Kaçaklar İçin En Tehlikeli Yol
Pakistan tam bir insan cennetiydi. Her biri farklı etnik gruba mensup olan bu insan cümbüşünü seyretmek kelimelere zor sığdırılacak bir güzellikti benim için. Beluciler, Sindliler, Peştunlar, Pencaplılar ve farklı kabilelerden bambaşka insanlar.
Zhop’da bir gece kaldıktan sonra sabah erkenden Sultan’la birlikte otobüs terminaline gittik. Sabahın erken vakitleri olmasına rağmen terminal oldukça kalabalıktı. Her tarafta bir koşturmaca sürüyor, simsarlar yolcu kapmak için birbirleriyle yarışıyorlardı. Etraftaki derme çatma lokantalardan gelen bol baharatlı yemek kokuları da çoktan her tarafı kuşatmaya başlamıştı. Sultan bana bir köşede beklememi, bilet işlerini halledip geri döneceğini söyledi. Ben de terminali daha güzel görebileceğim bir yere oturup etrafı seyretmeye başladım. Her yer öyle ilginçti ki Sultan gelene kadar bu ilginçliğin tadını çıkarmak istiyordum. Pakistan tam bir insan cennetiydi. Her biri farklı etnik gruba mensup olan bu insan cümbüşünü seyretmek kelimelere zor sığdırılacak bir güzellikti benim için... İnsanları giysilerinden yüzlerindeki anlamaya çalıştığım edalarına kadar hiçbir ayrıntı kaçırmadan incelemeye çalışıyordum. Beluciler, Sindliler, Peştunlar, Pencaplılar ve farklı kabilelerden bambaşka yüzler. Farklılık kendi başına bir zenginlik olsa da ne yazık ki bu zenginliği nefrete çevirme başarısı göstermekte insanoğlunun üzerine yoktu.
Otobüs Biletleri
Ben dalmış bir şekilde etrafı seyrederken Sultan elindeki biletlerle selam verip yanıma geldi. Bineceğimiz otobüsün az sonra hareket edeceğini haber vererek bir an önce otobüse binmemiz gerektiğini söyledi. Sultan’ın elindeki biletlere bakarken koltuk numaralarının yan yana değil de arka arkaya olması dikkatimi çekti. Bu duruma şaşırsam da Sultan’a ilk etapta bir şey söylemedim. Çuvallarımızı tekrar sırtlanıp otobüse doğru yürümeye başladık. Fakat içime bir kurt düşmüştü. Sultan niçin koltuk numaralarını yan yana değil de arka arkaya almıştı?
Çuvallarımızı otobüsün bagajına yerleştirip ellerimizdeki bilet numaralarına göre koltuklara otururken kendi kendime “işte tam sırası” deyip Sultan’a koltuk numaralarını niçin yan yana almadığını sordum. Arkamdaki koltuğa oturan Sultan birden mahcup bir edaya büründü. Yüzü kızardı. Bu durum beni daha da işkillendirdi ve kısa bir süre aramızda sessizlik oldu. Sultan sorduğum soruya cevap olarak “Kaçak yolcu olduğun için yolda yakalanırsan ikimizi birden tutuklamasınlar diye böyle yaptım” dedi. Sonra da “Eğer yakalanırsan ikimiz birbirimizi tanımıyoruz, tamam mı?” diye bana sordu. Tamam anlamında başımı sallasam da Sultan’ın söyledikleri karşısında bozulmuştum. Çünkü ben asla yola birlikte çıktığım birine böyle bir şey diyemezdim. Yol arkadaşlığı felsefem “Anca beraber kanca beraber” sözüne dayanıyordu. Kafam karışmıştı. Tam Sultan’a bir şeyler diyecekken Ebu Ömer’in Sultan’la ilgili söyledikleri geldi aklıma… Ebu Ömer’e olan güvenim nedeniyle ağzımı açmadan yerime oturdum. Fakat keyifsiz başlayan yolculuğumuz Kuetta’ya kadar böyle sürdü. Sultan’ın benimle oturmaktan, aynı koltukları paylaşmaktan bu denli çekinmesi yol boyunca moralimin hep bozuk olmasına neden olmuştu.
Hamdım, Gittim, Piştim, Yandım
Kazasız belasız, hepsinden öte asker ve polislere yakalanmadan Kuetta’ya ulaşmıştık. Yolda Sultan’la hiç konuşmadık. Hatta molalarda Sultan beni tanımamazlıktan geliyor, adeta bir yabancı gibi davranıyordu. Sultan’ın bu ilgisizliği, bana garip gelen davranışları bazen kendimi terbiye edilmeye çalışılan dervişlere benzetmeme neden oluyordu. Ben de acaba bu yolculuk sonrası “Hamdım, gittim, piştim ve yandım” diyebilecek miydim? Sultan’a artık soru sormuyordum. Sadece neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordum.
Otobüsten indikten sonra otogarda bir araba kiralayıp şehirde ilerlemeye başladık. Kuetta’yı görünce her şeyi unutmuştum. Keyfim tekrar yerine gelmişti. Kuetta’yı öyle sevmiştim ki bir kaçak olarak değil de normal yolcu olarak bu şehre gelseydim muhtemelen günlerce dolaşırdım. Şehir merkezinin kalabalık caddelerini zar zor aştıktan sonra artık Kuetta’nın iç içe geçmiş arka sokaklarında dolaşıyorduk. Nereye gittiğimizi sadece Sultan biliyor, ben ise “Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler” diyerek teslimiyetin sınırlarında dolaşıyordum.
