Dünyaya tertemiz geldik. Bizi buraya masum bir bebeğin simasındaki saflıkla gönderen aynı saflıkla kendisine geri dönmemizi istiyor. Kir, cüruf ve necasetle dolu bu dünyada nasıl temiz kalacağız peki? Tabii ki temizlerle beraber olarak... Peki bu nasıl mümkün olacak? Temiz kalma gayretini hayatımızın bir numaralı gündemi yapmazsak temizlerle beraber olamayız. Temiz olmak ve kalmak gayreti, aslında birlikte olduklarımıza ve ileriki zamanlarda buluşacaklarımıza yönelik en temel sorumluluğumuzdur. Her kire bulaştığımızda temizlerden ve onlara layık görülenden biraz daha uzaklaşıyoruz. Her temiz kalma gayretimiz ise bizi onlara yaklaştırıyor. Sıfır kilometre kalmak isteyenin yapması gereken bellidir: sermayesini, vaktini ve kendindeki emaneti orada burada çarçur etmeyecek. Ederse ne ile karşılaşacağı da ayetle sabittir: temizler temiz olanların, kirliler de kirlilerin layığıdır.

Dünyaya tertemiz geldik. Bizi buraya masum bir bebeğin simasındaki saflıkla gönderen aynı saflıkla kendisine geri dönmemizi istiyor. Kir, cüruf ve necasetle dolu bu dünyada nasıl temiz kalacağız peki? Tabii ki temizlerle beraber olarak... Peki bu nasıl mümkün olacak? Temiz kalma gayretini hayatımızın bir numaralı gündemi yapmazsak temizlerle beraber olamayız. Temiz olmak ve kalmak gayreti, aslında birlikte olduklarımıza ve ileriki zamanlarda buluşacaklarımıza yönelik en temel sorumluluğumuzdur. Her kire bulaştığımızda temizlerden ve onlara layık görülenden biraz daha uzaklaşıyoruz. Her temiz kalma gayretimiz ise bizi onlara yaklaştırıyor. Sıfır kilometre kalmak isteyenin yapması gereken bellidir: Sermayesini, vaktini ve kendindeki emaneti orada burada çarçur etmeyecek. Ederse ne ile karşılaşacağı da ayetle sabittir: Temizler temiz olanların, kirliler de kirlilerin layığıdır. ​

Müslüman için hayat anlam doludur. Hayatın her anı, her adımı ahiret karşılığı olan zaman, mekân harikasıdır. Bu harikanın farkına varmak için günahtan uzak durmak, bilinçli ve diri olmak yeterdir. Asıl günah, ten kafesinden fırlayıp insanlığa doğru hamleler yapan varlığımızın insanlıktan hayvanlığa dönmek isteyişidir. Dünya hayatı bir yolculuktur. İnsan ruh sahibi oluşu ile bedeninin üstünde hâkimiyet kurmuştur ve bedenin ihtiraslarına hükmetmektedir. Ruhumuzun bir gayesi vardır; o da Allah’a doğru yolculuktur. Bu yolculukta her geriye dönüş, hatta bazen yerinde uzun bir duraklayış günahtır. Allah’tan kaçma, ruhunu terketme ve bedenine teslim olma günahtır, şerdir, ebedî hayatı kaybetmektir. Daima ileri götüren yolları tanımak ve tanıtmak en büyük sevap sayılır; bu sebepten ilim ibadetlerin başında bulunur. ​

Dünya hayatının yine dünya hayatına kıyasla iyi ya da kötü olması bir anlam ifade etmez. Mümin, hayat içindeki durumunu Allah’ı dikkate alarak her an yeniden ayarlayan kimsedir. Bu ayarı kaybeden insana bedeni ve hayatı tuzak olur. Tuzakta ilk ruh yara alır ve bedene hapsedilir. Bu yer değiştirmeden sonra dünya, ruhunu bedenine hapsetmişlerin yalancı saadet diyarı haline gelir. Bu yalancı saadet, Allah’ın sınırlarını ihlal ederek günah ve hazlarla yaşayanlara cazibesini artırarak güzel görünür. Her günah bir iz, bir pas bırakır insan hayatında. Büyük olsun, küçük olsun, her günah esasında Allah’a karşı yapılmış bir edepsizliktir, çizgi dışına çıkmaktır. Her günah küfre doğru bir adım atmadır. İnsan bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta meydana gelir. Şayet o günah hemen tevbe silgisiyle silinmezse arkasından diğerleri gelir; derken kalp günahlarla simsiyah kesilir ve neticede de kasvet bağlayabilir. Böylece insan, fıtratını bozma yoluna girer. Derken pek çok günah işler de bunlar, onun gönül dünyasında bir ürperti meydana getirmez. Nitekim “Hayır! Doğrusu, işledikleri günahlar, kalplerinin üzerinde pas tutmuştur.” (Mutaffifîn, 14) ayet-i kerimesi bu hakikati ifade eder. ​

