İbrahim Bozbeşparmak

Bir Gün Döneceğiz "Bir gün döneceğiz." Yeniden toparlanıp, Halep’e... Sonra varacağız o duvarın önüne. Spreyi, tebeşiri neyse artık vereceğiz bir masum çocuğun eline. Sonra o da yazacak ; ‘’Bir gün geri döneceğiz.’’ Döndük.

Haber sitelerinde, saat on sekiz kuşağı haber bültenlerinde, sosyal medya hesaplarında bayağı gezdi o fotoğraf görmüşsündür. Halep’te bir duvar önünde bir çift, kız erkeğin omuzuna koymuş başını, duvarda o yazı. Sonra bir otobüsün tozlu camına yazılmış o yazı, arkada mahzun bakışlı bir çocuk. Aslında o yazıyı görür görmez yazmam gerekiyordu yazımı, ama bekledim biraz. Biz milletçe aceleciyizdir malum. Sabırsızız işte canım yedi kuşak dededen. Bekledim ki hemencecik dönsün Halepliler Halep’e. Nişanlılar evlensin, kırk gün kırk gece düğün kurulsun, evler onarılsın, şehitler mezara konsun, üç gün ağıt yakılsın. Bekledim ki Halep sokaklarında yeniden top sektirilsin, kepenkler besmeleyle kaldırılsın... Henüz dönmediler, dönemediler, yazdım bak ben de.

Çocukluğumda en çok ne korkuturdu beni biliyor musun? Hırsız kambur cüceler? Cık, değil. Dev anaları, ejderhalar, üç harfliler, ölüler, ölümlüler? Cık cık bunlar da değil. Karanlık, yükseklik, yalnızlık, yanmak, boğulmak, kül olup rüzgârda savrulmak? Değil. Evimizin bir gün boş kalması, sonra örene, harabeye dönmesi. Hasır tavana akseden soba alevinin ışıltısında hayal ederdim, hayallerim bahsettiğim korkumda tıkanırdı. Yıllar sonra gelmişim evime Allah geçinden versin babam vefat etmiş, Allah geçinden versin annem vefat etmiş. Biz kardeşlerimizle büyük şehirlere göçmüşüz tabii. Tabii diyorum, aslında tabî olan köyden, kasabadan hiç göçmemektir ya neyse. İşte gelmişim baba evinin önüne köyde kalan birkaç çocuk camları kırmış, işe yarar ne varsa çapula kurban. Tavan yer yer çökmüş, duvar yer yer yıkılmış. Tavan ki üstte dedim ne hayallerime perde olmuşluğunu. Tavan ki babamın cigara dumanı sinmiş, derdi sinmiş üstüne. Tavan ki annemin duası, umudu sinmiş üstüne. Babamın cesur, güçlü, endişeli sesi var bu tavanda. Annemin emin, tevekküllü, hisli sesi var. Kardeşimin şen, şakrak gülüşü var. Bacımla atışmalarımız var. Almanya’dan gelen pastellerle baştan uca boyayıp annemi üzdüğüm duvar, bütün suç duvarda anne, yıkılasın duvar annemin kalbini kırdın, yıkılmış duvar. Hatıralar yıkılmış. O metruk odalarda ne hatıralar vardı da yıkılmış bir bilsen. Sonra şöyle uyanırdım kurgumdan ve uykuya dalardım sonra; Allah’ım annem hiç ölmesin, babam hiç ölmesin, evimiz hiç ölmesin, hatıralarımız hiç ölmesin. Ben bir kenara, diyeceğim şu Halep’te böyle kaç ev vardır ölmüş? Kaç hatıra ölmüştür Halep’te? Kaç anne ölmüştür, kaç baba ölmüştür? Katillerin elleri kırılsın emi. Anıları bombalayan vicdansız; düğmeye basan ellerin kırılsın emi! Sevdaları bombalayan vicdansız; düğmeye basan ellerin kırılsın emi!

