Salih Eroğlu

Berduşluk deyince dedemi hatırladım. O, dediği gibi evliyalıktan berduşluğa bir yol seyretmedi dostlarım. Tercihini hep Allah’tan yana yaptı.

“Ben eskiden evliya idim” demiş rahmetli dedem, anneme. Bunun üzerine epey gülmüş annem ve sormuş: “Peki şimdi nesin baba?” Dedemin cevabı ise “berduş” olmuş. Dedemin bu cevabına annemin genç gülüşleri eşlik etmiş yine.

Evet, dedem nüktedan bir insandı. Etrafındakileri latifeleriyle güldürmeyi severdi. İşin açıkçası böyle bir diyalog tam olarak neden yaşandı bilemiyorum. Ama bu diyaloğu hatırlamak beni farklı boyutlara taşıdı:

Hayat, imkanın verildiği yerde imtihanım; imtihanın olduğu yerde de imkanların sunulduğu yolculuğun adı. Hepimiz Müslüman olarak doğuyoruz. Sonra “çevremizden” aldığımız geribildirimlerle farklı algılarda ve düzeylerde müslümanlığımızı yaşayarak/yaşamayarak ölüyoruz.

Bu çevrelerin başında ailemiz geliyor. Sonra eğitim hayatımız. Nihayetinde de kariyer yolculuğumuzu devam ettirdiğimiz iş yerlerimiz.

Ve hayat yine seçimlerle dolu bir yol. Ailesinin yanında ve sonrasında üniversite hayatında müspet ortamlarda yetişmiş insanlar, iş yerleriyle ilgili yapmış oldukları seçimler sonucu farklı dünyalara yolculuk yapmaya başlayabiliyorlar istemeseler de. Çünkü iş dünyası gri bölgeleri pek kabul etmiyor. Seçimini siyah ya da beyazdan yana yapmak zorunda kalıyorsun.

Etkilenmem, direnirim dediğin olaylar kalbinde siyah lekeleri teker teker bırakmaya başlıyor. Cesaret zannettiğin, ama aslında cesaretle ilişiği olmayan durum, günahlara sökmüyor. Siyah lekeler zamanla kalbinde daha çok alana yayılıyor. Namaz kılmamak için daha fazla bahaneler beliriveriyor. Oruç da bu sıcakta nasıl tutulsun canım, değil mi?

İşte böyle birer birer Rabbin ile iletişim kurduğun kanallar kapanıyor. Siyah lekeler bu kanalları tıkayıveriyor.

Kalp aynası bir kere çizilince kefareti büyük oluyor diyordu Kutlu dede Ya Tahammül Ya Sefer kitabında. Evet doğruymuş, adam haklıymış diyorsun.

Sonra bir gün karşına omuz omuza saf tuttuğun bir arkadaşın çıkıyor. Beraber sahur hazırlayıp iftar yaptığınız güzel insan. Göz göze geliyorsunuz. Onun gözlerinde baharı görüyorsun. Yağmur yağmış, eleğimsağma oracıkta belirivermiş. İşte şurada da kiraz ağacı çiçek açmış. İmreniyorsun o bahara, bakıp kalbinde savrulan hazan yapraklarına.

Ama o bahar ülkesine adım atmaya cesaret edemiyorsun. Mahalle baskısı ağır geliyor. Zihninde ve kalbinde biriken tortular müsade etmiyor kımıldamana.

Halbuki...

Dünyanın göz alıcılığı sakın seni celp etmesin diyordu hikmetli sözler bize.

Ah diyorsun. Keşke tercihimlerimi yaparken daha dikkatli ve seçici olaydım. Bu berduşluk düşmezdi kaderime. O zaman keder karışmazdı kaderime.

Berduşluk deyince dedemi hatırladım. O, dediği gibi evliyalıktan berduşluğa bir yol seyretmedi dostlarım. Tercihini hep Allah’tan yana yaptı. İmtihan dünyasının gereği olarak çeşitli bedeller ödediyse de tercihini hiç değiştirmedi.

Eski bir marangoz olan ve küçük bir bakkal dükkanı işleten dedem vefat ettiğinde mezarlığa götürülürken büyük bir kalabalık eşlik etmişti cenazesine. Görenler Konya’nın zenginlerinden bir zat vefat etti sanmış. Doğruydu aslında, gönül zengini bir insan Hakka yürümüştü.

Herkes hayırla yad etmiş ve bilinmeyen iyiliklerinden bahsetmişti. Efendimizin hadisi şerifi gereği cennet dedeme vacip olmuştu inşallah.

Peki ya biz?

Vefat ettiğimizde hayırla yad edilebilecek miyiz? Ya da daha mühimi: bizi hayırla yad edebilme yetkinliği/kapasitesi olan bir çevremiz var mı? Eğer yoksa, neden hâlâ değiştirmiyoruz kendimizi ve çevremizi?


GENÇ'ın Yazısı.