Günahlar bizim samimiyetimizi, sahiciliğimizi de öldürüyor. Meşru yollardan, meşru heyecan ve tatminlerle anlamlı kılınacak hayat, günah tecrübeleri ile anlamsızlaştırılıyor ve sıradanlaşıyor. İnsan günahlardan kaçındığı nispette kalbinde imanın nurunu, zevkini ve lezzetini duyar. Öte yandan haramı terkettiğinden vacip sevabı kazanır. Bir kudsî hadiste Allah Resûlü, “Harama bakış, şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim benden korktuğundan ötürü, harama bakma imkânına sahip olduğu halde onu terk ederse, kalbine öyle bir iman neşvesi atarım ki, onun zevkini gönlünün derinliklerinde duyar” buyururlar. (Hakim, Müstedrek4/39) ​

Bazı günahlar vardır ki bunlar, insanda bir kısım letâifin (İnsanda ilahi hakikatleri idrak ve müşahede eden kalp, ruh, sır, hafî, ahfâ vb. melekeler) ölmesine yol açar. Mesela harama bakmak, erkek ve kadın arasındaki gayri meşru yakınlaşmalar, insanın içindeki bir latifeyi öldürür. İçki içen bir insan, kırk gün kıldığı namazdan lezzet alamaz. Böyle bir mümin, namaz kılarak vazifesini eda etmiş olur, yalnız namazda miracî bir mana vardır ki onu elde edemez. Dolayısıyla işlenen günahlar, insanın Allah ile ilişkisini kaskatı, kupkuru, bereketsiz ve güdük hale getirir. İnsan işlediği günahlardan dolayı diğer insanlara karşı samimiyetini yitirir. Günahlar üzerine işlenen her duyguyu da köreltir. Ancak sahih bir nikâh ve evlilik yoluyla kadın ve erkeğin bir birleriyle ilk defa yaşayacakları duygular, günah pazarlarında alınıp satılmaktan aslî hüviyetlerini ve etkilerini kaybediyor. Bugünün cemiyetlerinde aşk, muhabbet, sadakat, hayâ ağır yaralı bir halde can çekişiyor. ​

Selefleri sömürgeciler gibi medenileşeceğimize, daha iyi ve refah içinde yaşayacağımıza bizi inandıran Modernciler, önce kötü yaşadığımıza inandırdılar bizi. Zavallıydık biz, ânı yaşayamıyorduk, keyifsizdik, kendimiz olamıyorduk. Yavaş yavaş öleceğimize, hızlı yaşayıp genç de ölemeyecektik. Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar, şöyle tükete tükete bir günümüz geçmeyecekti. Bedenin hele gençken hakkı verilmeliydi, önüne gelen her hazzı, hazan olmadan yaşamalıydı. Sonra çok geç kalıp muradını almadan göçer giderdi hafazanallah. Peki, daha iyi, daha hazlı, daha eğlenceli ve keyifli bir hayat bu dünyada günahsız ele geçer mi? Ya sonra ne olur? Daha fazla hazlı bir hayata güncellerler bizi. Zincir böyle sürüp gider. Bu esnada bize öğretilen dünya hayatı saadet, ölüm felakettir ezberinde, felaketin saadete açılan yegâne kapı olduğunu bir türlü idrak edemez insan.​ ​

Sekülerleşme süreci en genel anlamıyla haz ve lezzetlerin, arzu ve hedeflerin bu dünyaya ait kılınması, mutluluğun salt bu dünyaya hasredilmesi, hedeflerin hemen, şimdi ve burada gerçekleştirilmek istenmesidir. Aşkın ve ahirete ait olan her şey zihnimizin, hayatın ve dünyanın dışına atılıyor, insanın nefsi ve arzuları merkeze alınıyor. Bu anaforda rotasını kaybetmiş, istikametini şaşırmış insan ölçü, terazi dinlemiyor; temiz kalmakla, kirlenmek arasındaki farkı fark edemiyor. Neyi, nerede kaybettiğini bilmeyen insan, fâsid bir dairede kendi kendini sokan akrep misali debelenip duruyor. ​

