Siz Hiç Halep`te Üşüdünüz mü?
Bilal Gündoğdu / @Hfzbilal5461
Gezi yazıları yazmak, yaşanmışlıklardan bahsetmek çoğu zaman kolaydır. Bir fikir yazısı yazmak ya da siyasi içeriğe sahip bir makale kaleme almak anı yazılarına nazaran daha zordur. Gördüklerini betimler, etkilendiklerinden bahseder ve o belde hakkında bilinmesi gerekenleri yazar geçersin kenara. Gitmiş olduğunuz bölgeyi merak edenler ve oraya gitmeden önce sizin yazdıklarınızla kendine yol haritası çizmek isteyenler için ise enfes bir kaynak niteliği taşır sizin kaleme aldıklarınız. Ancak; tarihi silinmiş, geleceği çalınmış, hayalleri bombalarla tarumar edilmiş ve insanları sürgün edilmiş bir şehirde yaşadığınız anıları kaleme almaya başladığınızda iş değişir. Sizin için orayla alakalı bir metin yazmak ve yaşanılan acıyı insanlara aktarmak epey zorlaşır. Tıpkı benim bu yazıyı kaleme almak için haftalarca kafa yorduğum gibi.
Tarihten eski medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve pek çok kadim geleneği içerisinde barındırmayı başarabilmiş Halep’ten, Halep’imizden bahsediyorum. Bin yıldan fazladır İslam’a en sadık hizmetkârlarından olan Halep’imizin çağrısı üzerine, “Halep’e Yol Açın” dedik ve yola koyulduk, elhamdülillah. Zorlu yolculuğun ardından gördüğümüz şehir, o kadim Halep miydi yoksa yurtlarından edilmiş aileler, tarihe adını yazdırmış Haleplilerin torunları mıydı, ona siz karar vereceksiniz yazımızın sonunda. Öyle ki, İstanbul’dan başlayıp Hatay’a uzanan ve Anadolu’yu karışlayarak tamamladığımız Halep şahitliğimizi anlatmaya çalışacağız bu yazımızda.
“Halep’e Yol Açın” Konvoyu
Halep’te, rejim güçleri ile başlayıp Rusya ve İran askerlerinin de desteği ile artık dayanılmaz hale gelen katliamlara son vermek ve bu katliamları tüm dünyaya duyurmak amacıyla İHH İnsani Yardım Vakfı tarafından tertip edildi “Halep’e Yol Açın” konvoyu. Biz de bu konvoy vesilesiyle ayak basma fırsatı elde ettik Halep’imize. İHH, hem yaşanan ağır bombardımana dünyanın dikkatini çekerek buna son vermeyi amaçlıyor hem de konvoya katılan binlerce aracın gündeme taşıyacağı insanlık dramına bir nebze olsun su taşımayı hedefliyordu. Samimi niyetlerle atılan adımlar hamd olsun ki aziz milletimizin vicdanında karşılık buluyor ve 5 bin araç, bin 500 yardım TIR’ı ve 30 bin kişi Halep sınırına dayanarak tahliyelerin başarıya ulaşmasını sağlıyordu. İstanbul Kazlıçeşme Meydanı’ndan yola koyulan konvoy, İzmit’ten dualarla uğurlanıyor, Sakarya’da yaptığı programla heyecanına heyecan katıyor, Düzce’den ve Ankara’dan geçerek Konya ovasındaki mitingi ile kardeşleri için yolda olmanın hazzını yaşatıyordu yolcularına. Konvoy, karlı yolları aşarak Pozantı üzerinden Reyhanlı’ya vardığında yavaş yavaş anlamaya başlıyordu 6 yıldır yollarda olan Suriyelileri. Konvoy yolcuları, buldukları yerde tulumların içine girerek betonların üzerinde sabahlamanın, günlerce duş alamamanın ve evlerinden uzak yaşamanın ne denli zor olduğunu yaşayarak tecrübe ediyordu. Sefer edası ile yol alan konvoy üyeleri, bir yandan kardeşleri için twit atmanın ötesine geçtikleri için Rabbine hamd ediyor, diğer yandan da Suriyelilerin o tulumu bile bulamadıklarını düşünerek zorluklara sabretmeye çalışıyordu.
Gergin Uykular ve Kör Geceler!
Reyhanlı’daki ilk gecesini, camilerde, mescitlerde ve toplantı salonlarında geçiren on binlerce Halep gönüllüsü, “acaba yarın ne olacak?” düşüncesi ile gergin bir uyku geçiriyor ve konvoyun başarıya ulaşıp ulaşamayacağını sorguluyordu. Derken, sabah oluyor ve Reyhanlı merkezden Suriye sınırına doğru umutlu bir yürüyüş başlıyordu. 5 kilometrelik yolun yarısına kurulan sahnede değerli büyüklerimiz konuşmalarını gerçekleştiriyor ve “Halep’teki son çocuk tahliye edilene kadar sınırdan ayrılmak yok” mesajını veriyorlardı. Ben ise asıl seferin bu andan itibaren başladığının henüz farkında değildim.
Ne Zaman Bitecek Bu Çile?
Konvoy için planlanan program resmi olarak artık sona ermişti. Bizim için de sonu belli olmayan yoğun bir program başlamıştı. İdlib’de kurulan çadır kentler ile Halep’ten tahliye edilenlerin karşılandığı ‘sıfır noktası’ denilen Raşidin bölgesini ziyaret edeceğimiz ve İHH’nın Suriye’deki Babülhava Lojistik Merkezi’nde sabahlayacağımız günler bizi bekliyormuş meğer. İHH’nın basın ekibi olarak Halep’teki tahliyeler bitene kadar evimize dönmeyecektik çünkü. Bu belirsizlik hali, tahliyelerin ne zaman biteceğinin kimse tarafından bilinmemesi ve takas anlaşmalarının sürekli bozulup tekrardan yenileniyor olması bizi germeye yetiyor da artıyordu bile. Uykusuzluk, bu gece nerede uyuyacağımızı bilememek, yoğun kar yağışı ve doğru dürüst ısınamamak gibi etkenlerden ziyade bizi daha çok Suriyelilerin içinde bulunduğu belirsizlik hali yoruyordu: Ne zaman bitecekti bu çile?
