Ölmek Kaybetmek Değil Yeniden Başlamaktır: Göktürk Devleti
Gökhan Gökçek
“Size bağlı kalacak, haraç verecek, kıymetli atlar hediye edeceğim. Fakat dilimizi değiştiremem. Uzun saçlarımızı kestiremem. Halkıma Çinli elbisesi giydiremem. Adetlerinizi, kanunlarınızı alamam. İmkan yoktur! Çünkü, bu bakımlardan bütün milletim hassasiyetle çarpan tek bir yürektir!”
“16 Büyük Türk Devleti”ni yazmaya devam ediyoruz. Bu sayımızda Göktürkleri ele almaya gayret edeceğiz. Veyahut her zaman yaptığımız gibi konunun/Göktürklerin bize anlatmak istediklerini. Göktürkler’den bize kalan hatıralardan en derinlerini dile getirmeye çalışacağız. Maksadımızda sebepler çoktur; şanlı tarihimizi anlatmak, mazimizi bilmek, maziden bize kalan hatıraların farkına varmak ve Devlet-i Ebed Müdded’in şuuruna ermek. Sonunda bu şuur ile merhum Dündar Taşer’in tabiriyle fena-fi’d-devle olarak, Hakk’a vuslatı, halka hizmette bulmaktır meramımız!
Asya’da İkinci Büyük Devlet
Mete Han’ın kurduğu Büyük Hun Devleti, Asya toprakları üzerindeki ilk ‘büyük’ devletti. Büyük devletten kasıt; birçok etnik, dini yapıyı bir arada barındırmak, geniş hakimiyet alanlarına ulaşmak. Bazılarına göre burada ‘imparatorluk’ tâbiri de kullanılabilir idi. Lakin imparatorluk kelimesi empire kelimesinden türer. İçerisinde emperyalizm; yani sömürü vardır. Lakin hiçbir Türk devleti böyle bir yol izlememiştir. Fethettiği toprakları İslam beldesi kılmış -kendi tabirleriyle- zulümden kurtarmışlardır. Hiçbir zaman ve mekanda hakimiyet kurdukları toprakların sakinlerini din değiştirme, dilini, kimliğini unutturma gibi girişimlere maruz bırakmazlar. Halkı, tebaayı kendilerine yaratıcının bir emaneti olarak görürler. Onlara zulmetmez aralarında ayrım yapmazlar. Bu yüzden biz, imparatorluk tabirini ‘vicdanen’ ve usulen reddediyoruz. Tarih yazımı açısından mesele teknik bir konu olduğu için burada değinmeğe lüzum görmeden geçiyoruz.
Bölgedeki ikinci büyük Türk devleti olan Göktürklerin kökeni Yaratılış, Türeyiş efsanelerine kadar dayanır. Rivayetlere göre Göktürkler, Mete Han’a kadar uzanan bir silsileye sahiptir. Bir dişi kurttan -Aşina/Asena- türeme, boz bir kurdu takip ederek dağlar arasından (Ergenekon) çıkma anlatıları Göktürkler ile temellendirilir. Göktürkler ‘demirci’ olarak nitelendirilir. Çünkü demircilikle sıkı bir şekilde meşguldürler ve çok iyi silahlar yaparlar. Göktürklerin bakiyeleri Türgişler, Türgişlerin bakiyeleri ise Oğuzlar olacaktır. Anadolu’yu bize yurt kılan, Viyana’ya dayanan Oğuzlar öncülüğünde milletimizin nezdinde bu yüzden ‘demir’e dair hatıra fazladır. Mesela “Gök girsin kızıl çıksın!” denir. Bu bir yemin etme şeklidir ve “Tertemiz kılıcım bedenime girsin, kanımla boyansın, canımı alsın ki…” demektir. “Çalışan demir paslanmaz!” deriz mesela. Ya da “Demir tavında dövülür” diye sıkça büyüklerimizden nasihatler duyarız. Timur ismi vardır. -Yeri geldiğinde devletini yazacağız inşallah.- Demir demektir. Demir/Temur/Timur!
Birinci Göktürk Devleti, Bumin Kaan tarafından kurulur. Unvanı İl-kaan’dır. 552’de devleti kuran Bumin Kaan, Ötüken’i devletin merkezi ilan eder. Ötüken/Ötügen “kutlu vatan” anlamına gelir ve millet ile devlet aklında çok derin anlamlara sahiptir. Bumin ile beraber İstemi Yabgu da devletin kuruluşunda etkin rol oynar. Akhunlar büyük oranda Göktürklerin darbesiyle yıkılırlar. Mukan Kaan Çin’e akınlar yapsa da ondan sonra devlet ciddi krizler yaşar. Devlet doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrılır. Doğu’yu gerçek Kaan, Batı’yı ise Kaan’ın kardeşi veyahut bir hanedan üyesi yönetir, Doğu’ya her zaman bağlı kalırdı. Bu daha sonra diğer Türk devletlerine de -değişerek- aksedecek hatta Osmanlı’ya kadar uzanacak. Mesela Anadolu ve Rumeli beylerbeylikleri kurulacak, Anadolu beylerbeyi, rütbece Rumeli beylerbeyinin altında olacak…
Biz Göktürkler’e devam edelim: Işbara Kaan tahakkümü önlemek istese de sonunda Çinlilere boyun eğer. Lakin boyun eğse de bazı şartlar sunar. Bu şartlar bir milletin, milliyet şuurunun dışavurumudur. Kültüre sahip çıkmak kimliğe sahip çıkmaktır, sözünün vuku bulmuş halidir. 1400 yıl sonra merhum Cemil Meriç tarafından söylenecek olan “Kamus, namustur!” düsturunun adeta akış serüvenidir. Ve onlara, tarihin derinliğinden şöyle seslenir Işbara Kaan: “Size bağlı kalacak, haraç verecek, kıymetli atlar hediye edeceğim. Fakat dilimizi değiştiremem. Uzun saçlarımızı kestiremem. Halkıma Çinli elbisesi giydiremem. Adetlerinizi, kanunlarınızı alamam. İmkan yoktur! Çünkü, bu bakımlardan bütün milletim hassasiyetle çarpan tek bir yürektir!”