Modern hayat tarzı öte dünyasız bir hayat pompalıyor. Bu hayatın ürettiği insan tipi, dünya görüşü ve hayat telakkisinde öte dünya fikri yer almadığı için, bütün zevklerini bu kısacık dünya hayatına sığdırmanın yollarını arayıp duruyor. Kur’ân’ın “Onların kalpleri tutkulu bir oyalanma içindedir.” (Enbiyâ, 3) diye buyurduğu durum bu olsa gerek. Biz, Allah’a doğru yola koyulmuş insanlarız. İnsan nereye gitmek üzere yola koyulmuşsa onu aklından çıkarmamalıdır. Gündelik işler gereklidir, ama hak etmedikleri önemde algılandıkları zaman her biri bizim için kurulmuş tuzaklardır. Bu bitmez tükenmez işler, bize her şeyi unutturuyor. Ev bark, çoluk çocuk, makam mevki, para, şehvet, şöhret, servet, iktidar vb. daha yüzlerce hedef ve meşgale bir noktadan sonra aldatıcı büyük tuzaklar haline gelebiliyor. Meşru zemininde ve hak ettiği kadarıyla güzel olan ve meşru yollarla elde edilmesi gereken bu varlık ve duygular, günahlarla tatmin ve elde edilmeye çalışılınca, ulaşılsa bile keyif vermiyor, tatmin etmiyor. ​

Peki, bilinçli ve diri olmanın, günahsız kalmanın, sıfır kilometre olmanın ölçüsü nedir? İnsanın sıfır kilometre kalabilmesi, gerçek şahsiyeti ile tecessüm edebilmesi demektir. Şahsiyetlerini, işleyen yapılara borçlu insanlar, biyolojik varlıklarıyla bedenlerine hapsolarak yaşarlar. Bu tarz insanların gerçek şahsiyetleri zayıf olduğu için, onları vareden hükmî şahsiyetlerinden yararlanmak isterler. Şehvet, para ve lüksün onları rahata kavuşturacaklarını kabul ederler. Böyleleri için diğer insanlar eşrefi mahlûk değildir, kendileri gibi birer arzu nesnesi ya da figürandırlar. Başkaları ya birlikte günah işlenecek ya da günaha alet edilecek kişiler olarak görülür, günaha dalmak sıradanlaşır. Böylece şahsiyetini yıkan insan, onun çekirdeğini, imanı da yıkmış olur. İnsan, imanı yara almadan, günaha bulaşmadan nasıl sıfır kilometre kalabilir?

​Nereye Döneceğini Hatırından Çıkarma

​İnsan, hiçbir zaman benliğini unutmamalı, nereye döneceğini hatırından çıkarmamalıdır. Eğer nefsiniz haram şeylerden birine sizi teşvik etse, bunlardan birisine zorlasa, hakikaten Allah’a iman ediyorsanız ölümü düşünün. İnsan Allah’ın kendini sürekli olarak gözetim altında tuttuğunun idrakinde olursa, bir gaflete veya unutkanlığa daldığında hemen dikkatini tekrar bu nokta üzerine yöneltebilir. ​

Düşün, Taşın, Kendini Hesaba Çek

​Düşünce (tefekkür) aklın eseridir; ancak tefekkür olmazsa akıl bir fayda sağlamaz. Nefsini, insanlardan uzak bir köşede belli bir süre hesaba çekmek, Peygamber Efendimizin zamanında başvurduğu bir metottur.

​Yalnız Kalma

​Sürüden ayrılanı kurt yer. Hakiki arkadaş ve dostlarından uzaklaşan bir kişinin akıbeti, nefis ve şeytan tarafından parçalanıp yutulmak olur. İnsan yalnızken, hayırlı arkadaşlarının yaptıklarını hafife almaya; derken, basamak basmak ilerleyen bu tavrıyla en sonunda bütünüyle, davasını, derdini inkâra ve yapılan işlerin lüzumsuzluğunu iddiaya başlar. Onu bu hale getiren yalnızlık ve cemaatten uzak kalış hemen telafi edilmezse, bu kötü neticeden kurtulması düşünülemez. ​

