Fotoğrafçı Titizliğiyle Bakmak
“İhtişam bakışında olmalı, baktığın şeyde değil.” / Andre Gide
Bildiklerimiz nasıl gördüğümüzü etkiliyor mu? Aynı şeye baktığımızda sen de benim gördüğümü mü görüyorsun? Eğer baktığımız şeyle ilgili sen benden daha çok bilgi sahibiysen, gördüklerimiz aynı olmayabiliyor. Araştırmacılar Arap alfabesini referans çerçevesi alarak, dili bilenlerle yeni öğrenmeye başlayanların harfleri nasıl gördüklerini karşılaştırıp, var olan bilgilerin algıya etkisini ortaya koydular. Arapçayı iyi bilen ve hiç bilmeyen 25 kişilik katılımcı gruplara, 2000 çift harf grubu sırayla gösterilerek aynı olanları belirlemeleri istendi. Cevap verme hızı ve doğruluğu da kaydedildi. Dili bilmeyenler harflerin ayrımlarını daha hızlı yaparken, bilenler daha dikkatli ve isabetli cevaplar verdiler. Bir harf ne kadar horizantal veya köşeli özelliklere sahipse, bilmeyenler yavaşlarken, uzmanlar daha kolay ayrım yaptılar. Önemli diğer bir ayrıntı da, dilde uzman olanların, harflerin isimlerine, seslendirilişine ve yazılışına alışkanlıktan kaynaklanan peşin bir rahatlık sahibi olmalarıydı.
Araştırmaya başkanlık eden Prof. Brenda Rapp’a göre, insanların hepsinde harfleri tasvir eden, ortak bir temel algı mevcuttur zannederiz; oysa bütün nesneler, arabalar, kuşlar, insan yüzleri ve bir alfabenin harfleri bile onlara aşina olanlara daha farklı görünürler. Çünkü, bildiklerimiz, eşyayı nasıl gördüğümüzü etkilemektedir.
Sonuçları kaleme alan Robert W. Wiley ise verileri şöyle özetledi: “Yeni başlayanlara çok karmaşık görünen şeyler, o dilin uzmanlarına çok daha basit görünür. Aslında bu kaide, gördüğümüz her şey için geçerlidir. Bir şeye vukufiyet, onun farkını ayırt edebilmektir.”
Gözlerimiz bakar, fakat baktığımız şeyi “görebilmek” için şuurumuzun da harekete geçmesi gerekir. Her insanın dünyası, hislerinin ve düşüncelerinin boyadığı renktedir. Görmeye ve anlamaya çalıştığımızda içimizdeki bu kaynaktan besleniriz ve anlam dünyamız bu minvalde şekillenir.
Franz Kafka, kısa hikayelerinden oluşan kitabına “contemplation” ismini verirken neler düşündü bilinmez. Fakat, özellikle fotoğraf sanatının felsefesini oluşturan ve derinlemesine düşünerek bakmak anlamına gelen “contemplative photography” terimi, modern zamanlarda yaşayan biz insanların dünyaya bakışındaki sığlığı ironik bir şekilde ortaya koymaktadır. Sadece profesyonel bir fotoğrafçıya değil, aklı ve duyuları olan her insana, varlığının hakkını vermek için gerekli olan söz konusu hikmet, popüler dilde “farkındalık oluşturmak (mindfulness)” kavramıyla temellendirilerek, Ar-Ge seminerlerinde çoktan yerini almıştır. Oysa bütün bunların sebebi, bilgiye kolayca ulaşabilmemize rağmen, maddenin değişik halleriyle kuşatılmış bir halde, sürekli değişen suretleri seyreden ruhumuzun, “anlamı” kaybetmiş olmasıdır.
Fotoğrafları dünya çapında kullanılan ünlü Amerikalı fotoğrafçı George Dewolfe, kendi ismini taşıyan internet sitesinde söz konusu kavrama farklı açılımlar getirir. Ona göre, düşüncede derinleşmek, sükunet içinde dikkati yoğunlaştırarak dış dünyanın temel öğelerini birleştirebilmektir. Bulunduğumuz yerde olup bitenlerin dil ile ifade edilemeyen yönünü görmeye çalışmak, başka bir ifadeyle; görünen ile ötesindeki görünmeyenin birliğini ve ahengini kurabilmektir.
Kur’an’da bize öğütlenen “tefekkür sahibi olmak”, tam da böylesi bir kıvama işaret eder. Alimlerimize göre, “basar” gözün görmesi, “basiret” ise kalbin görmesidir. Ancak bu ikisi ruhunda mündemiç olanlar, varoluşun sırrına erebilir.
Belki de hepsinin asıl anlamı, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) şu duasında gizlidir: “Ya Rabbi, bana eşyanın hakikatini göster.”
1 Mart 2016, Prof. Brenda Rapp, Johns Hopkins Üniversitesi, www.sciencedaily.com
Sevilay Kösebalaban'ın Yazısı.