir. Devletin varlığı sağlamlaştırılır. Karaton’dan sonra Rua başa geçer. Rua ‘büyük hükümdar’ iken kardeşleri Aybars, Muncuk ve Oktar da iktidara paydaş olurlar. Rua, İstanbul merkezli Doğu Roma’yı tahakküm altına alır, vergiye bağlar. Rua’nın ölümüyle beraber başa Muncuk’un oğulları Bleda ve Atilla geçer. Bleda’nın zayıf idaresinin karşısında Atilla’nın eşsiz komutanlığı göze batar. Sonunda Atilla başa geçer. Atilla ‘cihangir’ idi. Dünyaya hükmetmek istiyordu. İşe hızlı başlayan Atilla, vergisini ödemeyen Doğu Roma üzerine akınlar düzenler. Vergiyi üç katına çıkarır, savaş tazminatı alır ve hakimiyetini pekiştirir!
Batı Roma’yı da topraklarına katmak isteyen Atilla yaklaşık 200 bin kişilik ordu ile Galya önlerine gelir. Denk bir kuvvet ile çarpışır. Roma orduları geri çekilmek zorunda kalır. Hani şu Latinlerin meşhur şehri, destanlar fışkıran Galya var ya; Atilla tarafından akın ganimeti olarak alınır!
Atilla ne yapıp edip Batı Roma’yı da almak, hakimiyetini dünyanın en büyük gücü kabul edilen devlete tanıtmak istiyordu. İlk savaşın bahanesi ‘Roma İmpatorunun kızını alan Atilla’nın toprakların yarısını çeyiz olarak istemesi’ idi. Görüyorsunuz değil mi haşmeti, kudreti? Hem düşmanın kızını alacak hem de buna karşılık topraklarının yarısını çeyiz olarak isteyecek. Olacak iş değil! Lakin ‘at binene göre kişner’ derler. O kadar hızlı şekilde Balkanlar’ı, Avrupa’yı akınlar ile dize getirir ki Atilla; kimse karşısında duramaz. Amiyane tabirle sudan bahaneler üreterek savaşlar çıkarır, zaferler kazanır! Atilla’nın bu denli hızlı, önlenemez ilerleyişi Hristiyan dünyasında müthiş bir buhrana sebep olur. Sekiz yıl gibi kısa sayılabilecek bir sürede Avrupa’yı, Avrupa’nın en büyük gücünü Atilla dize getirince, Avrupalılar mırıldınmaya başlar: Tanrı kızgın olduğu için Atilla’yı ve Türkleri gönderdi, bizi cezalandırıyor. Atilla olsa olsa ‘Tanrının kırbacıdır!’ Yoksa hiçbir ordu bu kadar kısa sürede ilerleyemez!
Sonunda (Batı) Roma önlerine gelen Atilla, otağını kurar. Şehrin mimarisine zarar vermek istemez. Ayrıca bölgedeki veba salgını nedeniyle de şehre girmez. Muazzam ordusu ile surların önünde bekler. Yoksa Milan, Verona, Pavia gibi tarihi İtalyan şehirleri akınlar ile düşer. Son çare olarak Papa, Atilla’nın huzuruna çıkar. Papa I. Leo, Atilla’dan aman diler. Şehrin tahrip edilmemesini, Roma’nın Atilla’nın mülkü olduğunu beyan eder. Ganimetler, hediyeler sunar. Bir rivayete göre Atilla’ya Hristiyanlığa geçmesi konusunda telkinde bulunur. Lakin Atilla şu cevabı verecektir: “Siz şaşırmışsınız! Tanrının oğlu mu olur? O, tektir!” Atilla taleplerinin yerini bulduğunu görünce vergisini alır ve geri çekilir. İşte, Avrupanın Türk korkusu hatta İslam ve Türk’ü eşdeğer gördükleri için İslamofobi’ye evrilecek olan ‘milli korkusu’nun arka planında Hun (Türkleri) vardır. Çünkü onlar Türkleri, Atilla nezdinde başlayarak ‘Tanrının kırbacı, kendilerini cezalandırıcı’ olarak görmüşlerdir. Onlar da haklı; bu kadar kısa sürede bu kadar muazzam askeri başarıları tarihte başka hangi millet kazanmış ki?! Şu soruyu da akıllarından hiç çıkarmazlar: “Ya Tanrı bizi tekrar cezalandırmak için Türkleri yeniden gönderirse?! Oh, my god!”
GENÇ'ın Yazısı.