Arkadaşının Dini Senin Dinindir

​Salih (doğru, elverişli, uygun) arkadaşlarla hemhal olmamız, onlarla oturup kalkmamız bize pek çok hayır kazandırır. Böyle arkadaşlar hususunda seçici olmak, onlara olan sevginiz, saygınız, sizi onların yaşantısına da çekecek, bağlayacaktır. Bizi tefekkürden sürekli Allah’ı anmaktan, zikretmekten uzaklaştırıp alıkoyacak şeylerin başında boş şeylerden, sürekli oyun ve eğlenceden bahsedilen arkadaş ortamları gelir. Gafil insanlarla sohbet etmek, onların bulunduğu ortamların müdavimi olmak, her anı paha biçilmez bir kıymette olan ömrü eritip, tüketen toplantılar ve faydasız işlere kalkışmak, Kur’ân-ı Kerim’in şiddetle yasakladığı, ölü etlerinin yendiği meclisler (gıybet edilen topluluklar)’in aranan adamı olmak da sıfır kilometre kalmamıza engel olan günahlardandır. ​

Düzenli ve Sürekli İbadet Et ​

Az da olsa düzenli ve sürekli bir ibadet seyrine girmek, namaz kılmak, oruç tutmak, Kur’ân-ı Kerim okumak, istiğfar ve zikir yeniliğimizi korur, bize cila atar. Allah’a yaklaştırıcı yolların en faziletlisi Allah’ın kelamı Kur’ân-ı Kerim’i okumak olduğuna Müslümanların şüpheleri yoktur. Nice günahkâr kullar vardır ki, Allah korkusundan akan gözyaşının eşsiz tadını, ancak Allah’ın kitabının yapraklarını okurken tatmıştır. ​

Allah’a Çokça Dua Et ​

Allah’a dua etmek, içinde bulunduğumuz durumdan bizi çıkarması ya da memnun olduğumuz halin artarak devam etmesi niyazında bulunmak, yalvarmak hem büyük bir ibadettir hem de bizim iyileşmemize ilaçtır. Dua ibadetin özüdür, Allah’a yakınlaşmayı sağlayan en üstün bir kulluktur. Yüce Allah, kullarından çok samimi bağlı olanları tasvir ederken, “Doğrusu onlar iyi işlerde yarışıyorlar, korkarak ve umarak bize yalvarıyorlardı, bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı.” (Enbiyâ, 90) buyurmaktadır. Sıfır kilometre kalmak isteyen, yegâne yardımcının Allah olduğuna, isteklerin ancak ondan talep edildiğine inanır. ​

Haram Lokma Yemekten Sakın

​Haram lokma ve mal tüketerek yetişen beden, insanı, Allah’ın sınırlarının dışına çıkmaya ve sapmaya zorlayan bir nefis sahibi yapar. Böyle bir nefse sahip insan, Allah’ın hududunun içindeymiş gibi görünse de hakikatte hastalıklı ve tehlikeli sularda yüzmektedir. Haram mal yemenin Müslüman hayatında ciddi sonuçları vardır. Bunların en basiti kalbin katı olmasıdır. Böyle bir kalbi hiçbir nasihat ve işaret yerinden oynatamaz. Nereden gelirse gelsin denilen, bağı, adresi belli olmayan mallarla bedenini besleyen, ihtiyacını karşılayan insanı ne Kur’ân-ı Kerim okumak gafletten uyandırır ne zikir ve virdler halini düzeltir, ne de duası değerlendirmeye konulur ve kabul edilir. Nebevi ikaz da böyle değil mi? “Yediği lokma haram, içtiği haram, giydiği haram, bu adamın duası nasıl kabul edilir?” ​

Başkalarına Hizmet Et, Diğergam Ol

​İnsan ağaç misalidir, meyve vermediği zaman hemen kurur. İnsan, başkalarına ruhunun ilhamını götürmediği, başkalarının dertlerine derman olamadığı, insanları irşad etme, uyarma heyecanını yitirdiği zaman kurur, günahlara girer. İnsanın bu yönü canlı tutulmalı kendisi bir vazife almalı ya da ona bir vazife verilmelidir. ​

Her Günahtan Sonra Bir İyilik Yap

​Her günahtan sonra bir iyilik yapma peygamber tavsiyesidir. Peygamber Efendimiz, “Bir günah işledikten sonra tevbe edip iyilik işleyen kimse, üzerine çok dar bir zırh giyinen adama benzer. Günahtan sonra bir iyilik yaparsa zırhın halkalarından biri çözülür. Bir iyilik daha işlerse öbür halka da çözülür. Yapılan iyiliklerin sonunda zırh yere düşer.” buyurmaktadır.