Sevda dedim de aklıma ne geldi bak. Halepli sevdalılar geldi. Ne oldu sevdalarına? Ağlarlar akıllarına geldikçe gülüştükleri. Birbirlerine sevdalandıkları mektep akıllarına gelir, bombalanmış, ağlarlar. Yârlerine gül derdikleri bahçe, yaralanmış, ağlarlar. Altında hasbihal ettikleri söğüt, parçalanmış, ağlarlar. Sevdalılar bunlar ellerinden ağlamaktan başka ne gelir. Tam verecekti babası canı çıkası zalimler. Her şey hazırdı; tatlı alınacak dükkân, patlattınız. Düğün yapılacak meydan, yaktınız. Alyansları takacak dede, vurdunuz. Sevdaları bombalayan vicdansız; düğmeye basan ellerin kırılsın emi!

Sonra bir de sokaklar var ki sorma. Misket yuvarlayan çocukların sokakları… Taştan kaleleri ile kaç penaltı atmıştı, Kilis’te bir çadır kampında gözyaşları yanaklarında çamur olmuş çocuklar o sokaklarda? Güneş uyanmadan uyanıp kaç kere camiye baston salladı amcalar o sokaklarda? Sokakları bombalayan vicdansız; düğmeye basan ellerin kırılsın emi.

“Bir gün döneceğiz.” O duvarda yazan yazı buydu. Otobüsün camında da bu yazıyordu. El Hamra ile vedalaşırken de böyle demiştik biz. Yahya Kemal Üsküp’e bakıp bir ah çekip böyle demişti. Fahreddin Paşa, hani Medine müdafî, nam-ı diğer çöl aslanı, Ravza’dan ruhunu orada bırakıp böylece ayrılmıştı. Kırım bizi bu vaadimizle hatırlar, vefasız Kosova’da -vefasız kısmı Akif’e ait- zayıflığımıza bakıp, inanmıyor musun döneceğimize? Biz Mekke’den de böyle garip ayrılmıştık. Dönüşümüz nasıl olmuştu ama: “Allahu ekber kebira, velhamdulillahi kesira, sübhanallahi bukraten ve asile.” Yer gök bembeyazdı. Tevazu kazanmıştı, gariplik kazanmıştı, mazlumlar kazanmıştı.

“Bir gün döneceğiz.” Önce o kahraman kır atıyla dörtnala gönlümüze, zihnimize, pazumuza dönecek, sonra biz tüm hasretliklerimize döneceğiz. Sevdalılar kavuşacak birbirlerine. Kırk gün kırk gece düğünler kurulacak, tatlılara şerbetler dökülecek. Şenlenecek evimiz, barkımız, sokağımız. Uçurtmalar salacağız gök denize, kuşlar cıvıl cıvıl dönecek etrafımızda, çocuklarımız korkmadan, Anadolu çocukları gibi, pilotlar onları görmese de uçaklara el sallayacaklar. Duvarları, tavanları da onaracağız; yeniden anılar yuvalansın, sesler yankılansın diyerek. Her sabah emniyetle camiine gidecek amcamız. Ezanlar heyecanla okunacak. Bayram sabahları telaşları yaşanacak Halep ve kardeşlerinde.

“Bir gün döneceğiz.” İnanmıyor musun? Hani unutkanlığımız, şeytanın ivası bize Rabbimizin tembihini unutturmuştu da günaha meyledip, cennetten çıkarılmıştık. Sonra tövbemiz kabul olmuştu da geri cennete dönüş vizesi çıkmıştı hani. Hatalarımızdan döneceğiz önce, sonra cennet gibi memleketlerimize döneceğiz.

“Bir gün döneceğiz.” Bir münadi bağıracak, ”Ey insanlar! Canınız, malınız, ırzınız emniyettedir.” O gün hesap yalnız inatçı zalimlerden sorulacak. Mescidinde, manastırında, kovuğunda ibadeti ile meşgul din adamına dokunulmayacak. Silahsıza dokunulmayacak. Namuslara el uzatılmayacak. Nebatat, hayvanat incitilmeyecek.

“Bir gün döneceğiz.” Yeniden toparlanıp, Halep’e... Sonra varacağız o duvarın önüne. Spreyi, tebeşiri neyse artık vereceğiz bir masum çocuğun eline. Sonra o da yazacak ; “Bir gün geri döneceğiz.’’ Döndük.


GENÇ'ın Yazısı.