İnsana Derece Kazandıran Üç Büyük Değer
İnsanın kalitesini artıran ve onu derece derece yükselten Rabbimizin haber verdiği üç değer: İman, İlim ve Sâlih Ameller.
Bir koşuşturmadır şu âlem. Herkesin yüreğine koyduğu birtakım arzuları, temennileri ve niyetleri vardır. Çabalar, gayretler, meşakkatler, inişler-çıkışlar ve daha nice yorgunluklar, hep bu duygu ve düşünceler uğruna verilir. Kimi faydalı kimi faydasızdır. Kimi nefse yarar, kimi de gönle. Öylesi vardır ki dünya içindir ve yine öylesi de vardır ki âhiret azığıdır. Niceleri insanı aşağılara doğru çekerken, öyle değerler de vardır ki kişiyi derecelerle yükseltir de yükseltir. Biz bu yazıda insanın kalitesini artıran ve onu derece derece yükselten Rabbimizin haber verdiği şu üç değer üzerinde duracağız: İman, ilim ve sâlih ameller.
Bu üç yüksek değere Kur’ân-ı Kerim’de şöyle işaret edilir:
“Ey iman edenler! Size, «Meclislerde yer açın» denildiği zaman açın ki, Allah da size genişlik versin. Size, «Kalkın», denildiği zaman da kalkın ki, Allah içinizden iman edenleri ve (hususen) kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin! Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Mücâdele Sûresi, 11)
“Herkesin amellerine göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.” (En’âm Sûresi, 132)
Evet, insana derece kazandıran ilk ve en önemli değer îmandır. İman, Allah Resûlünün ifadesiyle kulun, Allah’a, âhiret gününe, peygamberlere, kitaplara, meleklere ve Hakk’ın bütün yaratılmışlar üzerindeki takdir ve kazasına yani tam bir hükümranlık sahibi olmasına inanmaktan ibarettir.
İman, dildeki bir sözden ibaret değildir. Aynı zamanda kalbin kabulü ve tasdikidir. İman edilecek esaslar itibariyle imanın artıp eksilmesi söz konusu değil ise de güçlü ve zayıf olma itibariyle kendi içinde sayısız dereceleri vardır. Taklidden tahkike doğru yani görüp duyduğumuz şekilde kabul edivermekten başlar, hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde gönlün tam bir itmi’nâna ulaşmasına kadar ve hatta hayatın her alanında hissedilecek bir kıvama kadar derinleşir ve kuvvet kazanır. Bu yönüyle “Güçlü mü’min zayıf mü’minden daha üstündür” buyrulmuştur.
İmânın gönle ve hayata yerleşmesi nispetinde, kulun Hâlık ve mahlûk nazarında kıymeti artar. İnsan ve cinlerin inkârcıları hariç bütün varlıklar, güçlü iman sahibine karşı saygılı ve itaatkâr bir konumda olurlar.
Güçlü îmanın dışa vurumu çoğu zaman sâlih ameller, gayretler, candan ve maldan geçmeler, ilâhî emir ve yasaklar karşısında severek ve ürpererek itaat ve teslimiyetler şeklinde olur. Kur’ân-ı Kerim böylelerinin bu özelliklerine dikkat çektikten sonra “İşte gerçekten iman etmiş mü’minler bunlardır” ya da “İşte imanında sâdık olanlar bu kimselerdir” tespitinde bulunur.
İmanla şereflenmiş mü’min kimseye düşen, imanını daha da, daha da artırmaktır. Bunun yolu, öncelikle sözlü ve sözsüz ilâhî âyetleri büyük bir tazimle okumak ve hayata geçirmek ve gönlümüze ilâhî sekîneti (rahmet ve feyz-i ilâhîyi) çekecek vesilelere sarılmaktır. En önemli vesilelerden biri, Allah’ı çok zikretmek ve O’nun uğruna hizmet ve mücâhedelerde ön saflarda fedakârâne bulunmaktır. Çok zikir ve fedakârlıklar, ilâhî muhabbeti yüreğimizde artıracak ve kul Allah’a âdetâ sevdalanacak ve her şeyde O’nu görecek ve hissedecektir. Ve belki kendini bile bu hissedişte kaybedecek ve böylece Allah adamları safında yerini alabilecektir.
İman arttıkça, bu imana dayalı yapılan her amel ve davranışın da kıymeti o oranda artmış olacaktır.
