Son Kara Parçası
Güney Afrika’nın tarihi Ümit Burnu’ndan doğuyor. Denizcilerin umudu karanlık sulara uzanan son kara parçasında. Fırtına Burnu rüzgârlı. Okyanusun altında görünmeyen parçalanmış gemiler, kırılmış zeytinyağı testileri, dizi dizi boncuk keseleri ve yıpranmış altın paralar...
Table Mountain, Atlantik Okyanusu’ndan yükselen Anka Kuşu. Bu sabah sinirli, beyaz örtüsüne bürünmüş çıkmamıza izin vermiyor. Saklanmış bulutların altına. Poseidon bile kıskanıyor devlerin sofrasını. Bir zamanlar denizle örtülü olan granit zirveye teleferikle çıkıyorum. Birkaç dağcı tırmanıyor dik yamaca. Kilometrelerce kumsal Cape Town’u sarmış. Afrika’ya benzemeyen modern, yeşil bir şehir uzanıyor kıyıda. Zirvede rüzgâr çalıların büyümesine izin vermeden koparıp savurmuş otları ve kayaların arasında milyonlarca yıl evvel yaşamış deniz canlılarının fosilleri. Denizcilerin görebilmek için yarıştığı, sevinç çığlıklarının yükseldiği, bilinmeyene yelken açan gemiler yok artık. Kaptanlar kıyıyı ilk görene mükafat vermiyor. Fırtınanın yaklaştığını anlamak için havayı koklayıp martıların izini sürmüyorlar.
Cape Town okyanusun getirdiği hava değişimlerine alışık. Akşam yağan yağmur güneşli bir sabaha açarken gözlerini, bir anda bulutlar kaplayabilir şehri ve soğuk rüzgâr kemiklerinizi sızlattığında, güneş görünebilir; jiletle kesilmiş gibi dümdüz yükselen dağın üstünden.
Waterfrond’da Victoria tarzı bir binada kalıyorum. Yelkenliler, katamaranlar sıra sıra dizilmiş. Fok balıkları dolanıyor aralarında ve bazen güneşlenmek için teknenin arkasına atlayıveriyorlar. Şehir merkezi saat beşte kapandığında ise genci yaşlısı limana geliyor. Gösteri yapan palyaçolar, dans eden sevgililer ve sokak müzisyenleri. Kurban Bayramı olduğu için park Müslüman çocuklarla dolu. Parlak tuvaletli kızların bazıları kapalı. Siyahi, beyaz, Müslüman, Hristiyan fark etmiyor; hepsi bağıra çağıra oynuyorlar. Üç bin deniz canlısının yüzdüğü akvaryumdan çıkarken birbirlerine sataşıyorlar, ben de ıslanmadan seyrediyorum denizin altını. Göz göze geliyorum kocaman yengeçle, kıskaçlarını açıp kapatıyor. Bir adam çocuklar için yapılan yuvarlak akvaryumun ortasındaki boşluğa girip Nemoları öpüyor. Deniz anaları dalgalanırken kocaman bir kaplumbağa süzülüyor suya. Çiçek gibi gözüken Denizşakayığı aslında bir etobur. Çocuklarla sıraya girip en parlak renklisine dokunuyorum, sarılıyor parmaklarıma.
Cape Town’u geziyorum, kalenin duvarlarında toplar, otuz dokuz çanlı saat kulesi, Mandela’nın konuşma yaptığı belediye binası, zemininde İngiliz ve Hollandalı devlet adamlarının gömülü olduğu kilise. Köle evinin panjurları kapalı. Beyaz adam utancını saklamak için kültür merkezine dönüştürse de geçmişin izleri dehlizlerde. Şehrin bir yanında yüksek duvarlı, elektrikli telle korunan dev malikaneler, diğer yanında tenekeden evler. Alüminyum çatılardan birbirine uzanan elektrik telleri, toprak yolda koşturan çıplak ayaklı çocuklar.
Kirstenbosch National Botanik Garden bir çiçek krallığı. Havuzlar, akarsular, taş döşeli yolun üstünü kapatan ulu ağaçlar ve Afrika çiçekleri bu kıtayı çöl zannedenleri yalanlıyor. Bo-Kaap’ta sokağı baştan aşağı saran renkli evler özgürlüğün simgesi. Beyaz elbiseler giyen köleler efendilerinin baskısından kurtulduklarında ilk evlerini yapıp yıllardır hasret oldukları renge boyadılar. Bir kova mavi, bir teneke kırmızı boya ne kadar değerliydi onlar için. Bu mahallede yaşayan Malay Müslümanlar her Ramazan Bayramı arifesi evlerini komşusundan farklı bir renge boyadı. Sabah rengarenk yeni kıyafetlerini giyerek bayramlaştılar.
Bir kumsalda penguenler, diğerinde foklar, ötekinde koşan atlar ama su girilemeyecek kadar soğuk. Gece olduğunda şehre inen penguenler ılık havuzlara atladı. Akşam yemeği hazırlayan kadın pencereden onu süzen yarı balık yarı kuş hayvana kırıntılardan atarken birkaçı daha yaklaştı cama. Kimse yadırgamadı, kimse dokunmadı.
Afrika’nın en güneyi sıcak Hint Okyanusu’yla, soğuk Atlantik’in buluşma noktası ve bu çarpışma pek çok deniz canlısını kendine çekiyor. Yunuslar binlerce sardalyenin peşinde, balinalar kaçan sardalyelerin; kuşlar ise dalarak katılıyor ava. Rüzgâr hiç durmadan savuruyor dalgaları. Buharlaşan sular hayat veriyor karaya. Yağmurlar ıslatıyor yeşil ormanları. Güney Afrika’nın tarihi Ümit Burnu’ndan doğuyor. Denizcilerin umudu karanlık sulara uzanan son kara parçasında. Fırtına Burnu rüzgârlı. Okyanusun altında görünmeyen parçalanmış gemiler, kırılmış zeytinyağı testileri, dizi dizi boncuk keseleri ve yıpranmış altın paralar...
Hande Berra'ın Yazısı.