Kalemin Hakkı Nedir Ya Resulallah?!
Adana`dan Elif Solmaz şiir yazıyor, lisede okuyor. Güzel güzel anlatmış yazma ile ilişkisini. Bir yerinde diyor ki, "Asım abi biliyorum dostsun ve acı söylersin." Şimdi ben nasıl eleştireyim seni Elif kardeşim?
Sen ki yaşıtlarının yüzde 90`1 eline dergi kitap bile almazken tutmuş Genç dergisi okuyorsun. Okumakla kalmıyor, tutup dergiye eleştirilmesi için şiirlerini gönderiyorsun. Yazıyı ciddiye alıyorsun, ben sana nasıl kıyayım?! Evet, biraz acımasızım, doğru ama o kadar da değil! Senin yaşıtların cümle kuramıyor Elif! Yaşıtların değil sadece, senden büyüklerin çoğu cümle kurmakta zorlanıyor. Her insanın elbette harika yazılar yazması gerekmiyor! İnsanımıza ille de aydınlatılması gereken geri kalmış kişilikler olarak bakınıyoruz. Öyle baksak ne farkımız kalır "İlerleme" takıntılı kompleksli memleketim aydınlarından(!) Fakat yazacaksak iyi yazmalıyız, güzel yazmalıyız, doğru yazmalıyız, kalemin hakkını vererek yazmalıyız. Evet, kalemin hakkını vererek yazmalıyız! Kelimelerin hakkını vererek yazmalıyız! Vicdanımızın, muhakeme melekemizin hakkını vererek yazmalıyız!
Geçen haftalarda Rasim Özdenören`den dinlediğim bir kıssayı sizlere aktarmak istiyorum. Kılıcın hakkı bize ne öğretebilir! Efendimiz Uhud harbinde iken ellerinde tuttukları kılıcı göstererek buyurdular ki:
"Bu kılıcı, hakkını yerine getirmek şartıyla, kim almak ister?" Ashabın hepsi "Ben!", "Ben!" diyordu. Fakat Ebu Dücane "Ya Resülallah! Bu kılıcın hakkı nedir?" diye sorma gereğini hissetti. Efendimiz "Kılıcın hakkı eğilip bükülünceye kadar; düşmanın yüzüne vurmaktır. Onun hakkı, Müslüman öldürmemen, onunla kâfirlerin önünden kaçmamandır. Onunla Allah sana zafer ya da şehitlik nasip edinceye kadar, Allah yolunda çarpışmandır." deyince Ebu Dücane "Kılıcı, o şartla alabilirim ya Resülallah." dedi.
Peygamber Efendimiz, tebessüm etti, kılıcı uzattı. Ebu Dücane kılıcı alışına o kadar sevinmişti ki, geniş ve dik adımlar atarak gururla yürüyordu. Efendimiz Ebu Dücane`yi gösterdi: "Allah böyle yürüyenleri sevmez, bu yürüyüş müstesna!"
Kalemin hakkı nedir?! Hakkını veremeyeceğimiz işe bulaşmamalıyız! Kaleminin hakkını vermelisin kardeşim! Kelimenin hakkını vermelisin! Yazının hakkını vermek gerekiyor. Yazının hakkı nedir?! Yazının hakkı cümlelerini en güçlü, en doğru şekilde kurabilmendir. Yazdığın türün hakkını vermendir. Şiir yazıyorsan onu en güzel yazan sen olacaksın! İyi şiir yazdığını zannetmekle olmaz bu! Bileceksin aciz ve ağlak beşinci sınıf bir şiir mi yazıyorsun yoksa Müslümanların dosta düşmana karşı "İyi ki böyle bir şairimiz var!" diyerek övündüğü bir şiir mi yazıyorsun!
Öykü yazıyorsan, deneme yazıyorsan, eleştiri yazıyorsan hakkını vererek yazacaksın. Yazarın yolu kolay bir yol değildir. Ben yazdım oldu demekle olmaz bu iş! Müthiş bir dikkatin olacak! En küçük bir mantık bozukluğunu, uygunsuz kelime kullanımını fark edebileceksin! Anlatım bozukluğu denilen şeyin anlayış bozukluğundan kaynaklandığını bileceksin! Anlatım bozukluğu yapıyorsan kendine bir çeki düzen vermelisin arkadaş! Yazmak kolay değil arkadaş! Geceler, seher vakitleri yazının, okumanın, tefekkürün hizmetinde olacak! Bir bilgi için günlerini, aylarını vereceksin! Ertuğrul Düzdağ üstadımız dergimiz Genç`e teşrif ettiler geçende. Tatlı bir üslupla ve 30 yaşında enerjik bir genç adam coşkusuyla meşgalelerini anlatırken, söz arasında yıllardır sabah namazından sonra uyuyabildiğini. Tüm geceyi çalışmakla geçirdiğini söyleyiverdi.
