Hayatın kısa, sanatın uzun olduğuna inanırdı. Edebiyat da bir sanat olduğu için hayatını bu sanata adadı desek herhalde abartmış olmayız. Ilımlılık en çok O’na yakışırdı. Zerafet timsaliydi.

Tam adı Mehmet Orhan Okay. Ama O’nu hocaların hocası diye anmak daha anlamlı. 1931’de, tek parti döneminde İstanbul’un o zaman için el değmemiş bir bölgesinde, Balat’ta doğdu, Osmanlı’nın çoğulcu yapısını yansıtan bu renkli semtte geçti çocukluğu. Vefa Lisesi’nde okudu. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Bir süre edebiyat öğretmenliği yaptı. Artvin ve Diyarbakır’da çalıştı. 28 yaşında Mübeccel Hanım ile evlendi.

Akademik hayatına yeni kurulan Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde başladı. Ömrünün tam 36 yılını Erzurum’da geçirdi. Erzurum’un ilk İstanbullu hocasıydı. Hep de öyle anıldı.

1960’larda, daktilo bulmanın zor olduğu hatta tükenmez kalemin neredeyse olmadığı günlerde doktora tezini yazdı. Tez konusu “İlk Türk Natüralisti ve Pozitivisti Beşir Fuad” idi. Sonradan kitaplaştırıldı. Düşünce tarihimizde sıradışı bir yeri olmasına rağmen çok konuşulmayan bir ismi çalıştı. Doçentlik tezi “Batı Medeniyeti Karşısında Ahmet Mithat Efendi”. 1998’de profesörlük ünvanını Necip Fazıl üzerine yaptığı çalışmayla aldı. 1994-1996 tarihleri arasında Sakarya Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü kurdu ve bölüm başkanlığını üstlendi. Diyanet Vakfı’nın İslam Ansiklopedisi’nde dolayısıyla İSAM’da çalıştı. 2010’da İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünün kurucu hocası oldu ve vefatına kadar burada görev yaptı.

Sanki Bugüne Yazmış

İlk yazısı 22 yaşındayken “Türk Sanatı”nda yayımlandı. İstanbul, Hareket, Türk Dili, Dergâh, Milli Kültür, Türk Yurdu gibi dergilerde yazdı. Kendisiyle yapılan bir programda, “Çok sayıda eseri var” denilince mütevaziliğini göstererek düzeltme ihtiyacı hissetti. “Aslında o kadar çok değil, yaşıma göre yahut emsallerime göre o kadar fazla değil. Meselâ yirmi olmadı hâlâ.”

Tanıdığı insanların biyografilerini kaleme aldığı “Silik Fotoğraf”ların Nurettin Topçu ile ilgili bölümü şöyle başlar: “Nesillerimiz bir buçuk asırdan beri bitmez tükenmez ideoloji kavgaları içinde geçiyor. Tanzimat’la beraber bir Doğu-Batı mücadelesi şeklinde başlayan bu kavga günümüze kadar dallanıp budaklanarak milletimizi uzlaşmaz cephelere ayırmıştır.” Bunlar hem tespitleri hem de kuşkusuz tanıklığı. Sanki bugünleri anlatıyor. Devam edelim: “Solcu, sağcı, milliyetçi, hümanist, ilerici, gerici, ruhçu, maddeci, liberalist, sosyalist, komünist, ırkçı, Turancı, Kemalist… Üstelik bütün bunların kendi içlerinde bölündükleri siyasi ve ideolojik tarikatlar, çok defa bir kavram kargaşalığıyla, genç nesilleri ya bunaltmış, bocalatmış veya şuursuzca bunlardan birine yahut ötekine sürüklemiştir.” Ömrümüzü beyhude tartışmalarla boşa geçirmemeyi öğütlüyor sanki. Şefkatli bir baba gibi yapıyor bunu.

Çalışmaları Dergâh ve Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları’ndan çıkıyordu. “Silik Fotoğraflar” isimli hem hatırat hem de portre türünde çalışması oldukça önemli. “Kağıt Medeniyeti”, “Kalabalıklarda Bir Yalnız Adam: Mehmed Akif”, “İlk Pozitivist ve Naturalist: Beşir Fuad”, “Bir Hülya Adamının Romanı: Ahmet Hamdi Tanpınar”, “Sıcak Yarada Kezzap: Necip Fazıl”, “Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı” isimli çalışmaları kitaplaştı. Ama O’nun en önemli eseri bugün Türkiye’nin dört bir yanında Müslüman hassasiyetiyle dolu binlerce hocadır.

Hayat Kısa, Sanat Uzun

Hayatın kısa, sanatın uzun olduğuna inanırdı. Edebiyat da bir sanat olduğu için hayatını bu sanata adadı desek herhalde abartmış olmayız. Ilımlılık en çok O’na yakışırdı. Zerafet timsaliydi. Uçlara kaçmadan yaşadı. Günün adamı olmayı reddetti. Tarihin yalnızca mimari mirası değil, asıl bir insan mirası bıraktığını ona bakarak görebiliriz. Bugün ihtiyacımız olan bu değil mi? Bu mirası çoğaltmak. Şehrin, siyasetin, kültürün, bilimin, evin merkezi haline getirmeliyiz bu mirası. Bunun derdini gütmeli, gündem sıramızın en üstüne bunu yerleştirmeliyiz. Meselemiz, hedefimiz, tüm gayelerimizin zirvesi bu toprakların insanı olmalı, değil mi?

