Hafıza ve Hatıra İnsan Kadar Diridir Veyahut Akhun Devleti
Gökhan Gökçek
Hafızanıza ve hatıranıza sahip çıkın! Çünkü onlar bizim istikametimizin kilometre taşlarıdır. Ve daima bizimle beraber yaşamaktadırlar; farkında olsak da, olmasak da…
Cumhurbaşkanlığı forsuna atfen yazmaya gayret ettiğimiz Türk devletlerinde bu sayıda Akhunları işleyeceğiz. Önden bazı bilgileri vererek yazımıza dair çerçeveyi çizmiş olalım: Akhunlar kısa bir hakimiyet dönemi geçirirler. Lakin bulundukları coğrafya itibariyle Sasani, Bizans ve Göktürkler gibi devrin ‘süper güçleri’ ile ilişki içerisinde olacaklardır. Yaşadıkları önemli olaylara da biraz değineceğiz. Bununla beraber Akhunlar üzerinden İslamlaşma döneminin ilk zamanlarına kadar etkisini sürdürecek olan siyasi teamülleri de aktarmaya gayret edeceğiz. Lakin hepsinden mühim bir konuya değineceğiz!
Batı Türkistan’da Yeni Bir Türk Devleti
Akhunlar, ismiyle müsemma olarak Hunların devamıdırlar. Çin baskısı, boylararası mücadele, kıtlık gibi çeşitli nedenler ile beraber batıya doğru yol alırlar. Kuruluş yılları hususunda çeşitli iddialar olsa da 420 ya da 424 tarihleri genel bir kabul görür. Hakimiyet alanlarının merkezini ‘Maveraünnehir’ oluşturur. Neresidir Maveraünnehir? Soruya cevap vermeden önce başka, daha güzel bir soru soralım bence. Mesela şu soruyu: Ne demektir ‘Maveraünnehir’? Mavera kelimesi ‘öte, beri, ileri’ gibi anlamlara gelir. Bir diğer anlamı da ‘diğer hayat, ahiret hayatı’dır. Ne kadar da güzel değil mi?! Hatta Mavera adında çıkmış bir dergi de vardır yayın hayatımızda. ‘Üstad’ların çıkardığı sağlam bir dergi! Bu ismi kim koydu, neden koydu bilinmez. Belki de ‘Maveraünnehir’e özlemden ötürü koymuşlardır, kim bilir… Neyse. Biz konumuza devam edelim. Nehir kelimesine hepimiz vakıfız. ‘Ün’ hecesi de iki kelimeyi birbirine bağlar ve şöyle bir anlam ortaya çıkar: Nehrin ötesi! Şimdi şu soruyu soralım: Hangi nehrin ötesi peki?
Tarihin Akışı ve Hatıralar
Maveraünnehir bölgesine dair coğrafi tanım en sade şekilde “Ceyhun ve Seyhun nehirlerinin arasında kalan yer” olarak yapılabilir. Bu tabiri her iki nehir civarında oturanlar kendilerini merkeze alarak söylemişler. Bölge coğrafi olarak Özbekistan, Kazakistan ve Türkmenistan’ın kesişimine denk gelir. Bölgede tarihimize dair parlak ve acı hadiseler içeren şehirler ve hatıralarımız da vardır. Mesela Semerkand ve Buhara şehirleri buradadır. Semerkand ve Buhara, İslam’a akın akın giren Türklerin adete bir ‘alim fabrikası’ olur. Türk aklına uygun olan itikaden Maturudi, amelen Hanefi mezhebi olarak mezkur şehirlerde pek çok alim yetiştirir. Bununla beraber Türk mistik hayatına izdüşümü olan ‘tasavvuf’ da bu bölgede Türkler üzerinden neşet eder. Türklerin İslam itikadı ve mistik algısı bu bölgeden kök salar, çiçek açar. ‘Buhari’ gibi büyük hadis alimi de burada doğar. Bu anlamda Türklerin cihan hakimiyeti algısını ‘milli bir Tarikat’ şeklinde bugün başta Anadolu olmak üzere pek çok bölgede temsil eden Nakşibendilikde buradan yeşerir. Hz. Bahaeddin’e ‘lakabını’ veren Nakşibend bölgesi de buradadır…
Maveraünnehir’e dair hatıraları saymakla bitiremeyiz, o yüzden bu bilgileri yeterli sayarak yazıya, bölgeyi anlatarak devam etmek istiyorum. Nerede kalmıştık? “Maveraünnehir, Ceyhun ve Seyhun nehirleri arasında yer alır” demiştik. Burada şöyle bir bahse değinmek istiyorum: Hafıza o kadar azizdir, hatıra o kadar canlıdır ki, nereye gitseniz peşinizi bırakmaz. Belki siz farkındasınızdır belki farkında değilsinizdir lakin hafıza ve hatıra bizimle beraber diridir. Bizimle nefes alır, yaşar. Ceyhun ve Seyhun nehirlerinin aziz hatıraları o kadar büyüktür ki binlerce kilometre sonra bile o isimleri yaşatmışız. Onlara benzeyen yerlere isimlerini vermişiz. Nerelerdir oralar? Bir düşünün bakalım, size üç saniye süre: Bir… İki… Üç… Süre doldu! Açıklıyorum: Ceyhan ve Seyhan nehirleri! Evet, binlerce kilometre yol katedip yeni vatan edinen necip milletimiz Anadolu’ya her şeylerini getirmiştir. Yalnızca çadırlarını, atlarını, obalarını değil, hatıralarını da getirmiştir. Hatıraları ile beraber umutlarını, hayallerini de taşımışlardır. Maveraünnehir’in ve onu çevreleyen Ceyhun ile Seyhun’un aziz hatırası yüzlerce yıl sonra yaşamaktadır. Hem de Anadolu’da, Maveraünnehir’e pek uzakta… Millet olmak, medeniyet temsil etmek böyle bir şeydir. Bu bir anlamda ‘büyük’ olmaktır da. Bugün bu yazıyı da bu hatıralardan yola çıkarak, hatıralara hasret duyarak yazmıyor muyuz? Reis-i Cumhurun makamına matuf forsu kadim geçmişimizin bir hatırasının hayat bulmasından ibaret değil midir zaten?...
