Büşra Mutlu

Şair hiç mi düşünmemişti bu satırlara yazısında yer verirken birilerinin tüm ömür satırlarını yerle yeksan edeceğini... Yoksa yerle yeksan etmek için miydi bu satırlara yer verişi...

Sahil boyu yürüdü genç adam, çok şey düşünüp ne düşündüğünü bilmeyerek... Adımları vücudunu her seferinde biraz daha ileri taşırken düşünceleri bırak olduğu yerde bırakmayı ne kadar geri varsa bilinen sürükledi hepsinin en gerisine... Hakikati bulmak için açtığı sayfalardan birinde bildiği hakikatlerin hepsini kaybedeceği aklının ucundan bile geçmezdi...Şimdi hem bulmak istediği hem kaybettiği hakikatlerin peşindeydi...

Sahilin bir köşesine insanlar oturup da  düşünsünler diye yerleştirilmiş banklardan birine ilişti usulca... Beyninin her hücresi Usta Necip Fazıl’ın cümlesini tekrar edip duruyordu, ezber etmek ister gibi ‘’ bilmem ki hiçbir fani; dünyaya gelmiş olmak adına bu kadar ağır bir borç senedi imzalamış mıdır? ‘’... Bir, iki, üç... Susmayınca hücreleri bağırdı  içinden avazı çıktığı kadar...  ”YETER”... Anlaşılan duymamıştı ne hücreleri ne de hiç kimse sesini zira ne içindeki ses kesilmiş ne de susmuştu düşünceleri... 

Onca düşünmüşlüğün arasında son bir gayretle düşündü ki düşünmekten başka çare yok...Kölesi sandığı zihnine hükmedememişti çünkü... Şimdi bir yolculuk başlamıştı yolculukların en meşakkatlisi... İçe yapılanından... İnsanın dünyasının altıyla üstünü yer değiştirteninden...

‘’Bilmem ki hiçbir fani; dünyaya gelmiş olmak adına bu kadar ağır bir borç senedi imzalamış mıdır?’’ ... Benimsedi önce bu soruyu kendisi sormuşçasına ardından yeni bir soru sordu bu sefer gerçekten kendi adına... ‘’ Buraya gelmiş olmak için bir senet mi imzaladım ki?’’

Bu soruyu sorarak  içe yapılan yolculuğun ilk adımını atmıştı... İçe yapılan yolculuk... Filmlerde hep çocukluğa inilirdi onunda sorusunun cevabı çocukluğunda olabilirdi... O da çocukluğuna indi...

Çocukluk denince aklına hep babaannesi gelirdi... Babaannesinin her tarafı buram buram lavanta ve naftalin kokulu odası...Kocaman ‘’Elif ’’ yazısı duvarda asılı, hemen yanında el emeği giyisisiyle - öyle demek gelirdi içinden – bir Kur’an... Nasıl bu kadar fazla olduğunu anlayamadığı bir sürü kitap dolu bir kitaplık... Yatak ve yatağın başından başlayıp odayı dolanan bir sedir... Eski usul, babaannesinin vaz geçemediği mangal ise ortada...

Onun için bu oda dünyadan ayrı ama dünyanın merkezindeydi... Her şeyin dışında olup her şeyi içinde barındıran bir yerdi... Babaannesi sırlı kapıların anahtarlarını bilendi...Koşuşturmaktan yorgun vücudunun uykuya galip geldiği gecelerde, bu odada,  babaannesinin dizi dibinde bir çilingir çırağı edasıyla  anahtar ve kapı sırlarını çözebilmek için pür dikkat anlatılanları dinlerdi... Çoğu zaman çocuk aklının anlayamayacağı kadar derin de olsa manalar dinlemesi çok güzeldi... Yunus’la, Bektaş’la, Mevlana’yla, Piri Türkistan’la oyun arkadaşı gibilerdi... Onlar sırlı sözlerinin arkasına saklandıkça, babaannesiyle birlikte arkalarından koşar onları saklandıkları yerden çıkarır ve sohbet ederlerdi... Bu gün onlar olmasa da sözün ardına saklanmış bu şairin arkasından koşmalı ve onunla sohbet etmeliydi...