Gel de takdir etme, hürmet etme! "Efendim ismim Merve, soy ismim ise Altınok, Herhangi bir kulum ben de diğerleri gibi. Fazlaca Zarifoğlu okuruyum. Şu an yanımda Konuşmalar ve Hece Zarifoğlu özel sayısı var. Zarifoğlu`nu okuyup okuyup yazma cesaretini kaybedenlerdenim.
Bu cümle ile aidiyet duygumu tatmin ettim. Lakin var mıdır aynı hissi paylaşan kimseler bilemiyorum. Dilimde son günlerde sıkça tekrarladığım mısra; "Baktığın dağların düşüncesi bile ağlatır beni" Sonuna binlerce nokta koyabilirim hislerimi anlatabilmek için. Bu bakmak fiili kaç değişik anlamı, hangi duygu gelgitlerini, gözyaşının hangi çeşidini barındırıyor sizce?" demiş Merve. Ve bir yazısını göndermiş. Leyla ile Mecnun üzerinden örülmüş bir yazısını.
Son iki cümlesini beğenmemezlik edemedim gerçekten: "Anladım ki; her dağın ardında gönlüne Leyla düşenler için bir deniz varmış, onları paklarmış. Meğer sır aklı kovup bedenin Kâbe’sine Mevla`yı koymak, Leyla`ya aldanmamakmış."
Zarifoğlusever olmakla aslında torpili hak eden Merve`ye üzerine binlerce yazarın şairin kalem oynattığı, aşkın sembolü olarak anılan Leyla ile Mecnun üzerinden kalem oynatmanın başka konulardan çok daha fazla cesaret istediğini bildirmek istiyorum. Daha somut, daha kolay şeyleri anlatmayı denemesini öneririm Merve`ye.
Mustafa Osmanoğlu "Kendinizi anlatan bir biyografi yazın en iyi yazılar kendini tanıtan yazılardır mısralarını okuyunca hemen oturup yazdım. Ama sonunda okumaya başladığım zaman bir başarı öyküsü diye yazdığım yazı aslında bir trajediymiş bunu fark ettim. Esasen trajik bir durum olmamalı diye kendimi sorguladım... Yoksa ben bir trajedi içerisindeyim derken kendimi avutmaya mı çalışıyorum diye kendime sormaya başladım....
Ve aniden yazdım... " diyor. Yazısının ilk cümlesinde heyecanlandım açıkçası fakat sonrası beklediğim gibi devam etmedi. Sebebi de aslında otobiyografisini bir başarı öyküsü genelliğinde, o dille, o üslupla yazmış olması. Daha öznel ifadelerden kurulmuş cümleler okumuş olsaydık daha başarılı, daha keyifli bir yazı okumuş olacaktık.
Mustafa kardeşin yazısından isabetli bulduğum son paragrafı alıntılamak istiyorum:
"Ömür denilen filmin hayat sayfaları bir bir doluyor, tavana bakıp sıranın bana ne zaman geleceğini merak ediyorum ve bekliyorum. Ayakların baş olduğu bu zamanda, anlatım bozukluğu ve devrik cümlelerle dolu kitaplardan, makalelerden oluşan aydın kesiminin eserleri ortada...
"Marifet iltifata tabidir" diyen Cemil Meriç`i saygıyla anıyorum... " Anlatım bozukluğu ve devrik cümlelerden şikâyet etmiş. Anlatım bozukluğuna elbet karşıyız ama devrik cümlenin bir eksiklik, bir hata olarak görülmesine de karşıyız.
Maraş`tan Mahmut Sami Yılmaz ``Yazmak istiyorum." diyor. Güzel dile getirmiş insanın içindeki yazma isteğini. Büyük yazarlar içimizdeki yazma isteğini ilkin öldürecekmiş gibi yapsalar da daha da yaklaştırırlar bizi yazmaya. Bu yüzden Mahmut Sami`ye büyük yazarların (büyük, popüler demek değil) hattını takip etmesini öneriyorum.
Bursa`dan Nagihan Karhan bol başarılar kazanmış yazıdan fakat kendisine destek olan, onu yönlendiren, yazılarını eleştirecek kimse olmamış yanında. "Hep kendim mücadele ettim. Birçok şeyi okuduklarımdan öğrendim; nasıl yazılır, şair olmak için nelere dikkat edilir, genç bir yazar eserini yayınevine nasıl sunmalı... Tamamlanmasına az kalan bir kitabım, çok sayıda deneme, hikâye ve birkaç şiirim var. Şiirlerim son yıl okulumuzun düzenlediği şiir dinletisinde okundu ve çok beğenildi, okulumuzda çıkardığımız edebiyat dergisinde şiir ve yazılarım yayımlandı.
