Kırlangıç Uşağı
“İnsan kör geçer yaşamın yollarından…” Cannetti
İnsan görmez. Türlü türlü şekillerde, farklı farklı ruh halleri ve biçimleriyle görmez.
Üstünlük dediğimiz hastalığa yakalanır, kendinden aşağıdakileri görmez. Kendisini farklı hissettiği için, aynı olduğunu düşündüğü insanları görmez. Kendi doğrusunu ön planda tutar başka insanların başka doğruları olabileceğini görmez. Hayalperesttir, ayakları yerden kesik yaşar, gerçek hayatı görmez. Siyasi ve ideolojik fikirleri kutsallaştırır, farklı olanın rahmetten olduğunu görmez. Ya tamamen hayatın içinde yoğrulur, kitaplara kör olur yahut da kitapların içinde yaşayarak hayatın farklı hallerini görmez…
Körlük çoğu zaman, Saramago’nun romanında olduğu gibi bir salgına dönüşüp insanlığın üzerinden dalgalar halinde geçer. Kimse kimseyi fark etmez. Kendi içsel dünyasını da fark etmeden göçüp gider insan bu dünyadan.
Gaflet de bir çeşit körlüktür ve insan hakikati, mutlak yaratıcının varlığını, bizi yaratmasındaki muradı unutarak, uzun ince bir yolda gözleri kapalı, düşerek, sürünerek var olmaya çalışır. Oysa her ayet gözümüzdeki perdeleri bir bir açmak için inmiştir. İnsanı bakan varlıktan gören varlığa çevirmek için gelmiştir peygamberler.
Anneannem “zikrullah, düşmanın kalbine üç bin yıllık mesafeden korku salar” derdi. Aslında bu söz hakikati anmak, hakkı zikretmek, insanlar arasında hakkı gözetmek, zerreden uzaya kadar tefekkür halinde olup varlığın hakkını teslim etmek, kısacası hakka ve hakikate kör olmamak; batıl olanı, haksız olanı ürkütmeye yeter demekti.
İnsan kendi karanlığı ile tanışmak zorundadır. Hz. Yunus bir balığın karnında hakkı zikretmeye başlamadan önce karanlık ile tanışmış, kendisi ile yüzleşmiş, hatasını anlamış ve bu karanlık ona acı vermiştir. Kalbi acımış, acının neden acıttığını anlamış ve bu acıyı aşmak için karanlık kendisine bir basamak olmuştur.
Modern hayat da insanı körleşmeye yaklaştırmasıyla meşhurdur. Günahların yakınlığı ve arzu bolluğu insana körleşme yolunda mesafe kat ettirir. Kendi balığını kendi elleri ile şekillendirmeye başlar insan. Hz. Yunus gibi tövbe ile kucaklaşırsa karanlığın ortasında dizlerini karnına yaklaştırıp, başını kazağının içine çekip kendi acısı ile tanışabilirse “neden görmüyorum” diye sorabilir. Karanlıktan memnun olanlar içinse ışık ancak gözleri kamaştıran bir zalimdir.
Eskiden Anadolu’da özellikle Güneydoğu taraflarında “kırlangıç uşağı” adı verilen göz doktorları olduğu söylenir. Bu hekimler gezicidir. Köy köy gezerler ve gözleri görmeyen insanları tedavi ederler. Bugün katarakt adı verilen rahatsızlığı ucu sivri bir diken yardımı ile sıyırarak insanlara şifa sundukları söylenir. Göz rahatsızlığı olan hastalar köye her gelen yabancıya “kırlangıç uşağı mısın” ya da “gezdiğin yerlerde kırlangıç uşağı gördün mü?” diye sorarlar derin bir bekleyişle günlerini geçirirlermiş.
Dolaşanıyla, bekleyeniyle Anadolu’yu anlatan hikmetli bir hikâyedir bu hikâye.
Tüm dünya “göz kapatmaya” and içmişken, köy köy, şehir şehir gezerek göz açmak için çaba sarf eden kırlangıç uşaklarına dönüşme arzusu dualarımızda ve rüyalarımızda yerini almalıdır. Lakin bu rüyayı ancak; kendi körlüğü ile tanışan, onu aşmaya uğraşan ve kendi kırlangıç uşağını bekleyerek yanan kavrulan, yurduna her ulaşana kırlangıç uşağını gördün mü diye soran, her zerresi ile bekleyişin bir elemanı olanlar görebilir diye düşünüyorum.
Hz. Yakup’un Yusuf’un gömleğini gözlerine sürmesi gibi, bizim de aynı aşk ve iştiyakla hakikati gözlerimize sürmemizi nasip etsin Rabbimiz.
Ayşegül Genç'ın Yazısı.