Kanadı Kırık Kuş Merhamet İster
Kübra Demiray
Kanadı kırık kuş merhamet ister… Rabbimin vaadi vardı, o her şeye vekildi. O vekilse onun kelamından başlardı cümle, âlemin hikâyesi hal-ü ahvali...
Gönlüm yazıya düşmemiş endişeye kapılmıştım. Yetişir yetişmez. Dile gelir de meram anlatmazsa diye. Kıvrılıverdim ki uyumuşum. Uyandım, yazı gönlüme düşmüş. İçimden bir mısrayla geldim uykunun hallerinden. “Kanadı kırık kuş merhamet ister.”
Eee sonra bu güzellik nasıl tekmil olur… Konumuz: “Hayır, Hayır Medeniyeti”
Bir mısra bu konuya nasıl dökülür, merhamet, hayır hasenat denizine nasıl kavuşurdu? Önce tekrarladım! Kanadı kırık kuş merhamet ister… Rabbimin vaadi vardı, o her şeye vekildi. O vekilse onun kelamından başlardı cümle, âlemin hikâyesi hal-ü ahvali.
Bismihu!
“Herkesin yüzünü çevirdiği bir yön vardır. Öyleyse hayırda yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri bir araya getirecektir. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.” (Bakara, 148)
Nasılsa Allah bizi bir araya getirecekti, mesele “hayır” olunca. Şairin kelamıyla mecra buldum, çoktan bir araya getirilmiştik.
Kimdi, neydi kanadı kırık kuş? İnsandı, hayvandı; şehirdi, bağdı, bahçeydi…
Ya merhamet? Şifahane, şifa evi… Dil, din ırk ayırımı yapmadan hizmet vermek. Kimsesizi, sokakta kalmışı, yola düşmüş de yerine varamamışı gözetmek, kol kanat germek, yedirip içirmek, kirini pasını bir tas suyla gidermek. Taşı sanata dönüştürüp ruh verdiğimiz, hane kıldığımız yerdir şifahane. Selçukludur, Osmanlıdır.
Evliya Çelebi’nin şahitliğinde her ne kadar kendi “Orada bir Darüşşifa vardır ki dil ile tarif edilmez kalemler ile yazılmaz” dese de dile gelmiş yazmıştır.
“Adı geçen bağın ortasında, göğe baş uzatmış bir yüksek kubbedir ki güya aydınlık hamam camekânı gibi tepesi açıktır. Bu açık yerde altı adet ince mermer sütunlar üzerinde Kiyanıyan tacı gibi bir kubbecik vardır. Sanatkâr iş üstadı, bu küçük kubbenin ta tepesine halis altın ile yaldızlanmış bir çeşit demir mil üzerine bir bayrak yapmış, ne taraftan rüzgar eserse o bayrak o tarafa döner.”
Biz de bu rüzgâra kapılır o bayrağı kubbeyi bilir, bulur, nazar eder, hayaline düşeriz bu semanın altında bu merhamet kanatlarının çırpınışını duyarız. İnsan sesleri, karışır rüzgâra, kanat sesine; genç yaşlı, güzel çirkin, zengin fakir demez gam düşmüş, dert yapışmış, mekân tutmuştur hastalık deli gülüşlerde, kayıp bakışlarda. Büyük bir kubbenin altında büyük bir havuz, selsebillerden fıskiyelerden berrak sular akar akarken sır tutar, nazar alır. Aşk denizine düşmüş sevdalılar havuza şadırvana bakıp kalender hülyası kabilinden sözler eder. Yetmez de nicesi kemerli kubbelerin altında gülistan içre, bağ bahçe arasında kuş cıvıltılarına perdesiz pervasız feryâd ile eşlik eder. Kokunun şifasında gölgelensin dinlensin diye ruh, yaseminler, güller nergisler, laleler sümbüller yetişir imdada. Ne çare ki kimi meczuplara koklamak yetmez de yerler, ayakları altına alıp çiğnerler.
Merhamet bu. Merhamet isim isim yürür şehir şehir dolaşır, zaman devşirir. Gevher Nesibe olur mesela 1206’lardır, Kayseri’dir. Edirne, İstanbul, Manisa Konya, Amasya, Tokat, Kastamonu, Sivas, Mardin…
İncitmemek… “Eğer sadakaları gizler ve gizlice fakirlere verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara, 217)
İncitmemek, incinmemek zarafetin dengesi. Bunun şahidi “Sadaka Taşları.”
Bir buçuk iki metrelik mermerler, üstte çanağa benzer bir oyuk, bırakılan paralar.
Hepimizin yüzümüzü çevirdiğimiz yönleri var. Kıblemiz var, secdemiz var, kalbimiz ve onun niyetleri var. Amma Müslümanın yüzü güleç, nazarı muhabbetli, kalbi haddeden geçmiş güzelliklerin pazarı olmalı. Kelamı da naif… Hani Rabbimin bir kulu diyor ya: “Gül alırlar gül satarlar gülü gül ile tartarlar, çarşı pazarı güldür gül” bu kabilden.