​Dışarıya Uyanık ve Donanımlı Çık

​İnsan mayınlı tarlada nasıl yürüyor, can düşmanlarının bulunduğu bir bölgede nasıl dikkatli dolaşıyorsa, günahların kol gezdiği çarşı-pazarda, okulda, fakültede de aynı dikkati göstermelidir. Dışarıya çıkmadan metafizik gerilime geçin. Yüreğinizi coşturacak, heyecanınızı artıracak, gözlerinizi yaşartacak, hislerinizi harekete geçirecek bir şeyler okuyun, seyredin, dinleyin ve öyle çıkın. Böylece günahlara karşı bir savunma mekanizması kurulmuş olur. ​

İnsana düşen görev, günah işledikten sonra hemen tevbe etmek ve bir daha o günahı işlememek için gayret göstermektir. Hatta mümin genç, bin defa, istemeyerek tevbesini bozsa da yine tevbe etmelidir. Çünkü tevbe kapısı ardına kadar açıktır ve her an misafirlerini beklemektedir. Bu noktada “günahlardan tevbe eden, hiç günah işlememiş gibi olur.” buyuran Efendimizin ifadesi içimizi ferahlandırmaktadır. Öte yandan bir gencin bu kadar tehlikeli bir yolda “Sonra istiğfar ederim.” diye günah işlemeye devam etmesi, Müslümanlığın ruhu ve özü ile telif edilir bir husus değildir.

​İsteyerek veya istemeyerek çok defa baş aşağı düştüğümüz günahlar, muhasebemiz adına bizi kıyamete kadar Rabbin karşısında mahcup tutma adına yeter ve artar. Kalp ölür, ancak yine dirilir. Bir insan mümkün mertebe kalbî ve ruhî hayatını söndürmemeye dikkat etmeli, batmamak için lazım gelen her şeyi yapmalıdır. Günah deyince şeytanı da hatırdan çıkarmamalıdır.​ Şeytanın insan üzerinde etkisi vardır ve onunla ilişki kurar. Allah Resûlü bu durumu “Şeytan, insanda, kanın dolaştığı gibi cereyan eder.” ifadesiyle anlatmaktadır. Ancak şeytanın insan üzerinde tasarruf zeminini ve vasatını insan kendisi hazırlar.


FLÖRT, EŞİMİZE İHANETTİR!

Sümeyye Karadoğan

Günümüzde bir erkek veya bir kızın hem dinimize hem de onun getirdiği kurallar çerçevesinde toplumsal yapıya aykırı olarak evlilik hedefi gütmeden evliymiş gibi ilişkiler yürütmesini normal görür hale geldik. Klasik bir görüş ifade etmek gerekirse flört, bizim evleneceğimiz kişiye hatta ve hatta çocuğumuza yaptığımız en büyük ihanettir. Flört sadece onlara değil aynı zamanda bize bu vücudu emanet eden alemlerin yaratıcısı olan Allah’a ve onun kelamına da bir ihanet niteliği taşır. Rabbimiz İsra Suresi 32. ayette “Zinaya yaklaşmayın...” buyurmaktadır. Bu bağlamda bu konudaki en büyük düsturumuz da bu ayet olmalıdır. Kısacası Rabbimiz, zinayı bir tarafa bırakın zinaya yaklaşmayı bile yasak etmiştir.


