Yunus Emre Tozal

kuyulardır, derindir, içinde adam vardır / yusuf bile düşmüştür aleyhisselam! Ah Muhsin Ünlü / Kutub-u Şikeste

Bu çocuk ne giyerse giysin

Giysilerin üzerinde duruşu

Neye dokunursa dokunsun ona ellerini

Yerle göğün bağlacına ermiş gibi sunuşu...

Ya Rabbi, bu derinlik ne demek oluyor?

Başını çevirirken bu çocuk

Sanki affı muhakkak bir günah

Saklıyor.

İsmet Özel

Hafızlık ilerledikçe algımın arttığını, zihnimin geliştiğini fark ediyorum. Sanki çok yakınımda biri var ve ben ne zaman zorlansam hemen yanıbaşımda bana destek veriyor. Öğle arasında yaptığımız maçlarda bile yetişemeyeceğim topa yetişiyorum, ezberlemeye çekinerek başladığım bir sayfayı şaşıracak derecede tahminimden daha kısa bir sürede ezberleyebiliyorum. Beş-altı yaşlarında herhangi normal bir çocuğun, anlamını tam olarak bilmese de, çevresinde daha önce duymadığı bir dille yazılmış, 3-5 ayda ezberleyebileceği bir başka kitap var mıdır? Büyükler, hafızlık için en uygun zamanın, bir çocuğun 5-6 yaşlarındaki çağı olduğunu söylerler. Bu süreç, çocuk akil baliğ olana kadar devam eder. O yüzden bir çocuğun akil baliğ olmadan hafızlığa başlaması, zihnin Kur’an’la tanışması ve kaynaşması çok mühimdir. Mesut Yılmaz’ın Türkiye’yi karanlık günlere götüren 28 Şubat döneminde ilkokulları ortakulla birleştirmesinin altında, çocukların ilkokul 5. sınıftan sonra Kur’an kursuna verilmemesi olduğunu söylerdi dedem. Ben ve benim dönemimdekiler tam da Kur’an kursundan mezun olurken ilkokul ortaokulla birleştirildi. Bu uygulama yüzünden kim bilir kaç öğrenci Kur’an kursuna ortaokuldan sonra gönderildi ve hafızlığa en uygun yaşı kaçırdıkları için zorlandı.

Olsun. Mesut Yılmaz’a rağmen hafızlık eğitimi arttı. Müslümanların zor zamanlarda daha samimi, daha helal dairesinde yaşadığı yıllardı o yıllar. Kur’an-ı Kerim bize o yıllarda özenle saklanılan ve muhakkak bel hizamızın üstünde tutmamız gereken, sağımızda solumuzda olduğunda bizi kötülüklerden koruyan kitap olarak anlatıldı. Çocukluğumuz döneminde Kur’an algısı, fantastik bir dünyanın kapılarını açıyordu zihinlerimizde. Hep Arapça’sı öğretilmeye çalışılması da bu fantastik dünyanın sır dolu anahtarıydı. Kur’an okunduğu yerde düşlerimizde büyüklerimiz tarafından anlatılan Hz. Salih’in devesine, Yunus peygamberi yutan balığın ağzına ve midesine, İbrahim peygamberi yakmayan ateşe, Nuh peygamberin gemisini yutmayan tufana, Musa peygamberin Tur Dağı’nda gördüğü ışığa giderdik. Çocuk aklımızla Yusuf peygamberin kuyusuna iner, saklanır, kervanların geçmesini bekler; Süleyman peygamberin Hüdhüd kuşuyla ve karıncayla konuştuğu gibi kuşlarla ve karıncalarla nasıl konuşulabileceği üzerine düşünürdük. Belki bu olaylar dikkat çektiğinden Kuran-ı Kerim’in asıl mesajı üzerinde pek durulmadı. Çünkü örneğin Hz. İsa’nın beşikteyken konuşması, bizim dikkatimizi çekiyordu ve büyüklerimiz, cami hocalarımız İsa peygamberin beşikteyken konuşmasını ya da ölüleri diriltmesini ballandıra ballandıra anlatıyorlardı.

Zinimdeki bu fantastik dünyayla birlikte geldiğim Çubuk Kur’an Kursu’nda, hem yüzüne okuma döneminde hem hafızlık döneminde beklediğim o fantastik dünyanın kapıları pek açılmadı. Kur’an’ı ezberlerdik, zihnimizde tasavvur ettiğimiz olayları anlatan ayetleri okurken canlandırırdık ama hangi hocamızla konuşsak bize ayetleri alacabileceğimiz ders niteliğinde anlatır; Kur’an-ı Kerim’i efsanelerin gerçekleştirildiği bir kitap olarak değil, insanın kendisini değiştirdikçe yükseldiği eşref-i mahlukat tarafını; sohbet ve muhabbet nazarından anlatırlardı.

Bir doktor düşünün; hastaya bir reçete yazmış. Hasta o reçeteyi duvara asmış, boynunda taşımış, onu özenle korumuş, reçeteyi belinin altına doğru asla indirmemiş, her fırsatta reçetede yazılı olanları okumuş da okumuş. Reçetedeki ilaçları almadan bu yaptıklarıyla hastanın iyileşebileceğini düşünür müsünüz? Gülünç olmaz mı? Belki Müslümanlar olarak yaptığımız yanlışların, yanlış anlamaların başında bu durum geliyor. Bizler Kur’an’ı Kerim’i Allah’ın bizim için bir “Kurtuluş Reçetesi” olarak gönderdiğini ne zaman algılayabilirsek ve Kur’an’ı Kerim’i kendimize iniyormuşçasına ne zaman okuyabilirsek işte o gün çıkacağız karanlıklardan aydınlıklara...

