“Küçük bir hakikat, büyük bir yalandan iyidir.” Leonardo da Vinci

Varoluşsal sorgulamaların sebep olduğu gerginlik ve çatışmayla yüzleşmek istemeyenlerin, depresyon, panik atak, duygu kontrol bozukluğu gibi zihinsel rahatsızlıklara daha yatkın oldukları belirlendi.

Psikoloji bölümü Profesörü Julie Exline’e göre, içimizde bulunan dini ve manevi değerlerle, dindar insanlarla ya da Allah’ın varlığıyla ilgili sorular; genelde açıkça konuşulmaz ve bastırılır. Temel bir inanç ve değer sistemine bağlanarak bu sorgulamaları içselleştirenler, onları yok sayarak yaşayanlardan ruhen çok daha sağlıklı ve güçlüler.

307 yetişkin katılımcıyla gerçekleştirilen sözkonusu araştırmaya göre, kendi manevi ihtiyaçlarının farkında olmayanların, farklı dünya görüşüne sahip olan insanlarla da yakınlık kuramadıkları ve onları tehdit gibi algıladıkları ortaya çıktı.

Sonuçlara gore, insan duygusal ve zihinsel enerjisini kullanarak hayata dair temel soruları bastırsa bile, onlar farklı şekillerde yeniden ortaya çıkar. Oysa manen kendini geliştirmek ve derinleşmek, hayatı daha anlamlı hale getirir.

Yaşamak, sadece insan için anlamı olması gereken bir muammadır. Başında ve sonunda hiç bir müdahalesi yokken, nefes aldığı sürece onu çözmek ve sevmek için çabalar. Nurettin Topçu, “varolmak, düşünmek ve hareket etmektir” der. Düşünmek insana has bir özellik, sorumluluğun başladığı yer de tam burası…

Şekspir’in yazdığı Hamlet isimli oyunda geçen ve unutulmayan “olmak ya da olmamak, işte bütün mesele…” cümlesinin, 20. yüzyılın varoluşçularına ilham vereceğini kim tahmin edebilirdi bilinmez. Fakat, babasının ölümüyle hayatın anlamını sorgulayan ünlü kahraman, uzun yıllar sonra Sartre tarafından dile getirilen “sorumlu insan” düşüncesiyle yeniden ete kemiğe büründü.

Her insan, yaşadığı dönemin etkilerini barındıran bir dünya görüşüne sahiptir. Otuz yıl kadar önce tarihçi Neil Strauss ve William Howe yazdıkları “Kuşaklar-generations” isimli kitapta, her neslin kimlik sahibi olmasında etkili olan, önemli toplumsal değişimleri, savaşları ve teknolojik gelişmeleri değerlendirdiler. Buna göre, yirmi yıllık yaş guruplarından oluşan kuşakların ortak özelliklerini belirleyerek, birbirini takip eden 4 farklı dönem ortaya koydular.

Forbes Dergisi yazarlarından ekonomist John Mauldin, söz konusu kuşakları inceleyen yazısında; tıpkı 2. Dünya savaşının o dönemin neslini şekillendirdiği gibi, “Milenyum nesli (millenial generation)” gençlerinin kaderinin de, hayatları boyu geniş çaplı yansımalarıyla devam edecek bir “varoluş krizi” olacağını öngörür.

Şüphesiz, hayatın insan için daha sade ve fıtri olduğu dönemlerde, tefekkürün, sorular sormanın ve cevapları bularak mutmain olmanın daha doğal bir süreci vardı. “Milenyum nesli (millenial generation)” için ise, gerçek dünyanın sanal bir eksene doğru kaymasıyla hayatın niceliği ve niteliği daha karışık bir hal aldı. Algı sınırlarının fazlasıyla genişlemesi, beklentileri yükseltti; tembellik, sabırsızlık ve narsistlik karakterlere sindi. Hayatın gerçekleri karşısında insana mukavemet kazandıracak değerler ve ruhun ihtiyaçları yok sayılırken, tüketim ve materyalizm kutsandı.

Var olmanın bir kriz haline gelmesi, hakikate kavuşma isteğini canlandıracak bir lütuftur aynı zamanda. Modern psikologların öğütlediklerinin aksine, kafaya takmak uyanış yolunu daææ açabilir. Teselli sunan “şeylerin” verdiği bıkkınlıkla bunca değişimin ve kesretin hedefinde olmak, hiç değişmeyenin arayışına götürmez mi?

Sözü İsmet Özel’e bırakmalı: “İnsan iki şeyi arar: Güvenliğini ve özgürlüğünü. Özgürlük içe doğru, güvenlik ise dışa doğru seyreder. Ben İslam’a bağlanmakla, bu ikisine kavuştuğum inancındayım. İslam bir şifadır, yarası olmayan ya da yarasının farkında olmayan bu şifadan nasiplenemez.”

5 Aralık 2016, Julie J. Exline, Case Western Reserve Üniversitesi, Davranış Bilimleri Dergisi, www.sciencedaily.com


Sevilay Kösebalaban'ın Yazısı.