SEVGİ VE MUHABBETLE ERKEN TANIŞMAK

Yunus Emre Tozal

Üniversitenin son sınıfına gelmiştim. Bir yanda Harita Mühendisliği bölümünü bitirirken, diğer yanda boş vakitlerimde yayınevlerinde öğrendiğim editörlük çalışmalarım devam ediyor, dergi çıkarıyor, bir iki yayınevine uzaktan basın ve PİAR noktasında danışmanlık yapıyordum. Tam bu süreçte Allah karşıma eşimi çıkardı. Nasip kısmettir bu işler, tanıştık ve ikimiz de henüz öğrenciyken, okulları bitirmeyi (ve benim askere gidip gelişimi) beklemeden evlenme kararı aldık. Bu kararı almamızda her ikimizin de öğrenci olup İstanbul’da öğrenci evlerinde kalıyor oluşu ve benim bir evi geçindirebilecek kadar ekonomik bağımsızlığımı kazanmış olmam etkin oldu. Bu, dışarıdan bakıldığında görülen taraftı ama asıl evlenmek isteyişimiz, evlilikle beraber kurulacak olan muhabbet ve sohbetin bir an önce kurulması ve uhuvvetten ve bereketten hasıl olacak güzelliklerle ahlakımızı tamamlamak; Peygamberimizin “Evlenen kimse dininin yarısını koruma altına almıştır; diğer yarısı için de yüce Allah’tan korksun” hadisince dinimizi tamam eylemeye çabalamak en büyük duamızdı.

Biz beş kardeşiz. Babam, gençliğimizde evde cemaatle namaz kıldıktan sonra şöyle dua etmemizi söylerdi: “Ya Rabbi bana: seni anan bir dil, sana şükreden bir kalp, sabreden bir beden ve dünyada ahirette bana yardımcı olacak saliha, mümine bir eş nasip eyle, amin...” Babamın ilk gençliğimizden beridir böyle dua etmesinin ve bize her namaz sonrası ettirdiği duanın bilinçaltımızdaki önemini evlenince daha iyi anladım. İnsan, gerçekten de dünyayı; kendisini ve Rabbini daha iyi tanıması için kendisini tamamlayan bir eşe ihtiyaç duyuyor. Hz.Peygamber, “Dünya bir metadır, Dünyanın en hayırlı metaı da salih olan bir kadındır” buyuruyor ya, gerçekten de yuva kurmak, Rabbimizin insanlığa en büyük emanetlerinden birisidir. Çünkü erkek ve kadın fıtratı buna göre yaratılmıştır. Kulluk, fıtrata uygun yapılınca güzel ve tamam olur. Kâmil bir mümin olmak ve muhafazası gereken canı, aklı, namusu, nesli ve malı hakkı ile muhafaza edebilmek için evlenmek, yuva kurmak, yuva hukukunu ayakta tutmak gerekir. 


NASIL OLSA EŞİM OLACAKTI

T.E / Manisa

Muhafazakar bir ailede doğdum ve 25 sene flört dahil her türlü mahrem ilişkiden korundum. İyi bir üniversite de okudum, çevremdekileri de kendilerini sadece helal olana saklamalarını tembihledim. Sonra ailem bana bir kız buldu, tanıştım. İstişare sonucu evlilik kararı aldık. Aileler izin vermedikleri için saklı gizli buluştuk tanıyabilmek için. 6 ay muhabbet ettik. Artık o kadar samimiydik ki el ele tutuşmak ve sırnaş dolaş olmak çok kolay gerçekleşti gözden uzak yerlerde. Oysa eşim olacak kişi de İlahiyat öğrencisiydi ama ‘nasıl olsa eşim olacaktı!!!’. Süreç ilerlerken çok problemler yaşamaya başladık ve çok kavga eder olduk ama süreç sonunda artık eşim olması gerektiğini hissediyordum. Zoraki evlendik... Sonuç; yıllardır boşanmak için uğraşıyorum mahkeme salonlarında. Diyorum ki yıllarca kendimi korumuş olmamdan memnunum ama keşke nişanlımla günah işlemeseydim. Belki bugün nişandan ayrılmış ve başka birisiyle evli olabilirdim, bundan da önemlisi o zamanlar günaha girmemiş kalabilirdim...


TEMİZ KALMAK KENDİMİZE BAĞLIDIR

İbrahim Burak Bilgin

Günümüzde evlilik öncesi temiz kalmak oldukça zor. Hele de artık gençler arasında özellikle son bir kaç yıldır bu konuya gösterilmesi gereken hassasiyetin can çekiştiğini göz önüne alırsak. Kız ve erkek ilişkilerinin artık çok daha serbest, rahat ve çok daha yakın olması artık herkes tarafından normal ve sıradan algılanması ve milletimizin bunu kabullenmiş olması anormal bir durum. Kültürümüzü, gelenek ve göreneklerimizi, görgü kurallarını çok rahatça göz ardı edebiliyoruz artık. Ben şahsen ilişkimi dinimize ve adetlerimize göre yaşamak istiyorum.