Gecenin sessizliğinde, setrinde, bir el uzanır, ihtiyacı olanı alır, kalanı bırakır. Sonra bir başka el daha. Edep hayattadır.
Bir mısra düşer gönülden dile, “Kar beyaz sütunların tepeleri oyuktu / Alanı gayet az vereni oldukça çoktu.”
Kanadı kırık kuş madem merhamet ister. Kanadı kırık kuşların hastanesine çevirdim yüzümü… Gurabahane-i Laklakan.
“Bilmem Bursa’yı gezerken gördünüz mü? Haffaflar Çarşısı’nın ortasında bir meydan var. Bu meydan malul hayvanların düşkünler yurdudur. Kanadı bacağı kırık leylekler, bunamış kargalar halkın sadakasıyla yaşarlar” diye anlatır Ahmet Haşim Gurabahane-i Laklakan’ı. Leyleklerin ve tüm göçmen kuşların bakımları yapılmış burada. (Bursa’da Kayhan Mahallesi’nde bulunan bu hastanenin asıl binası bakımsızlıktan yıkılsa da hastane başka bir mekânda yeniden hayat bulacak inşallah).
Kanadı kırık kuş merhamet istermiş…
Rüzgârdan korunmuş, güneşe durmuş, onların naif bedenlerini koruyan kollayan ecdâd yadigârı kuş evlerine verdim nazarlarımı. Yaratılmış her şeyi severdik, küçücük bedenleri fırtına yağmur görmesin, yuvasız kalmasınlar diye yapmıştık onları. Karıncalar için yol değiştiren Hz. Süleyman’ın nefesini taşırız. Kendimizce nakıs ama aziz bir kuşdilimiz vardır bizim, konuşuruz. Bu zamanlarda diriliriz. Ayazma Camii’ne yolumuz düşer, Cihangir’de dinleniriz. Yüzyılımızın kalabalığına karışır, modern esaretin sancısını çekerken merhamet esintisiyle serinleriz Taksim Maksemi’nde.
Adımlarım iz sürerken Karacaahmet’te, Süleymaniye’de buldum. Satırların altınını çizdim. Her demde her köşeden altından inanç çıktı. İslamiyet’in ruhu, emri Müslümanın hayatı olmuştu. Bir ömre bir ebediyet sığdırma niyetiyle yola çıkanlara dalgalanmış coşmuş Rabbimizin merhameti. Padişahlar, sadrazamlar, kimler kimler… Konargöçerler bile bir ömre ebediyet sığsın diye neleri var neleri yoksa sermiş gitmişler, ahiretleri için. Allah için.
Hepimizin yüzümüzü çevirdiğimiz yönleri var. Kıblemiz var, secdemiz var, kalbimiz ve onun niyetleri var. Amma Müslümanın yüzü güleç, nazarı muhabbetli, kalbi haddeden geçmiş güzelliklerin pazarı olmalı. Kelamı da naif… Hani Rabbimin bir kulu diyor ya: “Gül alırlar gül satarlar gülü gül ile tartarlar, çarşı pazarı güldür gül” bu kabilden.
“Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, önceden kendiniz için neyi takdim ederseniz, onu Allah katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görendir.” (Bakara, 110)
Gül alıp gül satmak mümkün olsa da öyle çarşı pazarı gül olan şehirler maziler bulmak pek mümkün olmasa da genetik şifremizde bu şehirlerin bu mazilerin şahidi ruhların izi sırrı var. Çünkü bu sırrın emniyeti sağlanmış. ”Nerden biliyorsun?” diyenlere kendimce cevabım hazır. Allah rızasını arayan ve rızada sabitkadem olmak isteyen hatta neslinin de garantisini isteyen bir ceddin duasıyız. Bu duanın cevabını biliyorlardı ki bu mânâda hizmet ettiler yol açtılar.
“Allah rızasını aramak, kendilerini veya kendilerinden bir kısmını Allah yolunda sabit kılmak için mallarını Allah yolunda harcayanların hali ise, bir tepedeki bahçenin haline benzer ki, ona kuvvetli bir sağanak düşmüş de yemişlerini iki kat vermiştir. Böyle bir bahçeye yağmur düşmese bile mutlaka bir çisenti vardır. Allah yaptıklarınızı görür.” (Bakara, 265)
Işıkla başlayıp yine ışıkla sona eren 12 saatlik bir Müslüman saatinde bu niyet, bu dua, bu gayret vardır. Ve bu niyetin, gayretin ruhuna cevap veren bir Allah vardır.
Allah rızası önce insana hizmette aranmıştır.
GENÇ'ın Yazısı.