1997: Biz Neler Gördük Neler!
Yusuf Deren
Hüsamettin Özkan`ın Diyanetten sorumlu Devlet Bakanı, Süleyman Demirel`in Cumhurbaşkanı, Mehmet Nuri Yılmaz`ın Diyanet İşleri Başkanı, Asaf Demirbaş`ın en etkili din adamı olduğu bir Türkiye vardı bir zamanlar. Eskiler gaz kuyruklarından, ekmeğin kameyle satıldığı, çayın kuru üzümle içildiği günlerden bahsederler... Biz de Mesut Yılmaz`ın başbakanlığını gördük, az zulüm müdür yani?
Prenses Diana`nın öldü(rüldü)ğü yıl, 1997 yılı yaz ayında bir ekmek fırınında çalışmıştım. Babamın, namazını kılan, orucunu tutan bir insan olması kasayı bana emanet etmelerine yetmişti. Veya "bu çocuk ağır işleri yapamaz, bunu kasaya geçirelim, para üstü filan versin" de demiş olabilirler, bilmiyorum...
O günlerde üzerimde on dört yaşında olmanın bütün sıkıcılığını taşıyordum. Kendimi ne çocuk ne genç olarak görüyordum. Geleceğe dair herhangi hiçbir planım yoktu, içim sıkılıyordu ve her şey korkunç bir şekilde tatsızdı.
Her şeyin bu denli sıkıcı olmasında ülkenin siyasi durumunun da payı olduğunu düşünüyorum. Çünkü o yılın Şubat ayında ülke görünürde hafif, gerçekte ağır bir darbe yaşamış, inançlı insanlar zulümlere ve baskılara uğramış, halkın iktidara taşıdığı parti Haziran ayında hükümetten el çektirilmiş, ülke tarihine daha sonra kara harflerle yazılacak olan milletvekili transferleri başlamıştı. Gün geçmiyordu ki bir milletvekili daha partisinden ayrılıp bir diğer partiye geçmiş olmasın. Daha üç ay önce partisinden istifa etmiş milletvekili "hata yapmışım" deyip tekrar eski yuvasına geri dönüyor, demirbaş diyebileceğiniz insanlar genel başkana bile haber vermeden soluğu başka bir partide alıyordu. İş o raddeye gelmişti ki tamamı müstafilerden oluşan sun`i bir parti bile kurulmuştu. O gün iktidar ortağı yapılan o siyasi parti, iki yıl sonra seçimleri erteletmek için kırk takla atacak ve ne acı tesadüftür ki bu taklada en büyük destekçileri, o günlerde hakkı yenmiş olan, altı milyon seçmeni olduğu söylenen parti olacaktı.
Ülke kötü durumdaydı velhasıl. Öyle kötüydü ki, cumhurbaşkanı Süleyman Demirel`di işte, varın gerisini siz anlayın.
O bunaltıcı günlerde sabahtan akşam kadar yüzlerce insana ekmek satıyor, sicim sicim terliyor, öğle vakti salatalık, domates ve peynir almak için markete koşturup duruyordum. Öğle yemeğini yaklaşık on kişilik bir grupla yiyorduk. Geceden beri hiç durmadan çalışan o insanların yemek yerkenki iştahlarını hayatım boyunca unutmayacağım.
Sabah sekizde başlayan mesaim akşamüzeri beşte sona eriyordu. Patron bu durum için "sen memur musun da işi beşte bırakıyorsun!" demişti. Anlayacağınız paydos vaktini ben belirlemiştim.
Akşam eve dönerken beş tane de ekmek alma hakkımız vardı. On dört yaşımdaydım, eve ekmek götürüyordum. Bu benim tek tesellimdi o günlerde.
Yıllarca beklediğimiz iktidarın ömrü on bir ay sürmüştü ve ne olduğunu anlamadan biz, her şey ters yüz oluvermişti. Yeni gelen hükümetin ilk icraatları; akaryakıta fahiş zam yapmak, imam hatiplerin orta kısımlarını kapatmak ve tatillerde din eğitimi almak isteyenlere yaş kotası koymak olmuştu. Yani olan yine bize olmuştu.
Hâlbuki bundan iki ay kadar önce Sultanahmet`te bir milyon kişi toplanmış "imam hatipler kapatılamaz" diye bağırmıştık. Gülhane Parkı`ndan Beyazıt`a kadar insanlar tek yürek olmuş "kapattırmayız" demiştik. Ama yapamamıştık, okullarımızın kapısına kilit vurmalarına engel olamamıştık. Üst üste Türkiye birincisi çıkaran okulumuza gıcık olan birileri, her yıl binlerce imam hatiplinin Siyasal okumasını, doktor, mühendis, avukat olmasını istemiyordu. Ve bu yüzden saçma sapan icraatlara imza atıp beş sene sonra halk tarafından siyasetten emekli edildiler.
O günleri on dört yaşında yaşamış biri olarak, on yıl sonra bugün, iktidarda muhafazakâr bir parti olmasını önemsiyorum. Hüsamettin Özkan`ın Diyanetten sorumlu Devlet Bakanı, Süleyman Demirel`in Cumhurbaşkanı, Mehmet Nuri Yılmaz`ın Diyanet İşleri Başkanı, Asaf Demirbaş`ın en etkili din adamı olduğu bir Türkiye vardı bir zamanlar. Eskiler gaz kuyruklarından, ekmeğin kameyle satıldığı, çayın kuru üzümle içildiği günlerden bahsederler... Biz de Mesut Yılmaz`ın başbakanlığını gördük, az zulüm müdür yani?
GENÇ'ın Yazısı.