Kişi gençliğinin hangi döneminde olursa olsun, ne tür bir zorluk yaşıyorsa yaşasın, nasıl bir aileye, nasıl bir çevreye sahip olursa olsun yaşamak yerine  uyumayı tercih ediyorsa temel tek bir sorun var: Anlamsızlık!

İlk bir arkadaşımdan duydum bu cümleyi. Bir gün beraber otururken sanki yemek gelse de yesek der gibi çok normal bir şey söylüyormuşçasına rahat söylemişti “yaşlansak da ölsek” cümlesini. Titredim. Şaşkınlıkla yüzüne baktım ama dediğim gibi o çok rahattı ve çok normal bir şey söylediğine inanıyordu. Üzerine hiçbir şey konuşmadık ama zihnimin bir köşesinde yer etti.

İlerleyen günlerde ve aylarda bazen aynı kelimelerle bazen de mana aynı ifade farklı olarak genç danışanlarımdan defalarca duydum bu cümleyi. Hepsi yaşadıkları dönem, mümkünse onlar çok farkına varmadan bir an önce geçip gitsin de yaşlansınlar ve ölsünler diliyorlardı. Günler hızlı bir şekilde geçsin, hayat bir an önce bitsin istiyorlardı.

Sonra bu cümleye paralel bir şarkı da çıktı aynen şu ifadelerle: “Uyuyorum, uyuyorum, günler çabuk geçsin diye”. Bu şarkı da çok beğenildi, beğeniliyor. Çok sayıda genç söz konusu şarkının en çok da bu bölümünü bütün kalbiyle söyledi/söylüyor.

Peki ama neden bu kadar çok sayıda genç, hayatlarının en güzel döneminde hayattan bu kadar vazgeçiyorlar?

Neden bu kadar çok sayıda genç, hayatlarının en sağlıklı döneminde şifasız hasta muhabbeti yapıyorlar?

Neden bu kadar çok sayıda genç, hayatlarının en verimli döneminde ölümü hayata, uykuyu uyanıklığa hem de çok sağlam bir sebep olmadan tercih ediyorlar?

Toplu bir depresyon mu yaşıyor gençlik? Zannetmiyorum. Zaten gruba toplu tanı konmaz, insana bireysel tanı konur. O zaman ne oluyor da gençler bu depresyona benzeyen, hayattan soğutan ruh hâli içerisindeler?

Hiç şüphesiz bireysel olarak konuştuğunuzda birçoğu hayatındaki küçük, büyük bazı zorluklardan bahsedecektir. Ancak bu kadar büyük bir grup hayattan vazgeçirecek hangi aynı zorluğu aynı kelimeleri kullanarak yaşayabilir ki?

Bu sorunun peşinde genç danışanlarımla yaptığım konuşmalar beni tek bir cevaba götürdü. Kişi gençliğinin hangi döneminde olursa olsun, ne tür bir zorluk yaşıyorsa yaşasın, nasıl bir aileye, nasıl bir çevreye sahip olursa olsun yaşamak yerine uyumayı tercih ediyorsa temel tek bir sorun var: Anlamsızlık!

Bir insan ancak bir anlam katamadığı zaman bu kadar vazgeçiyor yaşamaktan. Öyle ya bir anlamı yoksa yaşamasının ne diye yaşasın ve hayatın getirdiği zorluklarla ve sıkıntılarla boğuşsun ki? Tamam, güzel zamanları da var hayatın ama hiçbir hayat sırf keyif olmadığı/olamayacağı için ve gençlik dönemi gelişim ödevleri anlamında diğer dönemlere göre daha yüklü ve karmaşık olduğu için çekilir mi bunca sıkıntı?

Anlamı yoksa çekilmez. Bu yüzden zaten gençler de çekmek istemiyor. Bu yüzden yaşlılar özlemle gençliklerini anarken, bir Ramazan daha, bir bayram daha, bir yaz daha yaşamayı dilerken gençler “yaşlansak da ölsek” diyorlar.

Öleceğiz muhakkak. Kimse kaçamaz bu gerçekten. Ama lütfedilmiş bir hayatımız varsa bunu ölümü bekleyerek, yaşlanmayı isteyerek, ölümün kardeşi uykuyla geçirerek ziyan edemeyiz/ etmemeliyiz.

Çünkü O, hayatı ve ölümü bilinçsiz uykularda ya da umutsuz bekleyişlerde ziyan edelim diye değil, hangimiz en güzel işleri yapacak gösterelim ve iyi işler yapma konusunda yarışalım diye yarattı.


Mehmet Dinç'ın Yazısı.