Ancak bütün bunlara rağmen sizi okuduktan sonra şiirde iyi olmadığımı düşünüyorum. Mesela şiirde anlatmak şiiri yorar diyordunuz, bu hatayı kendimde çok görüyorum. Her zaman objektif, acımasız bir eleştirmen gözüyle yazılarımı eleştirecek birinin yokluğundan yakınıyorum. Her seferinde yazılarımı eleştirilmek için paylaştığım kişilerden mükemmel, harika sözlerini duymaktan usandım artık." diyor Nagihan. Nagihan kardeşimiz köşemizi ilgiyle takip ediyormuş.
Burada dile getirdiğimiz tavsiyelerin, önerilerin dikkate alındığını öğrenmek beni sevindirdi. İçimden bir ses dikkatli okurumuzun yazdıklarını buraya almaya zorluyor beni. Köşemi köşemden övdürtmek mi istiyorum, hayır! Başka bir şey var, başka bir şey anlatmak istediğimi gösteren başka bir şey var Nagihan`ın satırlarında.
"Ve sizin bu bölümü başlatmanız isabet oldu. Dergiyi ilk çıktığından bu yana takip ediyorum. Şimdiye kadar yazmadığımın sebebi ise daha ilk yazılarınızda sizden çok bilgi öğreneceğimi anlamamdı. Sabrettim, önce yoğrulmayı, pişmeyi düşündüm. Her yaptığınız eleştiri bana yapılıyormuşçasına dikkate aldım. Özellikle edebiyat dergileri olmadan yazarlık olmayacağım öğrendim. Birkaç gün önce ilk sayıdan itibaren "Mürekkebi Kurumadan" bölümlerinin fotokopisini çektirdim ve bir dosya içine topladım. Bana yol gösteren ve gösterecek olan satırların altını çizdim. Artık bu dosya yürüdüğüm yolun haritası olacak. Kitabımı çıkarmak için de acele etmeyeceğim.
Çünkü önümde aşmam gereken birçok edebiyat dergisi ve editör var. Okuduğum dergi, kitap çok var ama özellikle edebiyat dergileri ile ilgilenmemiştim (Ta ki sizden öğrenene kadar). Benim için küçük ama gören herkes için kocaman denilecek büyüklükte kitaplığım var. Küçüklüğümden beri okul harçlığımın çoğunu kitaplara yatırmışımdır. En son aldığım üç kitap (dört gün önce aldım); Ömer Sevinçgül "Yazar olmak istiyorum", Ayşe Karabat "Kudüs`ün gönüllü sürgünleri", Cihan Aktaş "Devrim ve Kadın". Her türlü kitabı okurum ama içerikleri açısından seçici davranırım.
Okuduklarım Dünya Klasikleri, Türk Klasikleri, İlmihaller, dini kitaplar. .. Her konuda bilgi sahibi olmak isterim. İyi olmayan bir şey de, yazdıklarımı beğenmiyorum, birkaç kez okumaya tahammül edemiyorum. Her zaman her şeyin en kusursuzunu, en mükemmelini planladığım için hiçbir zaman bir yerden başlayamıyorum. Bu yüzden ve hep eleştirilerek, pasif bir çocuk olarak büyüdüğüm için kötü karşılanmaktan, başaramamaktan korkuyorum. Sırf bu yüzden önüme getirilip ısrarla sunulan birçok fırsatı geri teptim. Beni istediğiniz gibi eleştirebilirsiniz, yeter ki eleştirin... "
Dergimizde yazmaya başladığımdan beri kendinizi anlatmanızı istiyorum biliyorsunuz. Kendimizi anlatmanın ne yaptığımızı sorgulayabilme fırsatını bize sunacağını düşünüyordum çünkü. Nagihan`ın cümlelerinde bunu görebiliyoruz. Merve Altınok`ta da böyle... Nagihan`ı da elbette eleştireceğiz, Nagihan "Bırak sen bu işi!" diyeceğimiz bir yerde değil! Yazmayı bırakmaya niyeti yok, bu güzel! Yazdıklarının övülmesinden çok eleştirilmesini istiyor; bu daha güzel! Göstermelik övgülere kananlardan değil yani.
Etrafımızdakilerin çoğu yazdıklarınızı çok güzel bulurlar, aman onlara kanmayın! Çoğu sizi üzmemek için söylenmiştir o iltifat cümlelerinin. Nagihan`dan yeni yazılarını bekliyorum. Anla(ya)madım başlıklı yazısında kimi yerlere takıldım. Neden takıldığımı da sonra dile getirelim. Selam ile...
Asım Gültekin'ın Yazısı.