İstanbul’da Yanmak, Halep’te Donmak
Biz 10 gün dayanamazken bu belirsizlik haline, Suriyeliler 6 yıl dayanmak zorunda kalmıştı. Biz ise bundan dolayı bir kez daha utanıyor, yutkunuyor ve aylarca at sırtında koşup İslam sancağını diyardan diyara dolaştıran ecdadımızla gurur duymanın bile bir bedeli olduğunu idrak ediyorduk. Gezi havasında başlayan seferimiz artık ciddileşmiş ve biz kendimizi bir an önce görevin tamamlanması için Rabbimize dua ederken bulmuştuk. Çünkü Halep, hiç de İstanbul’dan göründüğü gibi değildi. Halep’te katliam kıskacında sıkışan mazlumları anlamak, İstanbul’da “ciğerimiz yandı” demekle olmuyordu, bunu anlıyorduk. Videolardan izlediğimiz gibi basit değilmiş bu dertli topraklara ayak basabilmek ve hava şartlarının zorluğuna rağmen hizmet edebilmek. Bunu da en iyi öğle saatlerinde vardığımız sıfır noktasında yoğun kar yağışı altında saatlerce tahliye edilenleri beklerken anlıyorduk. Terkedilmiş bir benzin istasyonunda varillerde yakılan ateşe ellerimizi uzatıyor, ısınmaya çalışıyor ve Halep’ten gelecek son kafileyi bekliyorduk. Ne zaman geleceklerini bilmeden beklerken İHH Başkanı Bülent Yıldırım Ağabeyi gördük arkadaşım Samet’le. Tahliyeler için taraflar arasında mekik dokumaktan geliyordu. Yanına yaklaştık ve “Ağabey burası gerçekten de İstanbul’dan göründüğü gibi değilmiş, şartlar çok zor, üşüyoruz” dedik. Kafasını salladı, acı bir gülümseme ile selamlayarak ayrıldı bölgeden.
Gözleri Parlıyor ve “Ailemi Buldum” Diyordu
Ateşin başında ısınmaya devam ederken Türkçeyi çat pat öğrenmiş bir Suriyeli ile tanışma fırsatı bulmuştum. 18 yaşındaki Ahmet aslında İstanbul’da yaşıyor ve bir tekstil firmasında çalışıyormuş. Buraya da Halep’ten çıkmasını beklediği akrabaları için gelmiş. Onları karşılayıp geri dönmeyi planladığını anlatırken ben de içimden “inşallah yaşıyorlardır ve kavuşursun sevdiklerine” diyordum. Orada yakınlarını bekleyenlerin çoğu akrabalarının gelip gelmeyeceğinden, yaşayıp yaşamadığından da habersizdi çünkü. Tahliyelerin başlamasıyla birlikte fotoğraf çekmek için ailelerin arasında dolaşırken birkaç saat önce yeni evlendiğini heyecanlı heyecanlı anlatan Ahmet’le tekrar karşılaştım. Gözlerinin içi gülüyor ve henüz ben sormadan “ailemi buldum” cevabını veriyordu mütebessim bir eda ile. İHH Acil Yardım Ekipleri’nin onun da ailesine yardım ulaştırdığını görünce içimden güzelce bir şükrediyor ve konvoyu destekleyen milyonlar ile sefere katılan binlerin çektiği çileye değdi elhamdülillah diyordum.
Halep Sizi Yutkundurur!
Devam eden günlerde de İdlib’de kurulan Kemmune Kampı’nı ziyaret etme fırsatı bulduk. Araç kapısı yerine demirden yapılan bahçe kapısı monte edilen bir otobüsle gittiğimiz kamp, Kızılay desteği ile İHH tarafından yeni kuruluyordu ve buraya Halep’ten tahliye edilen mülteciler yerleştirilecekti. Çadırlar, her ne kadar güzel de olsalar nihayetinde çadırdı. Hava soğuk ve kara kış kapıdaydı. “İnsanlar burada nasıl yaşayacaklar?” sorusu kemiriyordu beynimizi. Ve nitekim biz bölgeden döndükten 3 gün sonra İHH’nın henüz çadır ulaştıramadığı İdlib’in Harim bölgesindeki derme çatma çadırlarda yoğun kar yağışı nedeni ile bir çadırın çöktüğü ve 2 çocuğun hayatını kaybettiği haberini alıyorduk. Yine bir yutkunma, yine bir iç geçirme… İnsanoğlu çadırlarda yaşayamaz, yaşamamalı!
İslam Kokan Topraklar ve Noel Baba’lar
Halep’ten tahliye edilerek bir bilinmeze doğru yol alan aileler var aklımda şimdi. Yerlerini yurtlarını geride bıraktılar, ayarlayabilenler akrabalarının yanına sığındı, bu imkânı bulamayanlar ise kamplara yerleşti. Kendimi onların yerine koyuyorum ve üşümeye devam ediyorum şimdilerde: Doğduğum toprakları, bambaşka dildeki tabelalara terk etmek zorunda kaldım, bin yıldan fazladır İslam kokan topraklarım ‘Noel Baba’nın insafına kaldı ve ben en büyüğü 5 yaşında olan 3 çocuğumla birlikte kendime vatan arıyorum...
GENÇ'ın Yazısı.