Temiz kalmak kişinin kendine bağlıdır, nefsinize sahip olmayı öğrendiğinizde asıl olması gerekenin bu olduğunu sizde göreceksiniz. Bence artık kendimize ”el alem ne der?” diye sorduğumuz gibi ”Allah ne der?” diye de sormalıyız. En başta gereken bu.


GÜNAHLARDAN SAKINMAK İÇİN SALİHLERLE OLMALIYIZ

Hüseyin Erbağ

Flörtten nasıl sakınırım sorusu cevabını da içermekte aslında. Çünkü neden ve niçin sakınılmalı sorularına cevap bulmuş bir kimsenin sorabileceği bir sorudur nasıl sakınırım sorusu. Ayrıca cevaplandıracak olursak şunları söyleyebiliriz:

1) Namazlarımızı ikame etmeliyiz. Nitekim Allah Ankebut suresi 45. ayette “Mukakkak ki namaz insanı kötülüklerden ve fuhşiyattan alıkoyar” diye buyuruyor.

2) Sohbet ortamlarında bulunmalıyız. Çünkü böyle yerlerde İslam ahlakı anlatılmakta ve Allah’ın ayetleri hatırlatılmakta. Hem bize salihlerle beraber olmamız gerektiği salık veriliyor. Ayrıca sohbet ortamlarında insanın kendisine onun davranışlarını örnek alabileceği rol model bulması da kolaylaşmakta.

3) Bizi flörte teşvik edecek arkadaş çevresinden uzak durmalıyız. Veya onlardan uzaklaşamıyorsak da arkadaşlarımızın flört mihverinde dönen muhabbetlerine iştirak etmemeliyiz. 


MUHABBETİ ZÂYİ ETMEYELİM

Seren Adıyaman

Allah’ın fıtratımıza koyduğu “muhabbet” gibi yüce ve latif bir istidadı haram bir dairede kullanmak o esmayı zâyi eder. Ayrıca “Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir” kaidesince insanın kendisini de zâyi eder. Bu sebeple flört gibi haram bir daireye girmek akıl kârı değildir. İnsan için iki dünyada da kötü neticeler doğurabilir. Suretperestlik asrında insanın kendisini muhafaza etmesi çok zor olsa da, ilerideki eşimin harama girmemiş olmasını istediğim ölçüde, ben de kendimi muhafaza etmeye çalışıyorum.


DAHA ÇOK OYUN OYNAYALIM İSTİYORLAR

Halil İbrahim Çobanoğlu

Bizlerin salih veya saliha bir şahsiyet olmak için flörtten uzak durması şüphesiz zaruri. Bunu yapabilmenin en mühim şartı da başarabildiğin kadar kalbinden, Allah’tan gayrı çoğu şeyi uzak tutmak ve evlenme çağına gelene kadar karşı cins ile münasebetini kesmek. Ayrıca evliliğe de sığ bir bakış ile bakmamak ve evliliğin de hakikatini bulmak, evliliği mektep olarak düşünmek lazımdır. Esasen biz gençler olarak karşı cins ile oluşturulan maddi ve manevi hayatımızı selde sürüklenen kütük misali haline getiren bu ilişkilerden korunarak uzak durmamız gerekiyor ki kalbimizi, ruhumuzu, bedenimizi bunlarla meşgul etmeyip şeytanla değil Allah ile beraber olmayı öğrenip çok çalışıp hakiki bir nesil olabilelim. Allah yardımcımız olsun.


Büyüklerin Haberi Olmalı, İstişaresiz Gidilmemeli

Rukıyye H. Güleçyüz

Üniversiteye yeni adım atarken ortamın tehlikelerine, ayak kaydırmalarına karşı defalarca uyarılmıştım. Okula devam etmesem taliplerim vardı ama İstanbul’da beni neyin beklediğini bilmiyordum. Daha lisedeyken arkadaşlarımın erkek arkadaşları olması beni etkilese de doğru olanın evlilik olduğu beynime kazınmıştı. Allah’u Teâla’nın fıtratımıza koyduğu duygular gerçekti, ama her insanda farklı yaş ve dönemde ortaya çıkıyordu. Üniversiteye başladığımda okuyan bir kızı kabul edebilecek bir beyle karşılaşıp kendimi zihnî ve kalbî güvenceye alıp alamayacağımı merak ediyordum.

