Merhaba arkadaşlar! Kasım ayına girdik. Hep tekrar ediyoruz ama olsun, yine söyleyelim, zaman çok hızlı geçiyor. Eylül, güz dönemi başladı, ekim derken, kasım geldi. Geçen sayımızda özellikle yazı nasıl geçirdiğimizle ilgili haberler aktarmıştık. Zamanın hızlıca akıp gittiğini, üniversiteli arkadaşların geçtiğimiz yazı farklı farklı şekillerde değerlendirdiğini söylemiştik, bazı haberler aktararak. Şimdi yine, zamanın çok hızlı geçtiğinden bahsediyorum. Yaz bitti, dersler başladı, Kasım`ın kapısını açtık, vizeler gittikçe yaklaştı. Ama bu "zaman çok hızlı geçiyor" sözü genelde iki durumda söylenir: Ya zamanını çoğunlukla boşa harcayıp, kimi meselelerin, çabaların kenarında kalan ve sonra da yarı pişmanlık yarı pişman değillikle "zaman ne çabuk geçiyor" demek, ya da sürekli belli bir amaç ve usulle belli işler yapan belli şeyleri anlamak ve hayata geçirmek, paylaşmak peşinde olan insanların olayların ve hislerin, amaçların akışı içinde keşke daha fazla zaman olsaydı ve daha fazla iş yapsaydım anlamındaki "zaman ne çabuk geçiyor sözü".

Evet, bu ikincisi. Yani öncelediğimiz, amaçladığımız, çıkış noktası ve de hedef olarak belirlediğimiz şey bu; büyüklerin tabiriyle vaktin oğulları olabilmek. Hem zaman kavramı üzerine hem de zamanımız, günümüz, çağımız anlamında zaman üzerine, sağlam bir düşünce ve hareket sahibi olabilmek. Gençler ve özellikle üniversiteli gençler olarak bizler en çok zamanın içindeyiz. Şimdi yaşanan hayatın eskiye zamanlara göre farklı özellikleri en çok bizim üzerimizde yoğunlaşıyor. Bu yüzden işte, zamanımızın dönemimizin ayırt edici yönlerini bilmek, buna göre hareket edebilmek, yani Müslümanca çağdaş olabilmek, zamane çocuğu ifadesinin içine sığmamak... Evet.

Haberlerimize geçeceğim. Yalnız sayfamıza gelen birkaç sitem var, onlara cevap vereyim önce. Bazı arkadaşlar haberleri yayımlanmadığı için biraz sitemkâr olabiliyorlar. Oysa haber seçmek ve yayımlamak konusunda oldukça esnek davranıyorum. Fakat mesela üniversitenin internet sitesinden bir haberi kopyala-yapıştır yaparak, altına da bir imza atıp gönderince bazı arkadaşlar, yayımlayamıyorum ben de. Veya mesela, çok akademik, bir üniversiteye özel, başka arkadaşların örnek almak veya takip etmek, açısından dikkatini çekemeyecek haberleri... Bunların haricinde her şeye açığız. Yazın, yazdığınız konunun sizin, öğrencilerin, hayatın üzerindeki etkisiyle, karşılığıyla birlikte yazın.

Haberlerimize geçelim.

Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümünden Sümeyra Aktaş yazmış:

"Sakarya Üniversitesi bünyesinde bu sene bir tıp fakültesi açılması için nihayet çalışmalar başlatıldı. Tıp fakültesi Sakarya Üniversitesi ve Sakarya için büyük bir atılım olacak kanaatimce. Bu işte Sakarya halkının da etkisinin olduğunu düşünüyorum. Çarşıda bu konu için pek çok imza kampanyası başlatılmıştı ve bunun da mutlaka etkileri oldu. En azından fakültenin kurulum süreci hızlandı. Şu an fakülte binası belirlenmiş durumda değil, ama rektör Mehmet Durman fakülteye seneye öğrenci alacağız dedi, buna en çok sevinen de kız kardeşim oldu bu arada; yeni bir giriş kapısı açıldı tıpa. Aslında tıp fakültenin açılması Sakarya için oldukça önemli. Çünkü maalesef Sakarya`da faaliyet gösteren bir araştırma hastanesi yok, sağlık hizmetleri oldukça yetersiz. Bu yüzden tıp fakültesinin açılması hem üniversitenin prestijini artıracak, hem de Sakarya`nın bir parça olsun sağlık alanında ilerlemesini sağlayacak."