Zor Bir Engeli Daha Aştık
İçimde Sultan’a güvenmem gerektiğine dair güçlü bir his vardı. Ayrıca zihnime kötü düşünceler hücum etmeye başladığı andan itibaren onun Ebu Ömer’in arkadaşı olduğunu aklıma getirip meseleye son noktayı koyuyordum. Fakat sürekli suskun oluşum artık Sultan’ı rahatsız etmeye başlamıştı. Bunu hissediyordum. Sultan dayanamadı ve sonunda ben bir şey demeden konuşmaya başladı. Önce “Kuetta’ya kadar olan yol hem kaçaklar hem de kaçakçılar için çok tehlikelidir. Birçok kaçak bu yolda yakalanmıştır” dedi. Demek ki Türkiye’ye dönüş yolunda zor bir engeli daha aşmıştık. Bu beni sevindirdi. Sultan daha sonra sözlerini şöyle sürdürdü: “Bir kaçak için yakalanmaktan daha tehlikeli olanı yakalandığından kimsenin haberinin olmamasıdır. Ben de yakalanırsan Ebu Ömer’e haber vermek için seninle oturmadım. Bundan dolayı yol boyunca sana yabancı gibi davrandım. Bu ülkede eğer sahip çıkanın yoksa üstelik bir de kaçaksan başına her türlü şer gelebilir. Fakat yakalandığından birilerinin haberi olduğu asker ve polis tarafından anlaşılırsa artık adımlarını daha dikkatli atmaya başlarlar.” Sultan bunları söylerken ben de kendi kendime “Sultan’a güvenmekle en doğrusunu yapmışım. İyi ki susmuşum. İyi ki daha sonra beni mahcup edecek, Sultan’ın moralini bozacak bir şey söylememişim” diyordum.
Kuettalı Mevlevi’nin Evi
Bir süre Kuetta’nın arka sokaklarında dolaştıktan sonra Sultan’ın aradığı evi bulduk. Arabadan inip ziyaret edeceğimiz evin kapı zilini çaldık ve Sultan’la birlikte beklemeye başladık. Kapıyı 20 yaşlarında güleç yüzlü bir genç açtı. Kapıdan içeri girince önce karşımıza küçük bir bahçe çıktı. Daha sonra kapıyı açan genç bizi bahçeden geçirip geniş bir odaya aldı. Girdiğimiz ev tek katlı ilginç bir evdi. Ön taraftaki geniş odanın arkasında birbirlerine bitişik başka odalar da vardı. Hemen buranın başka amaçlar için kullanıldığına dair içimde bir düşünce oluştu. Bizi kapıda karşılayan Peştun genç Sultan’la bir süre sohbet ettikten sonra izin isteyip yanımızdan ayrıldı. Kısa bir süre sonra da yanında 55-60 yaşlarında, yüzü insana huzur ve güven veren bir adamla döndü. Bazı insanları görür görmez hiç sebepsiz yere seversiniz. Ben de bu adamı görür görmez sevmiştim. Hem bizi kapıda karşılayan gencin hem de Sultan’ın davranışlarından “Mevlevi” dedikleri bu adama büyük bir saygı duyduklarını fark etmiştim. Bu arada Pakistan’da alimlere genel olarak Mevlevi deniliyordu. Sultan beni Mevlevi ile tanıştırdı. Türk olduğumu söyleyince, Mevlevi hemen Osmanlı ve Hilafet’le ilgili övgü dolu sözler söylemeye başladı. İnsanın başını eğeceği değil de dik tutacağı bir tarihe sahip olması gerçekten gurur vericiydi. Bu gururu Afganistan’dan sonra şimdi de Pakistan’da yaşıyordum.
Cihad Sadece Silahla Yapılmaz
Kısa bir süre sohbet ettikten sonra Mevlevi’nin oğlu olduğunu öğrendiğim genç bize güzel bir sofra kurdu. Yemek esnasında Sultan, Mevlevi’ye benim Afganistan’da operasyon esnasında yaralandığımı söyledi. Bunu duyan Mevlevi’nin gözleri birden yaşardı. Mevlevi’nin bakışlarına büyük bir şefkat indi ve bir süre yüzüme baktı. Mevlevi’ye mücahid olmadığımı, sadece bir gazeteci olduğumu söyledim. O da “Senin yaptığın da cihaddır, cihad sadece silahla yapılmaz” dedi. Daha sonra uzun uzun Afganistan üzerine konuştuk. Sorduğu sorulardan Afganistan’da yaşanan savaşla yakından ilgilendiği hemen belli oluyordu. Sultan, Mevlevi’nin uzun yıllar Afganistan’da Ruslara karşı savaştığını, bir kardeşinin de savaş esnasında şehit düştüğünü söyledi. Yemeğimizi yedikten sonra Sultan’la bahçeye çıktık ve Sultan Mevlevi’yi bana daha yakından tanıtmaya başladı. Mevlevi Hadis ve Fıkıh alanında yıllarca eğitim görmüş, bu alanlarda icazeti olan bir âlimdi. Başta Molla Ömer olmak üzere Taliban’ın ileri gelenlerini de yakından tanıyordu. Sultan’ın söylediğine göre Mevlevi, Taliban’ın geçmişini, nasıl kurulduğunu en iyi öğrenebileceğim kişilerden biriydi. Benim Mevlevi’nin misafiri olarak bu evde kalacağımı haber veren Sultan kendisinin de üç gün sonra geri döneceğini söyledi. Mevlevi’nin Taliban’ın üst kadrosunu yakından tanıdığını öğrenince Sultan’a nereye gideceğini sorma gereği bile duymadım. Çünkü Taliban’ın geçmişi hakkında bilgi almak, uzun uzun sohbet etmek için tam da aradığım kişiyi bulmuştum.
Adem Özköse'ın Yazısı.