Mutluluğun Anahtarı "Ülfette" Gizlidir
Merve Karabulut
Modernizm, terim anlamı olarak geleneksel olanı günün anlayışına uydurma, geleneksel yapıyı ve anlatımı reddederek yeniyi ortaya çıkarmaktır. Sözlük anlamı olarak da “çağcılık” demektir. Bu şekilde bakıldığında çok masum görünen, insanların iyiliği için ortaya çıkmış bir anlayıştır. Fakat biliyoruz ki bir kelimenin derinine inmeden onu tam olarak kavramamız mümkün değildir. Modernizm anlayışıyla ele alınan eserleri incelediğimizde bireyi ön plana çıkardığını ve toplumla bireyin çatışma halinde olduğunu görüyoruz. Herkes gibi olmaktan ve geleneksel, alışılmış şeylere devam etmekten ziyade yeni arayışlara girmek, alışılmışın dışında şeyler üretmek ve bireyin varlığını çevreden soyutlayarak tek başına ele almak modernizmin konusudur.
Tabiatı materyalistik ve matematikleştirilebilir bir yaklaşımla ele alırken insana da aynı bakış açısıyla yaklaşır. Oysa insan realistik yaklaşımlarla ele alınıp genelleştirilebilecek bir varlık asla değildir. İnsanın kalbi duyguları ona biriciklik özelliği kazandırır. Aynı zamanda yaşadığı toplumdan bağımsızlaştırmak da doğru bir yaklaşım değildir.
Modernizm, geleneksel olanı kötülerken çok değerli olan kavramlarımızı da bizden koparmaya çalışır. Bu kavramların en kıymetlilerinden biri “ülfet”tir. Ülfet kelimesine olumlu anlamıyla yaklaşıldığında dostluk kurmak, muhabbet bağı anlamlarına gelir. İnsanlar arasındaki duygu bağını sağlayan bir motiftir. Resûlullah Efendimiz, mümini “başkalarıyla ülfet eden kimse” diye tanımlamış, başkalarıyla ülfet etmeyen kimsede hayır bulunmadığını açıklamış, münafıkların kusurlarını sayarken, “Kibirlidirler, ne onlar başkalarıyla ne başkaları onlarla ilişki kurabilir” buyurmuştur. Biz eğer bu kavramı hayatımızdan çıkarırsak düşmanlığın ve zalimliğin ortaya çıkması kaçınılmazdır. İnsanlarla duygusal bir bağ kurmadığımızda, onlara değer vermediğimizde kendimizden başka düşünecek bir şeyimiz kalmaz. Bencilliğe doğru açılan bu kapıdan girdiğimizde nefsimizin kölesi oluruz ve kalbimizin merhametsizlikle katılaşmasına sebebiyet veririz.
Biliyoruz ki bir şey karşıtıyla daha iyi anlaşılır. Ülfet kelimesinin karşıtına baktığımızda “uzlet” olarak karşımıza çıkar. Uzlet, insanlardan uzaklaşmak, herkesten ayrılıp bir köşeye çekilmektir. Yani insanın kendini yalnızlaştırmasıdır. Bazen kısa bir süreliğine insanlardan uzaklaşmak gerekir elbette. Fakat bu uzatıldığında, insanlarla kaynaşmayı engellediğinde bir sorun olmaya başlamaktadır. Ayrıca insanın yapısına da ters bir durumdur. Çünkü insan muhabbetle hayat bulur. Diğer türlü nefes alıp vermekten başka bir şey yapmaz. Bunu bir örnekle açıklayacak olursak “Into the Wild” filmi bence bunu en güzel şekilde gösteriyor. Toplumun karmaşasından doğanın sakinliğine kaçmaya çalışan gencin mücadelesi üzerine bir film. Özgürlük; yalnız kalmak, toplumdan uzaklaşmak, kaçıp kurtulmak gibi anlatılıyor. Bunun insanı mutlu edeceği zannediliyor. Fakat insan insanla anlamlıdır, insanda değerlidir. Mutluluğun anahtarı ülfette gizlidir. Filmde “Mutluluk uçsuz bucaksız ormanlardadır, bomboş sahillerdeki coşkudadır. Mutluluk insan elinin değmediği bir yerdedir.” cümlesi geçiyor. Buna karşılık diyorum ki:
Mutluluk, kimsesiz bir çocuğun yüreğini ısıtmaktan geçer. Mutluluk, bir insana selam verip halini hatrını sormaktan geçer. Bir yaşlının elindeki poşetleri taşımak, bir ihtiyaçlı kişinin yardımına koşmaktır mutluluk. Bu soğuk kış günlerinde yardımlar düzenleyerek o üşüyen minik elleri ısıtmaya çalışmaktır mutluluk. Sözün özü, insanlardan uzaklaşmak değil, insanların tam ortasında olup kalplerimizi ülfetle doldurmaktır. Ülfeti yaşatmaya çalışanlardan olmak, olabilmek ne güzel.
GENÇ'ın Yazısı.