İnsana insaniyet kıvamı ve derecesi ve hatta dereceleri kazandıran ikinci değer, ilimdir. Kişiye kendini, varlığı ve Hakk’ı tanıtan ilim. Ve yine gönle haşyetullah’ı (Allah korkusunu), muhabbetullahı ve tüm yaratılmışlara karşı sorumluluk şuurunu yükleyen ilim. Özbenliğimize kişilik katan, onu insânî değerler ve erdemli davranışlar noktasında geliştiren ilim. Özelde insanı ve genelde de tüm varlığı, ilâhî rızaya uygun bir şekilde inşâ ve imara hizmet eden ilim. Fesâdı değil ıslâhı esas alan, yalanın değil hakikatin hizmetkârı olan ilim. Biz buna “ilm-i nâfi” yani faydalı ilim diyoruz. Bu nevi ilimden kimde ne kadar varsa, onda o kadar şeref ve mükerremiyet yüklüdür. İlmin bu çeşidini elde etme adına nihâyetsiz bir hırs ve azim sahibi olmak emredilmiştir.
İmânın gönle ve hayata yerleşmesi nispetinde, kulun Hâlık ve mahlûk nazarında kıymeti artar. İnsan ve cinlerin inkârcıları hariç bütün varlıklar, güçlü iman sahibine karşı saygılı ve itaatkâr bir konumda olurlar.
Yüce Allah kendi katında kıymet verdiği bu ilim değerine sahip bir kulunu her zaman korur, kollar ve mertebesini yüceltir de yüceltir. İlim sahibini horlamak, bir kenara atmak kimsenin haddine değildir. Zira sünnetullah buna müsaade etmez. Fert ilme yönelirse yücelir ve yine bir millet de ilmi aziz tutar ve o alanda yükselişi hedef haline getirirse aziz, bir millet olur. Zilleti tadan ve boyunduruk altında yaşayan kişi ve toplulukların birçoğuna bakılınca görülür ki cehâlet, onların en temel vasıflarından birisi olmuştur. “el-Alîm” olan Mevlâmız kendi vasfına sahip çıkanı kendine yakın ve aziz kılar.
İlim ve irfanda kişi hangi mertebeye gelirse gelsin asla duraklamamalı ve artık yeter duygusuna sahip olmamalıdır. Son nefese kadar ilimde ve irfanda derinleşmeye devam etmek, bize Allah ve Resülünün gösterdiği yüce bir hedeftir. Elbette ilim, ilim için değil; hem kendimize ve hem de Allah’ın kullarına hizmet içindir.
İnsana değer katan ve ona derece kazandıran üçüncü büyük sermaye de sâlih amellerdir. Atâlet diğer bir ifadeyle tembellik, insanı pörsüten ve belki çürüten bir hastalıktır. Allah ve Resûlünün beyanlarından şunu anlıyoruz ki dindarlık ve insanlık, oturduğu yerde hayaller kurarak boş temennilerle avunmak değildir. Harekete geçmektir. Koşanlar yürüyenlerden, yürüyenler ayakta duranlardan, ayakta duranlar oturanlardan, oturanlar da yatıp uyuyanlardan daima hayırlı ve üstündürler. Âyet-i kerimede şöyle buyurulur:
“Mü’minlerden özür sahibi olmaksızın (cihattan geri kalıp) oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler eşit olamazlar. Allah, mallarıyla, canlarıyla cihad edenleri, derece itibariyle, cihattan geri kalarak oturup kalanlara üstün kılmıştır. Gerçi Allah (mü’minlerin) hepsine de en güzel olanı (cenneti) va’detmiştir. Ama mücahitleri büyük bir mükâfat ile kendi katından dereceler, bağışlanma ve rahmet ile cihattan geri kalanlara üstün kılmıştır. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Nisâ Sûresi, 95-96)
Kişinin yapıp ettiği ameller, yaptığı amelin niceliğine ve niteliğine göre kendi hakikatine ve sermayesine kattığı değer ya da dereceler olarak geri dönecektir. Zerrelerin hesap edildiği ilâhî bir terazi var ve kimseye zulmetmeyen hâkimlerin hâkimi yüce bir Rabbü’l-âlemîn var.
Evet, derecesine derece, kalitesine kalite, sermayesine sermaye katmak isteyen kimse, iman merkezli sâlih amellere de hırsla, gayretle ve severek sarılmak durumundadır. Evvelen ve âhiren nihâî söz, O’nun, yani Yüce Rabbimizindir:
“Her kim O’na sâlih ameller işlemiş bir mü’min olarak varırsa, işte onlar için en yüksek dereceler, içinden ırmaklar akan, içinde ebediyyen kalacakları Adn cennetleri vardır. İşte bu, tertemiz olanların mükâfatıdır.” (Tâhâ Sûresi, 75-76)
Adem Ergül 'ın Yazısı.