Hafızlığa başlayalı 4. ayımda, hafızlığımın tam ortasındaydım. 10. cüzü okumuş, 11. cüzün ödevini yapmaya başlamıştım. Günde 5 çiğ 5 pişmiş olmak üzere toplam 10 sayfa ezber veriyordum. Zorlandığım ortadaydı, her gün her cüzden daha önceden ezberlediğim 5 sayfa ödevin üzerine 5 yeni sayfa almış, günde 10 sayfa ezber vermeye başlamıştım. Bir yandan psikolojik olarak “Nasıl olsa üçte biri bitti, yakında 15. cüze geleceğim yarısı bitmiş olacak” diye kendi kendimi teselli ederken; diğer yandan içten içe Yusuf Suresi’ne yaklaştığımın bilincinde tedirgin bir haldeydim.Yusuf Suresi hafızlık yapmaya başladığımdan itibaren nedense en çok zorlandığım sure olmuştu. Belki ilk defa geçen kelimeler; belki birbirine benzer kelimelerin çokluğundan olsa gerek bir türlü takılmadan geçememiştim. Bu yüzden 13. cüzün son sayfaları, bir önceki sınıfımda Ekrem Hoca tarafından kırmızı kalemle çizilmişti.

Ekrem Hoca öğrenci ezberini verirken, öğrencinin sadece bir kelimeyi yanlış telaffuz ettiğinde altını çizmezdi; bazı önemli noktalarda şaşırmasına da kırmızı kalemle kelimenin altını çizer; sanki “Burada şaşırmaman gerekiyordu, eğer şaşırıyorsan ezberin zayıf demektir” der gibi ödevin zayıflılığını ima eder ve daha çok çalışmalısın diyerek ödevi tekrar vermek üzere dersten bırakırdı. Dersten bırakılmak bir öğrencinin başına gelebilecek en kötü şeylerden biriydi. Sınıfta o kadar öğrencinin içerisinde gururunun kırılması bir yana, psikolojik olarak ister istemez etkilenir ve ikinci hatta üçüncü ezber vermeye gidişini zaman olarak geciktirirdi. Öyle ki öğrenciyi teneffüslerde bile rahat bırakmayan bu durum, bir illetti. Daha sonra Ekrem Hoca’nın kurstan ayrılışıyla birlikte hafızlığa devam ettiğim Muammer Hoca ise öğrenci şaşırdığında sadece uyarır, yanlış telaffuzda kelimenin altını çizerdi. Yusuf Suresi altı en çok çizilen ödevlerimden biri olmuştu ve ben 10 sayfa ezber verdiğim süreçte gittikçe Yusuf Suresi’ne yaklaşıyordum.

Nihayet Yusuf Suresi’ne geldim. İlk gün vermem gereken dersi vermeyi bırakın ezberlerimi dahi bitiremedim. Muammer Hoca bendeki durgunluğun farkına varmış olacak ki, her zamanki dostluğuyla yanıma gelip bir sorumun olup olmadığını sordu. Aslında neden ders vermediğimi soruyordu ama hesap sorarak değil de dostane bir şekilde; yardımcı olmaya çalışarak... Ben nedense ezberlerimi yapamadığımı söyleyince, zihnin sanki dolu, kendini tamamen ezbere vermelisin demişti de ben de Yusuf peygamberin hayatını düşündüğümü söylemiştim. Dersten sonra benim odasına gelmemi söyledi, nasıl da korkmuştum.

Odasına vardığımda bana Yusuf peygamberin ahlakını, güzelliğini, doğruluktan asla ayrılmadığını anlattı. Yusuf Suresi’nde Yusuf peygamberin üç gömleğinin olduğunu; ilk gömleğin Hz.Yusuf’un kardeşlerinin Yusuf peygamberin gömleğini çıkarıp kana bulayarak babalarına götürüp yalan söyledikleri; ikinci gömleğin Yusuf peygamberin Züleyha tarafından yırtılan ve iffetini ortaya koyan gömlek olduğunu; üçüncü gömleğin ise Yusuf peygamberin yöneticiyken kardeşlerini affedip babasına gönderdiği gömlek olduğunu anlattı. Surenin anlamını şimdilik bu kadarcık bilmemin yeterli olduğunu, derse dönmem gerektiğini ifade etti.

Muammer Hocamın Yusuf Suresi’ne yaptığım bu yorumu zihnime nasıl kazıdıysam, yıllar sonra da aynı yorumun genişletilmiş versiyonunu Senai Demirci hocamızdan okuyunca hafızlık yıllarıma döndüm. Her Yusuf Suresi’ni okurken hissettiğim duyguyla bütünleştim; kimsenin geçmediği bir kuyuda hakikati bulmaya çalışan çocuk misali nasibime düşecek sırları aramaya koyuldum. Rüya içinde rüya gören bizler, acaba bir gün Yusuf peygamberin yaşarken kendisinin rüyalaşacağını fark ettiğini fark ettiği gibi Peygamber Efendiğimizin (s.a.v.) “Benimle dünyanın hali ancak bir ağacın gölgesinde bir müddet dinlenip de bırakıp giden bir yolcu gibidir” hadisince yaşadığımız dünyanın farkına varabilecek miyiz? Umarım uykumuz derinleşmez; hepimize rüyasında uyanan Yusuf misali mahşer gününden önce uyanmayı nasip etsin Rabbimiz... Önce ibret alan, sonra ibret alınanlardan olmamız dileğiyle... 


GENÇ'ın Yazısı.