Hakikati Yaşayan Sosyal Organizasyonlara İhtiyaç Var!
İsmail Acarkan Kimdir?
1967 Mardin doğumlu. 1971 yılından beri İstanbul`da yaşamakta. Tüm eğitim hayatı İstanbul`da geçti. Kısa dönemler felsefe, sosyoloji ve edebiyat okumuş olsa da son olarak İ.Ü. Veteriner Fakültesi`nden mezun oldu. Ancak mesleğini yapmadı. Özellikle üniversite hayatından (1984) itibaren din, tasavvuf, felsefe ve psikoloji konusundaki merakı nedeniyle bu konularda okumalar yaptı. İlahi aşk, mecazi aşkın süreçleri, dua ve mizaç-kişilik farklılıkları üzerinde yayınlanmış eserleri bulunmakla birlikte bu konularda çalışmaları hâlen devam etmektedir.
Bu çağın ve her çağın gençleri “hakikate”, “onu yaşayan “insan-ı kâmillere” ve bu hakikatleri mümkün oldukça yaşamaya çalışan bir “sosyal organizasyona” ihtiyaç duymaktadır.
Genç Dergi olarak 48 sayıdır, bizi peşinden sürükleyecek, bize anlam katacak bir "derdimizin" olması gerektiğini söylüyoruz. Sormak istiyorum: Hayatı nasıl anlamlandırıyorsunuz? İsmail Acarkan neyin "derdini" çekiyor daha çok?
Hayatın gerçek anlamı hakiki bir iman sayesinde anlaşılıp yaşanabilir. Bu hayatın anlamını tevdid ve gayb âleminden gelen ruhun kesret ve şehadet âlemini deneyimlemesi olarak anlıyorum. Dolayısıyla tevhid-birlik ve metafizik şuur olmadan bu dünyanın tam olarak anlaşılması ve anlamlandırılması zor hatta imkânsızdır. İnsanın sınırlı benlik nazarıyla hayatı doğru okuması ve anlamlandırması olası değildir. Bu yüzden bütün kadim gelenekler insan hayatını-varlığını dünyevi doğumla değil, ezelde ruhani varoluşla ilişkilendirirler. Dolayısıyla benim yegâne derdim tevhid-birlik hakikatini aşkın vecd ve cezbesiyle müşahede etmektir. Bir başka ifadeyle aşk ve marifettir. Diğer bütün sahih dertler ikincil-tali dertlerdir.
Gördüğüm kadarı ile sık sık "sevgiden" bahsediyor, "sevgiyi" nazara veriyorsunuz... Sevginin önemi nedir sizce?
Kur`an`da “eğer siz dininizden dönerseniz, Allah öyle bir topluluk getirir ki Allah onları sever, onlar da Allah`ı severler. Onlar hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmezler” denmektedir. Burada sevginin, “sevgisiz inançtan” üstünlüğü ve sürekliliği-bitmezliği ifade edilmektedir. Çünkü sevgi, seven ile sevilen arasında yakınlık-ayrılmazlık-birlik ve hiçbir şeyle mukayese edilemeyen bir huzur-vecd ve tatmini içerir.
Yine Hz. Peygamber; “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız” diyor. Buradan da sevgisiz bir imanın olamayacağı en azından eksik olacağını anlıyoruz. Dolayısıyla şöyle diyebiliriz: Sevgi insan ile Allah, insan ile insan, insan ile kainat arasındaki birliğin-beraberliğin idrak ve müşahedesidir.
Bu durumda her şey sevginin bir tezahürüdür diyebiliriz. İbadet seven ile sevilen arasında dertleşmedir, iştiyak ifadesidir. Bazen sessiz bir bakışma bazen kendini sevgilinin kucağına atma bazen de sevgilinin kalbine girip kendinden geçmedir. Hz. İsa`nın dediği gibi eğer seviyorsan Allah sende yaşıyor demektir. Bu arada Peygamberimizin bir sözü hatırıma geldi. “Kişi sevdiği ile beraberdir.” Burada şu inceliğe dikkatinizi çekmek isterim: Peygamberimiz kişi sevdiği ile beraber olacaktır demiyor. Beraberdir diyor. Çünkü sevgi birlik ve ayrılığı olmayan bir beraberliktir.
Aşk Bensizlik Ülkesidir isminde bir kitabınız var... Gerçekten de çok güzel bir ifade.. Biraz açar mısınız bize, nedir "bensizlik", nedir "aşk"?
Aşk; ikiliğin, ötekiliğin, ayrılığın ortadan kalktığı ruhsal bir şuur ve tecrübedir. Dolayısıyla aşk benliğin ortadan kalktığı, sevenle sevilenin bir olduğu temelde ruhsal bir deneyimdir. Aşkta kişinin istekleri, beklentileri, iradesi ortadan kalkar ve bunun yerine sevgilinin isteği, iradesi geçer. Ancak bunu bir “başkasının” isteği ve iradesi olarak görmez. Sevgilinin iradesi kendi iradesidir. İsteği kendi isteğidir. Aşkta benliğin yeri yoktur. Benliğin olduğu yerde ise aşk yoktur.
Genç insanlarla hemdem olan, onlarla ilgilenen birisisiniz. Sizce bu çağın gençlerinin en çok neye ihtiyacı var?
Bu çağın gençlerinin “gerçeğe”, bu gerçekliğe (hakikate) göre “yaşayan örnek insanlara” ve bu hakikatin yaşandığı “sosyal çevreye” ihtiyacı bulunmaktadır. Bunlar aslında “Kitap, Peygamber ve Medine” ile asr-ı saadette gerçekleşmiş olan fıtrî ihtiyaçların bir başka ifadesidir. Bir başka ifadeyle bu çağın ve her çağın gençleri “hakikate”, “onu yaşayan “insan-ı kâmillere” ve bu hakikatleri mümkün oldukça yaşamaya çalışan bir “sosyal organizasyona” ihtiyaç duymaktadır. Bu üç nokta olması ideal olan durumdur.
Önünüze bir mikrofon verilse ve şöyle dense: Şu an tek bir cümle söyleme hakkınız var ve bu cümle dünyadaki her insan tarafından duyulacak ve anlaşılacak. Ne söylemek isterdiniz?
“Olmak” ya da “olamamak”, kendini bilmek ya da bilememek, uyanmak ya da uyanamamak; bütün mesele bu.
Süleyman Ragıp Yazıcılar'ın Yazısı.