4 yıl kadar önce Sakarya’ya “ustalara saygı” programı için geldiğinde kendisini dinlemiştim. Hemen ön sıramda oturuyordu. Hatırladığım kadarıyla konuşmacılar arasında Nazan Bekiroğlu, Mustafa İsen, Turan Karataş, Ali Haydar Haksal da vardı. Programda vali, rektör, üniversite hocaları, öğrenciler hazırdı ve oldukça kalabalıktı. ”Niye hiç duymadım kendisini” diye hayıflanmıştım. Sonra her ismini duyduğumda dikkat kesildim. Çünkü çok yaşlı olmasına rağmen güçlü ve mütevazi duran bir adam olarak hafızama kazınmıştı. Şehir kültürünün kanlı canlı örneğiydi. Tam bir İstanbul beyefendisi idi. Oradaki pek çok kıymetli hoca saygıyla önünde eğiliyor ve hürmetlerini arz ediyorlardı. Etkilenmemek mümkün değildi. Vefatının ardından peş peşe yazılar yayınlandı, konuşmalar yapıldı. Eğer o gün karşımda gözleri bana bakarak konuşmasaydı, arkasından yazılan metinler o kadar da dikkatimi çekmeyecekti, kim bilir.

Okuyarak Hayata Tutunuyordu

Eşinin vefatından sonra kendini iyi hissetmiyordu. İSAM’da yıllarca aynı odayı paylaştığı Nurettin Albayrak’ın genç yaşta vefatı O’nu çok sarsmıştı. Yazmakta zorlanıyor, okuyarak tutunuyordu. Geçtiğimiz Ocak ayının ikinci Cuma’sında, kendi evinde kitaplığından bir kitabı almaya çalışırken dengesini kaybetti ve kalbinin durmasıyla 86 yaşında vefat etti. Allah O’na da bize de rahmet eylesin.

Vefatını duyunca tuhaf hissettim, ”bir alim daha göçtü bu diyardan” dedim kendi kendime. Fatih Camii’nden kalkan cenazesi kelimenin tam anlamıyla hınca hınç doluydu. Ülkenin yetiştirdiği en önemli hocalar oradaydı ve hepsinin hikayesinde Orhan Okay’ın katkısı vardı. İnşallah oradakilerin duaları Hoca’yı cennete ulaştırır.

Orhan Okay İçin Notlar

* Yayınlanmış 18 kitabı var. Pek çok ödül aldı.

* Edebiyata gönül verdi, talebelerini siyasetten mümkün olduğunca uzak tuttu.

* Doğu veya Batı’ya meyletmek yerine imkânı yerlilikte aradı.

* Gösterişten uzak bir dindarlığın nasıl yaşanacağını tecrübe etti.

* Çok çalışkandı. Sabahları erken kalkar, ilerleyen yaşına rağmen çok okur, iyi yazardı. Titizdi, kaynaklara hakimdi. Sabırlı ve ısrarlı bir ilim adamıydı.

* Sohbet etmeyi severdi. İnsana değer verirdi.

* Sadece iyi hocalar yetiştirmedi, kendisi de öğrencileri için çok iyi bir hoca oldu.

* İstanbul’da doğup büyümesine ve tekrar buraya dönmesine rağmen Nurettin Topçu gibi Anadolucuydu.

* Her biri tarih ve edebiyat kokan mektuplaşmaları “Anadolu’dan Hatıralarla Nurettin Topçu’nun Mektupları” ve “Mehmet Kaplan’dan Hatıralar, Mektuplar” isimli kitaplarında toplandı. Ayrıca “Mektuplar” isimli müstakil bir kitabı da vardır.

* TDV İslam Ansiklopedisi için 50’den fazla madde yazmıştır.

* “Meslek hayatının tamamını taşrada geçirdiği hâlde, zarafeti, çelebiliği ve Türkçesiyle İstanbullu kalmayı başaran, nesli tükenmiş bir ideal ve ahlâk adamı hakiki bir hocaydı.” (Beşir Ayvazoğlu)

* “Orhan Okay, teferruatın insanıdır. Kendisi bir mekan kaşifidir.” (Doç. Dr. Erdoğan Erbay)

* “Dindar bir bilim adamı olamayacağı tezini çürütmüş biridir. Zarafet nedir diye sorulsa, rahatlıkla Orhan Okay denilebilir. O’nda görkemli bir sadelik ve tevazu vardır. Ayrıca müthiş sabırlı bir insandır.” (Prof. Dr. Yılmaz Daşçıoğlu)


Yusuf Temizcan'ın Yazısı.