İnsanı sevmeyen onu yönetmeye kalkarsa zulme sapar ve neticede hem kendisini hem de ilgilendiği kimseleri küçültüp yok eder, Cihanşümül bir gerçektir ki: "insan ya sevdiği işi yapmalı, ya da yaptığı işi sevmelidir." Başarı ya da başarısızlık buna bağlıdır. Zira içinde gönül olmayan bir işin başarı şansı yoktur. Nitekim "Gönülsüz pişirilen aş, ya karın ağrıtır ya baş" denilmiştir.

“Geliştiren ve Özgürleştiren Liderlik" anlayışının temelini, insana bakış paradigması oluşturur, "Ben" merkezli liderlikte, yönetilen insanların konumu, hizmetkârlık iken, "Hizmetkar Liderlik" anlayışında diğer insanlar, sevgi, saygı ve hizmete layık Allah`ın şerefli varlıklarıdır. İnsana değer vermeyen liderler, hiçbir zaman "Geliştiren ve Özgürleştiren Lider" olamazlar.

Kabiliyetlerin inkişafı, yeni yeteneklerin ortaya çıkması ve nihayet üretici ve özgüven sahibi yeni liderlerin yetişmesi, ancak insana saygı gösteren bir liderlikle mümkün olabilir.

İnsanın varlığına, fikirlerine, kabiliyet ve becerilerine saygı göstermek, onu geliştirmenin temelidir. Bu bakımdan geliştiren liderlikte hiçbir insan küçük görülmez. Kimseye "adam olmaz" nazarıyla bakılmaz. Rabbani terbiye mektebinde uygulanan liderlik eğitiminde de insanların zahiri görünüm ve konumlarından ziyade, özlerindeki insaniyet cevherine bakılması tavsiye edilmiştir. Nitekim Mekke`nin ileri gelenlerini, ama olan Abdullah b. Ümm-i Mektüm`a tercih eden Allah Resulüne hemen uyan gelmiştir. Şöyle ki:

Bir gün Allah Resülü -sallallahu aleyhi ve selem-, Mekke`nin ileri gelenlerine İslam`ı tebliğ ediyor ve onları ikna edebilmek için oldukça gayret sarf ediyordu. Tam bu sırada ama olan Hz. İbn Mektüm gelerek, Resülullah`tan İslam hakkında kendisine bir şeyler öğretmesini istedi. Rasülüllah ise böyle bir anda onun gelmesinden pek hoşlanmayıp yüzünü diğer tarafa çevirmişti. İşte bu hadise üzerine şu ayetler nazil olmuştu:

"Kendisine o ama geldi diye yüzünü ekşitti ve geri döndü. Ne bilirsin belki de o temizlenip arınacaktı. Yahut öğüt alacaktı da bu öğüt ona fayda verecekti. Ama sen öğütten kendisini müstağni gören kimseyi karşına alıp ilgileniyorsun. Oysaki (kendini müstağni gören o kimsenin) temizlenip arınmasından sen sorumlu değilsin. Allah`tan korkup sana koşarak gelen kimseye ise aldırmıyorsun. Böyle bir şey asla doğru olamaz. Çünkü o Kur`an bir öğüttür ve dileyen kimse o öğüdü alır". (Abese Süresi, 1-12)

Geliştiren ve özgürleştiren liderlik, kürke değil, kürkün içine bakma becerisidir. Kendisi cevher olana kürk bulmak kolaydır; fakat kürkün içini doldurmak hiç de kolay değildir. Bu inceliğin farkında olanlar, kişinin zatını değil, görüşünü ya da davranışını değerlendirme konusu yaparlar. Beğenilmeyen kişi değil, görüşü ya da davranışıdır. Şahsiyeti küçük görmek, bir liderlik ayıbıdır ve affı zordur. İşte bu sebepledir ki Allah`ın zatına karşı işlenen şirk (ortak koşma) günahı affedilmediği halde, diğer günahlar affedilebilmektedir. İnce düşünülürse, bu ilahi ölçüde insanın zatını küçük görmenin ne büyük bir günah olduğu da hemen fark edilebilecektir. Nitekim bir hadis-i şerif te "İnsana günah olarak Müslüman kardeşini küçük görmesi yeter" buyrulmuştur.

İstişare ve iknaya önem vermek, insana saygının en güzel bir ifadesidir. Yöneticilik ve liderlik, birçok aklı bir araya getirerek daha külli bir akla ulaşabilme becerisidir. İknaya dayanmayan yönetim, çoğu zaman bir zorbalıktır. Yönetimde böyle bir üslup, çalışanları samimiyetten uzaklaştırıp ikiyüzlü insanlar haline dönüştürür. İstişare, insana ve görüşlerine değer vermenin diğer bir ifadeyle onu adam yerine koymanın en önemli işaretidir, Adam yerine konulmayan bir kimseyi geliştirmek hayaldir. İstişare, kendi fikrini başkalarına kabul ettirme ya da onların onayını alma değil, hakikati bulma arayışıdır. Samimi olmayan istişarelerde, insanlar hiçbir zaman gerçek görüş ve düşüncelerini açıklamak istemezler. Böyle bir liderliğin gölgesinde de gelişemezler.

Esasen "Geliştiren ve Özgürleştiren Liderlik", insana hakim olmak değil, belki yapılacak işlerde onu, gönlü ve imkanlarıyla birlikte, "yanına alma sanatı`dır. Zira hakimiyet duygusunda, yönetilenleri (şuur altında) küçük görme, onları mal ve eşya statüsünde değerlendirme yargısı yatmaktadır.

İnsanı sevmeyen onu yönetmeye kalkarsa zulme sapar ve neticede hem kendisini hem de ilgilendiği kimseleri küçültüp yok eder, Cihanşümül bir gerçektir ki: "insan ya sevdiği işi yapmalı, ya da yaptığı işi sevmelidir." Başarı ya da başarısızlık buna bağlıdır. Zira içinde gönül olmayan bir işin başarı şansı yoktur. Nitekim "Gönülsüz pişirilen aş, ya karın ağrıtır ya baş" denilmiştir.


Adem Ergül 'ın Yazısı.