Evet, tıp fakülteleri, malum, bulundukları şehrin gelişimi, sağlığı açısından oldukça önemli. Bir de Sakarya`da hastane problemi varmış. Tıp fakülteleri açılsın, yurtdışından doktor getiriyoruz çünkü kendi hazır potansiyelimizi kullanalım. Bunu ifade etme imkanı kazandığımızda ifade edelim. Halkın duyarlı davranması, iyi, isteyince, uğraşınca oluyor çünkü. Önceki sayılarımızda iki haber aktarmıştık hatırlarsanız, biri üniversitesinde mescit isteyen arkadaşlara yasadışı örgüt muamelesi yapılmasıyla ilgiliydi, diğeri de mescitsiz üniversiteye öğrencilerin ve halkın yoğun çalışmasıyla mescit yaptırılmasıyla ilgiliydi. Hastahane haberi de bunun gibi. Bu konu için elimizden daha fazla ne gelir, mesela imkan bulduğumuzda bu problemi dillenddirmek, belli bir toplumsal konuma geldiğimizde bu problemleri unutmamak, ilgili gönüllü faaliyetlerin içinde yer almak. Tıp fakültesi haberi haricinde Sakarya Üniversite`sinin bir faaliyeti daha var. Öğrendiğimize göre Bilim Teknik Dergisi`nin düzenlediği Formula G yarışlarında Sakarya Üniversitesi 3. olmuş. Formula G yarışında güneş enerjisiyle çalışan araçlar yarışıyor. Yarış Ankara`da gerçekleşmiş. Sakarya`nın 3. olan aracının adı "Saguar X6". Sümeyra Aktaş bu haber hakkında ise, "HAYATA geçirilebilen somut işler üretmek ve devlerle yarışmak ciddi bir başarı. Güneş enerjisiyle çalışan tekne de yapmıştı Sakarya Üniversitesi ve Sapanca Gölü`nün kollarına atmıştı." diyor. Biz de hayırlı olsun diyoruz bu çalışmalar. Devamı gelir inşallah.

TÜBİTAK`ın böyle bir yarışma düzenlemesi çok iyi. Böyle çalışmalar hem bireysel hem grupsa mühendislik çalışmaları için motive edici, geliştirici bir yandan da spor içeren, sosyalliğe katkıda bulunan çalışmalar. Avrupa’da şirketlerin üniversitelerle yaptığı grupsal, özgün çalışmalar var. Hem özel sektöre yeni açılımlar getiren hem de devletin imkanlarını genişleten çalışmalar. Biz de YÖK bu konuda ne tür ataklar yapıyor acaba!?

İkinci haberimiz, Elazığ Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi`nden. Merve Kayhan yazmış bize. Gönüllü faaliyetler hakkında. Gönüllü çalışmaları çok önemsiyoruz. Bir insanın kendi başına bulduğu, başlattığı, atıldığı faaliyetin değeri daha yüksek geliyor bana. Daha zor oluyor böyle işler yapabilmek çünkü. İlk planda daha kısıtlı oluyor imkanlar. Ama zor kazanımlar da zor kaybediliyor, güçlü oluyor, güç veriyor insana. Merve Kayhan şöyle yazmış:

"Yazılanlara, yapılanlara bakıyoruz ve görüyoruz ki; bir gönüllülük hareketi var. Herkes işin bir ucundan tutuyor ve sonunda iyi şeyler oluyor sanki. Ne güzel... Biz de Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi`nde eğitim-öğretimine devam eden GENÇ gönüllüler olarak, çocuk ıslah evinde kalan çocuklarla ilgilenmeye karar verdik ve başladık.

Yetkililerle görüştüğümüzde bu hareketten çok memnun olacaklarını söylediler. Ardından izinler dahilinde ve gözetmenler eşliğinde çocuklar için yapabileceklerimizi belirledik. Konuştukça ortaya bir sürü faaliyet fikri çıktı.. Çocuklara kitap temin etmekten tutun da düzenli aralıklarla konferanslar ayarlamaya. ihtiyaçları olan alanlarda uzman kişileri davet ederek seminerler düzenlemeye, şehir etkinliklerine davet etmeye kadar...

İlk olarak gençleri Ramazan münasebetiyle düzenlenen bir iftar programı ve sema gösterisine davet ettik. Program sonunda öğretmenleri refakatinde gençlerle birebir tanışma imkanımız oldu. Biraz muhabbet ettik, onları anlamaya, onlarla arkadaş olmaya çalıştık. Çocuklarla eğitim hakkında konuşurken görevlilerden birisinin "Şimdi eğitimi bir kenara bırakalım da kış geldi, çocukların kalın kıyafetleri yok, üşüyorlar, yardım bulun" demesi üzerine çocuklar nasıl utandılar, kıpkırmızı oldular anlatması güç. Çok kıyafet eskittik hiç birisi kalmadı, eğitimmiş insan için mühim olan dedik.

Çocuklan gözlemlediğimizde hayata dair umutlarının pek olmadığını gördük, sanki her şey bitmiş onlar için. Ama konuştukça daha bir ümitvar olduklarını hissettik. Buradan bizim çıkardığımız mesaj da, onlarla bir defalık programlar düzenlemek değil sürekli iletişim içinde olmamız gerektiği.