Okula başlayalı bir ayı geçmişken gönlünü bana açan bey doğru kişi miydi, bunu nasıl bilecektim? Nasıl davranmalıydım ki tesettürümle, duruşumla kurmaya çalıştığım Müslüman kimliğim zarar görmesin, bir yuva kurulacaksa temeli dayanıksız olmasın? Öncelikle bunu bir evlilik teklifiyse değerlendirebileceğimi, yoksa duymamış olmayı tercih ettiğimi belirttim. Teklife muhatap olarak daha serinkanlı yaklaşabiliyordum sanırım. Sonra her duyguyu karşı tarafa iletmekten kaçınmıştım. Çünkü o nikâh kıyılana kadar karşımdaki bir yabancıdan başkası değildi. Defterlere yazmayı seçmiştim bir ara. Kurban Bayramı tatili yakın olduğundan şanslıydım, eve gittiğim gibi anneme haber verdim. Bu işi ciddiye almak ve karşı tarafın ciddiyeti hissetmesini sağlamak için büyüklerimin haberi olması gerekliydi. Üniversitede koca bulmuş olmak birçoklarına itici gelse de mesele nerede bulduğun değil, ilişkiyi nasıl yürüttüğündü. Beyefendinin babasıyla konuşması biraz daha zaman almıştı; evin en küçüğü, öğrenci olarak görülüyordu ve ret cevabını duymayacağı zamanı kolluyordu. Aynı ortamları paylaşıp aynı havayı solumamıza rağmen bakışlarımızı kalbimize indirmeye, alakamızı kırk yabancılara hissettirmemeye çabaladık. Sanırım başardık ki yaz sonu evlendiğimizde arkadaş grubumuz haricinde birçok kişi şaşırmıştı.

Bir araya gelmek istediğimizde -tanışmamızdan düğünümüze kadarki buluşmalarımız nişanımız dâhil bir elin parmaklarını geçmez- mutlaka aklı başında bir arkadaşımızı yanımıza aldık. Fetvalarımız olsa da ailelerimizden uzakta onurumuzu ve dinimizi korumak sorumluluğu altında kılı kırk yardık. Arkadaşlıkların değil, evliliklerin gerçek söz ve sadakati içerdiğine inandığımızdan küçük ve fakir de olsa bir yuva kurmak için fırsat kolladık. Bu, hiç de kolay değildi. İnsan dışında iken zaman çok kısa, tavsiyeler mantıklı gelir ama aslında tamamı bir sene süren evlilik öncesi zamanımız bu düşünceler ve vicdani hesaplaşmalarla oldukça zor gelmişti. Zannediyorum ki neredeyse bir anda beyimin kalbine bir sükûnet ve teslimiyet gelmesi ve ev kurmak için kendinde güç bulması bu dikkatin semeresi. Onun babası ve benim annemin dillerinin bağlanması ise evlilikte kader denilen durumun örneği. Bütün bu süreç boyunca bana destek vereceğini düşündüğüm ve günü gelip bu iş kendisine iletildiğinde olgunlukla karşılayan sevgili babam ise hem benim hem beyimin hâlâ hayırla andığı, en büyük destekçimizdir. Kendisine müteşekkiriz.

Yüz yüze gelen iki insan nasıl sesine, gözüne, bedenine hâkim olmalıysa sosyal medyada “arkadaş” olanların da kalemine, emojilerine sahip çıkması gerekmekte. Din kardeşlerimiz olarak saygı duyduğumuz insanların bir yabancı olduğu, yazışma ortamlarının sırlı yapısı sebebiyle şeytanın en çok sevdiği ortamlar olduğu unutulmamalı; Müslüman ciddiyet ve vakarını korumak için her iki taraf kendi karakterlerini tanıyan insanlar olarak gerekli önlemleri almalıdır. Burada çok ince bir çizgi olduğu gözden kaçmamalıdır, ne Müslüman hanım ne de Müslüman erkek mahremini ortaya dökemez ve ilişkinin herkesin gözü önünde yaşanmasından dolayı serbest davranamaz. Aynı şekilde “yazışıyoruz, teldeyiz, netteyiz” diyerek çok sırlı bir ilişkiye de yelken açamaz. Zira kişi nefsiyle kaldığında ayağının kayması daha kolaydır. Bu sebeple büyüklerin haberdar edilmesi, sık sık aklı başında insanlarla istişare edilmesi acı pişmanlıkların önüne geçmek ve temiz kalmak için dikkat edilmesi gereken başlıca husustur diye düşünüyorum.


Ali Can'ın Yazısı.