Eğer Bize Göklerden Yardım Göndermeyeceksen...
Ben kimin oğlu, evlâdı, kardeşiyim? Neden bir Müslümanın ayağına diken battığında bende tık yok? Niçin kaçıyorum haberlerden, gerçeklerden, ibretlerden?
Ya sen benim annem değilsin ya da ben senin oğlun değilim...
O kadar, o kadar yandı, kavruldu, pâre pâre döküldü ki yüreğin, söküldü ki ciğerin, kılım kıpırdamadı... Arşı titreten feryâdın cümle melekûtu seferber etti de, ben yine işime baktım, hayli birikmişti çünkü.
Gözünden öte sakındığın evlâtlarını parça parça edip kucağına verdiler. Ninni-ninni büyüttün, inim inim inleyerek, terk-i dünyâ ettiler. Kızların, hangi azâbın çığlığını atacaklarını bilemeden, kendi canlarına kıymanın yollarını aradılar... Kendine uzanan kahpe ellere rağmen, kuru bir oduna dönmüş bedenini onlara siper ettin.
Bir dişi kuş olarak, yıllar yılı özene bezene kurduğun yuvanı, yılanlar, çiyanlar sardı; içine kor attılar, çatısını göçürüp, duvarlarını uçurdular, darmadağın ettiler. Bir Kerbelâ edâsıyla, “Rabbim!.. Rabbim!...” dedin; cesedini sarmaladığın kolların gevşedi, yavrunla beraber devrildin, kan ıslağı bir yere...
Ben... Ben sadece okudum bunları... Okudum... Sonra giyinip, dışarı çıktım. Uğrayacağım yerler vardı...
Yok yok.. Sen benim annem değilsin; ben de senin oğlun değilim. Çünkü ben.. Çünkü ben.. Öyle; öyle işte..
Ya sen benim babam değilsin ya da ben senin oğlun değilim.
Bir babanın başına gelebilecek ne ızdırap varsa, hepsi birden imtihanın oldu senin. Ocağına bir lokma ekmek, bir yudum su bulamadın. Alıkonuldun, hesaba çekildin, dayaklar yedin, ağır sözler işittin... Rızık kapın yağma edildi. Malına el konuldu, âilene göz dikildi. Gözünün önünde, eşine, çocuklarına zulmedildi. Onların gözü önünde yüzün-gözün dağıtıldı... Bir zamanlar huzur kokan, yavrularının cıvıl cıvıl seslerinin geldiği yuvandan, feryat ve figanlar duyulmaya, ateşler fışkırmaya, dumanlar yükselmeye başladı.. Bir Kerbelâ edâsıyla, “Rabbim!... Rabbim!...” dedin; kalbine isâbet eden son kurşunun yuvalandığı yere bastıra bastıra, yüzüstü düştün, kan ıslağı bir yere...
Ben bunları bir arkadaştan duydum. Acıyla anlattı. Şaşırdım, hayret ettim, biraz da canım sıkıldı. Sonra telefonumu şarja taktım. Akşam eve geç dönecektim.
Yok yok... Sen benim babam değilsin; ben de senin oğlun değilim. Çünkü ben... Çünkü ben... Öyle; öyle işte...
Ya sen benim kardeşim değilsin ya da ben sana kardeş değilim.
Çok yakındaydın üstelik. Birbirimize öyle yakındık. Seni duymam için bağırmana, feryat etmene gerek yoktu. Vatanına, yurduna kast edildi; özgürlüğüne, hürriyetine gem vuruldu. Her türlü zulmü müfredata bağlamış, azgınlıkta sınır tanımayan kâfir, acziyetine çöke çöke varını yoğunu elinden aldı; üstüne üstlük, salyalarını akıta akıta, senin üzerinde zulüm mahâretlerini ihtisas etti. Çıplak bedenin zincirlere vurulup işkencelere mâruz kaldığında, tüm kesici ve delici âletlerin verdiği şehâdet lezzetinin sevdâsıyla yırttın gökleri... Bir Kerbelâ edâsıyla, “Rabbim!... Rabbim!...” dedin; beynini eritip burnundan akıtan tüm kimyasalların, saç tellerinden ayak tırnaklarına kadar verdiği ateşin yakıcılığı arasında, yanaklarından akıp giden gözlerinin arkasından kapanacak yer bulamayan göz kapaklarının çaresizliğiyle, devrilip düştün, kan ıslağı bir yere...
Haberlerde okudum. Ayrıntılarda denk geldi. Yoksa bu kadarını bilemezdim. Huzurum kaçtı. Sosyal medyaya takıldım biraz. Uykum geldi, uyumuşum.
Yok yok. Sen benim kardeşim değilsin; ben de sana kardeş değilim. Çünkü ben... Çünkü ben... Öyle; öyle işte..
Bir mü’min anne, tüm mü’min evlatların annesi, bir mü’min baba, tüm mü’min çocukların babası, bir mü’min kardeş, tüm mü’min kardeşlerin kardeşi değil mi?
Ben kimim o hâlde? Ben kimin oğlu, evlâdı, kardeşiyim? Neden bir Müslümanın ayağına diken battığında bende tık yok? Niçin kaçıyorum haberlerden, gerçeklerden, ibretlerden?
Son olarak, nasıl yalvarmıştı Hz. Hüseyin:
“Rabbim!... Rabbim!... Eğer bize göklerden yardım göndermeyeceksen, hakkımızda ondan daha hayırlısını bize nasip et!”
Göklerden gelmesi muhtemel olmayan yardımdan daha hayırlısı, yerdeki kardeşliği rafa kaldırmışların, umursamazların helâki olmasın sonra?!
Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.