Babaannesiyle gece vakti kimse görmeden yürüdüğü yolları düşündü, yoldaşları kitaplar olan... Çokluğuna hayret ettiği kitaplardan biri vardı ki tuğla gibi kalın, yeşil kaplı o kitap – babaannesi ilmihal olduğunu söylerdi- ne zaman anahtar diye ele alınsa muhakkak islamın ve imanın şartından, namazdan, oruçtan vesselam 32 farz ile kulluk vazifelerinden bahsedilirdi... Bu aynı yöne iki farklı bakışı şu an düşününce farklı bir fark edişle fark etti...

Borç senedi, dünyaya gelmiş olmak, fani... Zihni kelimelerin istilasına uğramıştı... İnsan dünyaya ne diye gönderildi?... Cevap; ‘’Kulluk için...’’ Şair o zaman kulluktan mı bahsediyordu yani? Ağır borç senedi peki, borç dediği !... Ne vardı bu kadar sırlı konuşacak, şair adamaların hepsi böyleydi...

Her şeyi baştan düşünmeye başladı... Dünyaya gelmiş olmak ilmihal de söz ardına saklananlar da bunun nedeninin kulluk olduğunda hem fikirdi... Gelelim borç senedine yani artık kulluk senedi dese yanlış olmazdı... Ayrıldıkları nokta bu borcun gerekleri miydi yani ? Hangisini bırakıp diğerine yönelse eksikti... O zaman bu aynılık nasıl bir ikilikti ?

Yanlış yerlerde gezindiğini fark etti bir an... Mevzu ayrılık ya da aynılık değildi... Şair kulluğun zorluğundan kula yüklediği sorumluluktan dem vuruyordu ayrılıktan değil ki...

Ufukta güneş batarken yolculuğunda geldiği bu nokta yüzünü gülümsetti... Artık neyi aradığını biliyordu en azından kulun sorumluluğu neydi? Neydi bu kadar ağır olan ?

Hava akşamın serinliğine bürünürken daldı tekrar düşüncelerine... Düşünce ormanının sıcacık dar patikalarında başladı dolaşmaya...

Kendisi ki bir kuldu neydi sorumluluğu... Hem söz saklananları hem ilmihali düşündü... Ağırdı kul olmanın sorumluluğu çünkü ikilik gibi görünen aynılık kulluğu hepsinden sorumlu tutuyordu...

Kul ki namaz kılmalı, oruç tutmalı, zekat vermeli, hacca gitmeli ve 32 farzı yerine getirmeliydi...

Yine kul ki eline, beline, diline sahip olmalı; ilmi kendiyle bilmeli; tevazuda toprak gibi ayıp örtmede gece gibi olmalı; etü kemik bürünüp kul diye görünmenin hakkını vermeliydi vesselam...

Kolaydı kulluğun ibadet kısmı da ya eri kalanı... Geri kalan; yapılmazsa ibadeti ardında bırakan... Geri kalan; sorumluluğu asıl olan...

Sorumluluk ağır, sorumluluk çetin, sorumluluk mükafatı büyük, sorumluluk kırk fırın ekmek, kırk ayrı basamak, sorumluluk arzdan arşa; beşikten mezara taşınan bir yük...Sorumluluk yaşarken kemalata yolculuk... Sorumluluk şairin dediği gibi dünyaya gelmiş olmaktı...

Akşam iyice ilerlemişti o bunları düşünürken... Ayağa kalktı, dünya yollarından geçerken evine varmak için yürümeye başladı... Maddi yolculuğu başlarken zihnindeki yolculuk sona ermişti artık... Son bir gayretle kapıya taktığı anahtarı çevirip eşiği geçmesi gerekiyordu... O da böyle yaptı...

”Bilmem ki hiçbir fani; dünyaya gelmiş olmak adına bu kadar ağır borç senedi imzalamış mıdır? Sıyrıldı cümledeki sözcüklerin cismaniyetinden... Borcu, senedi, dünyayı, faniyi bir kenara bıraktı... Asıl olan yaşamaktı... Nefes alıyor olmaktı... Ve insanın sorumluluğu, kulluğu bunun hakkını verebilmekten ibaretti vesselam...

 


GENÇ'ın Yazısı.