Çin’e bağlanılan süreç içerisinde Çulo da tahta geçecek lakin başarı sağlayamayacak. Hatta Çinli prenses eşi tarafından zehirlenecektir. Daha önce de bahsetmiş idik. Prensesler tarih boyu başımıza bela olmuşlar. Doğu’da Çinli prensesler, batıda Bizanslı prensesler… Tarih hep bizim hanlarımızı/hakanlarımızı prensesler üzerinden sınamış. Güzel, hayırlı işler yapan prensesler ya da sultan eşleri görülse de daima devlet içerisinde entrikaların failleri olmuşlar. Meselenin magazinsel kısmına girmiyoruz, merak etmeyin. Biz devam edelim. Son Kaan Kieli de esir alınınca 630 yılında devlet mutlak suretle Çin hakimiyetine girdi, ta ki, Kürşad isyanına kadar…
Kürşad isyanı aslında bir destandır. Kürşad; kadim bir milletin tarihinin dününe, bugününe ve yarınına dair söylenebilecek değişmez sözün, sergilenebilecek eşsiz tavrın, edinilebilecek tek hedefin banisidir. Türk milletinin adeta bir içgüdüsü olan hürriyetin timsalidir. Onu, onun emanetini kelimeler ile izah etmek mümkün değildir. Biz, dilimiz döndüğünce onun destanı ile bitirelim yazımızı:
Göktürkler esaret altına girince bir süre sonra Çinli makamlarda görev alırlar. Kürşad da görev alanlardan birisidir ki, Kürşad adı aslında bir isimlendirmedir. Ve isimlendirmenin sahibi Hüseyin Nihal Atsız’dır. Kürşad’ı anlattığı eseri Bozkurtlar’da bu ismi kullanır. Çinlilerin kaydettiği bilgilerin tercümesi ise “Cey-şu-şuey” şeklindedir. Yiğitliği ile meşhur olan Kürşad, Çin ordusunda önemli bir yer edinir. Lakin içinde daima hürriyet ateşi vardır. Bir gün karar verir: Kendisine eşlik edecek 40 yiğit çeri ile beraber Çin sarayını basacak imparatoru (aslında prensi esir alıp imparatora ulaşmak isteyecektir lakin genel anlatı imparator şeklindedir) esir alacaktır. Akabinde han soyundan birisini tahta çıkararak bağımsızlığı sağlayacaktır! Bunun için harekete geçer. 40 seçkin çeri ile saraya baskın düzenler. Onca önleme kalabalığa rağmen çok büyük bir ilerleme kaydeder. Kılıçlar şakırdadıkça başlar düşer, okları atan zihgirler gerildikçe yerler işgalci bedenlerle dolar! Dünyanın sayılı medeniyetlerinden birisinin merkezi olan Çin sarayı Kürşad ve 40 çerisinin hücumuyla adeta tarumar olur. Lakin koca Çin ordusu haber almış, akın akın Kürşad ve çerileri üzerine geliyordu. Kürşad ve çerileri atlara binip Vey Irmağı’na doğru yol aldılar. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurla yarış edercesine Çinli asker ve okları onları takip ediyordu. Irmağın yolu kestiği yere gelinince son vuruşma yapıldı. Son damla, son nefes ve son damla kana kadar istiklal ateşi harlandı, muhafaza edildi! Kürşad ve 40 yiğit çeri yüzlerce Çinli asker tarafından öldürülmüş fakat yenilememişlerdi! Çünkü bu isyandan sonra korkuya kapılan imparator, esir Göktürkleri bıraktı. 40 yıl dağınık bir şekilde yaşayan Türkler, İlteriş Kaan etrafında siyasi bir teşekkül haline geldiler ve İkinci Göktürk Devleti kuruldu. Kürşad’ın ateşi sönmemiş bir devletin kurulmasına vesile olmuştu. İşte bu yüzden Kürşad ölmüş fakat yenilmemişti!
Not: Diriliş Ertuğrul dizisindeki Deli Demir karakterinden Kürşad’ı dinleyebilirsiniz.
GENÇ'ın Yazısı.