Hepsinin yüzü o kadar temizdi ki... Sanki "Biz bu suçları bir anlık kızgınlıkla yaptık, aslında iyi insanlarız." diye dertlerini anlatmaya çalışıyorlardı. Islah evinden çıktıklarında hayat çizgileri belki çok güzel olacak ama şu an manevi desteğe ihtiyaç duyuyorlar. "Anormal insan" etiketi yememeleri çok önemli, kendilerini normal hissetmeleri, daha çok özgüven kazanmaları ancak bizlerin ilgisiyle mümkün.

Gecenin sonunda çocukların öğretmenlerine söyledikleri şu cümle belki de aldığımız ilk meyveydi: "Hocam böyle bir mekânda böyle bir programa geldiğimizi söylesek ailemize inanamazlar."

Kuyuya düşene "Ver elini, kurtarayım seni." demek güzel belki ama "Al elimi." demek çok daha güzel... Verelim ellerimizi, alsınlar ellerimizi... "

Merve Kayhan`a bunları Genç Dergi ile paylaştığı için teşekkür ederiz! Düşünce, duygu, güç, destek yüklü bir haber! Hani sosyal sorunları olan mekanları ziyaret etmemiz gerektiği hep söylenir ya, mesela geçen hafta bizim fakültede konuşulmuştu, engelli çocukları ziyaret etmeliyiz diye. Çok söyleniyor ama yapan pek olmuyor, yapmak için gerçekten ayrı bir motivasyon, güç, devamlılık, dert gerekiyor. O da budur.

Diğer bir haberimiz ise Karadeniz Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi`nden Mustafa Emin Yıldırım`ın. Mustafa arkadaşımız bazı düşüncelerini, hissiyatını paylaşmış sayfamızla. Biz de sizinle paylaşalım:

"Dünyaya barışı, adaleti dolayısıyla huzur ve mutluluğu getirmiş olan ve bu yolda canlarını feda etmiş büyük Osmanlı Devleti`nin torunları olduğumuzu unutmayalım! Bunu gerçekten unutanlar bir tarafa, Osmanlı torunu olduğu bilinciyle okuyan öğrencilere üniversitelerde birçok haksızlık, adaletsizlik ve ayrımcılık yapılıyor. Bunlardan bir tanesini bizlere ibret olması için örnek vermek istiyorum. Bölüm hocamızın odasında iyi bir sohbete dalmıştık. Söz ülke ve eğitim sorunlarını tartışmaya gelmişti, hocamız hiç beklemediğim bir çıkış yaptı. Beni çok şaşırttı. İmam- hatip mezunlarını hiç sevmediğini ve meslek liselilerin önünü kapattığını, bu yüzden tümüyle kapatılması gerektiğini söyledi. Oysa kendisine imam-hatiplerin ihtiyaç olduğunu, eğitim düzenimizdeki dengenin bozulmasının sebebinin de YÖK ve dini dışlayan düşüncelere sahip eğitimcilerden kaynaklandığını anlatmaya çalıştım. Ama hocamız sahip olduğu bağnaz düşünceleri aşamadığı, bir eğitimci olmasına rağmen tarafsızca konuyu değerlendiremediği için, yine imam- hatiplerin düzeni bozduğuna inanmaya devam etti. Bir kez daha anladım ki, Osmanlı torunları haksızlığa tabi tutularak bilinçli bir şekilde engelleniyor. Oysa bu hocamızın derse hakimiyeti ve sosyal yaşantısı oldukça iyi denilebilir. Ama demek ki her şey bilimsel kariyer, sosyal genişlik ve ifade gücü ve hitabet değilmiş... Yine de inanıyorum ki geleceği belirleyen insanlar, inanan ve bu uğurda çabalayan insanlar olacaktır. "

Mustafa kardeşimizin sözlerine ekleyecek pek sözümüz yok doğrusu. Ya da, nasıl denir, söz tükeniyor bir noktadan sonra. Anlaşmak zorlaşıyor. Hoşgörünün geçerliliği olmuyor. Empati ortadan kalkıyor. Ve zulüm devam ediyor. Yapacak iş ne olabilir peki, anlamak anlamak anlamak ve inanmak ve çabalamak...

Haberlerimizi burada bitirelim arkadaşlar. Haber sayımızı artırmamız da isteniyor gerçi. Ama bazı haberleri kısaltmak ya da yorumlamadan geçmek, bir eksiklik hissi doğuruyor. Yine de bundan sonra daha fazla habere yer vereceğiz sayfamızda.

Bir ay boyunca herkese iyi dersler, iyi çalışmalar.


GENÇ'ın Yazısı.