Kimdir Akhunlar?
Akhunlar Devleti’ni yöneten hanedan için ‘Eftalit’ tabiri kullanır kaynaklar. Akhun ismi Türkler’deki ‘yer-yön’ ilişkisi olmakla beraber ‘fiziki ve daha cengaver topluluk’ gibi bir fikirden hareketle tevdi edilir. Bir anlamda –asla sınıfsal olarak değil- üstün gördükleri gruba ‘ak’ daha az çalışkan gruba ise ‘kara’ unvanını vererek meşruiyet alanı/hakkı meydana getirmişlerdir. Çinliler ise ‘Hua’ gibi bir tabir kullanırlar. Maveraünnehir merkezli kurulan devlet Tacikistan üzerinden genişleyerek Sasaniler ile Afganistan üzerinden genişleyerek Bizans ile komşu olur. Genişleme ile beraber sınırlar Hazar Denizi’nden Çin Seddi’ne kadar uzanır. Tarihi Kaşgar şehri de bu devletin sınırları içerisindedir. Yine genişleme neticesinde Hindistan’ın uçlarına kadar ulaşılır. Hükümdarlarının isimleri hakkında elimizde pek bilgi yoktur. Lakin kurucu hükümdarlar arasında ‘Aksuvar’ın ismi geçer. Bununla beraber ‘Hakan’ ismi de görülür. Lakin bu bir unvan mıdır yoksa isim midir, bilemiyoruz. Toraman ya da Toramana ismi de görülür ki devlet bu dönemde dirayetli bir zaman geçirir. Onun oğlu Mihiragula zamanında ise en parlak dönem yaşanır. Sınırlar uçlara kadar genişler ve siyasi, iktisadi bir üstünlük sağlanır. Hatta bir ‘Sanskritçe’ metinde Mihiragula Hindinstan’ın en büyük hükümdarı olarak tasvir edilir! Devlet Sasani ve Göktürk işbirliği ile 570 yılında fiili otoritesini kaybeder. Bakiyeleri ise 600’lü yılların sonlarına kadar yerel hakimiyetler sürdüreceklerdir. Afganistan, Tacikistan bölgesinde meskun olan Türkler, Akhunların doğrudan torunlarıdır.
Silsilede devam ettiği gibi idarecinin gücünü ‘yaratıcıdan kut ile aldığına’ inanılırdı. Devlet iki merkezli yönetilmekte idi. Bu geleneksel bir Türk ananesi/teamülüydü. Esas hakan doğuda bulunur, batıdaki yönetici doğudakine bağlı olarak hareket ederdi. Esas söz sahibinin doğuda olmasını en büyük ve belki de tek sebebi ‘güneşin doğudan doğması’ idi. Türklerin İslam öncesi inanç sisteminde ‘mistik’ yön çok ağır basar. Ve bazı tabiata dair varlıklara saygı duyarlardı. Az önce de bahsettiğimiz ‘hafıza ve hatıra insan kadar diridir’ ilkesinden hareketle bugün bile o saygı devam eder. Hıdırellez, Nevruz vb. gibi birçok ‘ritüel’ hafızamızın ve hatıramızın bize armağanlarıdır. Tarihçiler bu hususu ‘doğa kültür’ tabiriyle özetler. Bizim de ihtisas alanımız tarih özelinde bu konulara matuftur. Lakin dergimizin içeriğine ve yazımızın bütünlüğüne muhalefet etmemek kaydıyla bu konudaki sözümüzü daha fazla uzatmayacağız. Akhunları ya da onlar üzerinden meramımızı anlatmaya çalıştık. Yazımızı sonlandırırken sizden bir şey rica ediyorum: Hafızanıza ve hatıranıza sahip çıkın! Çünkü onlar bizim istikametimizin kilometre taşlarıdır. Ve daima bizimle beraber yaşamaktadırlar; farkında olsak da, olmasak da…
GENÇ'ın Yazısı.