Sen hurafelerinden uzaklaştıkça, birilerinin hurafeleri senin hayatını doldurmakta... Senin hurafelerin seni nihayetinde hakikate götüren vasıtalar. Ancak çağdaş hurafelerin seni götüreceği tek yer, hakikatten, ilimden, irfandan, hikmetten, maveradan kopmuş bir ufuk, bir zihin, bir ruh dünyası!

Demirden Köstek: Bilim

İsterseniz Pozitivizmin fikir babası Auguste Comte’un üç hâl kanununu hatırlayalım önce. İnsanlık tarihi üç devre geçirmiştir. İlk devre, teolojik devredir. Çocukluk döneminde bulunan insanlık bu devrede, kendi hayal gücüyle ürettiği efsanelerin, hurafelerin, mitlerin peşinden sürüklenmiştir. İnanç dünyasını bunlar şekillendirmiş, hakikat adına bunlara tutunmuştur. Bu devre, olay ve ilişkilerin soyut kavramlara atfen açıklandığı, ikinci devre olan metafizik devresiyle bitmiştir. Bu ikinci devreyle insanlık gençlik dönemine ulaşmıştır.

Üçüncü devrede ise insanlık bu iki devreyi geride bırakmış artık olgunluk çağına erişmiştir. Bu dönem pozitivist dönemdir. İnsanlık şimdi kendi aklını kullanacak, kendi keşfettiği bilimsel hakikatlere inanacaktır. Auguste Comte’a göre bir gün gelecek metafizik ve dinin yerini tamamen bilimsel hakikatler alacak, bilimin fethetmediği alan kalmayacaktır.

Bu açıkça hurafelere, dinlere, kısaca kutsala açılmış bir savaştı. İnsanlar, bilimin ispat etmediği hiç bir şeye inanmayacaktı asla. Deney ve gözlemin sahasına girmeyen, duyularla hissedilmeyen hiçbir şey imanın konusu olamayacaktı. Bu yeni dünyada mucizelere, aşkınlığa yer olmayacaktı.

Elbette insanın olgunluk çağını, Batı temsil ediyordu. Bu sebeple aydınlanan Avrupa büyük bir mücadele verdi,  dogma olarak gördüğü dinlere karşı. Theodor Rozsak’ın deyimiyle mitin alçaltılmasıydı bu. Halk mitolojisinin kökünden kurutulması, onun da putperestlik olarak teşhis edilmesiydi. (Çorak Toprağın Bittiği Yer,  s. 144)

Hurafeler, mitolojiler, dinler, putperestlik olarak görülürken, yeni bir din çıkıyordu ortaya: Hayatın merkezine oturtulan insan ve onun ürettiği bilim! Aslında dinden çok çağdaş bir putperestlikti bu.

Sahi neydi putperestlik? İnsanın kendi elleriyle yaptıklarına tapması, boyun eğmesi değil miydi? Güya putperestlikten kurtarılan insanoğlu, daha vahim bir putperestliğin kucağına itiliyordu işte. Vahim oluşu, Rasim Özdenören’in deyişiyle, insanlığın yeni tabusu bilimin, insanın hür düşüncesinin ayağında demirden bir köstek gibi duruşundandı. (Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, s. 18)

Öyle ya, görmediğine inanmayacaksın diyen bir anlayış, insan aklının, insanın yapıp etmelerinin dışında hüküm tanımayan bir bakış açısı, insan muhayyilesine köstek olmaktan başka ne olabilirdi?  Bu, açıkça insanın ilahî hakikatten koparılmasıydı! İlahî vahyin çizdiği sınırların hiçe sayılması, maveradan göbek bağının koparılmasıydı! İnsan ufkunun daraltılması, insan düşüncesinin sığlaştırılması, insan zekâsının kısırlaştırılmasıydı!

Bu hâliyle, pozitivizm hurafe düşmanlığı değil, aslında Nurettin Topçu’nun dediği gibi “hakikat düşmanlığı” yapıyordu. (Yarınki Türkiye, s. 70)

Pozitivizmin Dümen Suyuna Gitmek

Pozitivizmin etkileri tabii ki çok geçmeden dünyanın diğer bölgelerinde de yankı bulur. XIX. yy. sonunda bizde de yankı bulmaya başladığı gibi. Söz gelimi Muhammed Abduh, mucize döneminin bittiği kanaatindedir. Çünkü insanlık İslam’la birlikte olgunluk dönemine girmiştir, bu nedenle çocukluk zamanlarında olduğu gibi, harikulade olaylara bakarak iman etmek cazip bir yaklaşım değildir. (Tefsîru’l-Menâr, I, 315; Tevhid Risalesi, s. 201)

Tabii burada, pozitivist düşüncede olduğu gibi dinin tamamen arka plana itilmesi, ona savaş açılması söz konusu değildir. Ancak, İslam hurafelerden, bid’atlerden, israiliyyattan, akla aykırı unsurlardan temizlenmelidir fikri ortaya çıkar. Zaten Müslümanların geri kalışlarının altında yatan temel sebep de saf İslam’ın hurafelerle bulandırılması, hakiki özünden uzaklaştırılmasıdır.

Böylelikle insan aklı ve bilim bizim için de kutsal değerler halini almış, kendi değerlerimiz o gözle okunur olmuştur. Zira Batı eğer akılla terakki etmişse, bizde de akıl vardır. İslam akla büyük önem vermiştir. Dolayısıyla bu süreçte, İslam akıl dinidir, formülasyonu yapılmıştır. İslam ilme çok değer vermiştir. Çünkü Kur’an’da ilmî gerçeklere atıflar vardır. Üstelik ilk deney ve gözlem yöntemini kullananlar da Müslümanlar olmuştur. O hâlde İslam bilime asla karşı çıkmaz. Bilimsel olmayan bir şeyi kabul etmez. Dolayısıyla bu dönemde İslam’ın ilmiyle Batı’nın pozitivist bilimi aynîleştirilmiştir.

Bu arada Ernest Renan, İslam’ın mani-i terakki olduğu fikrini ortaya atar.  Evet, diğer bütün din ve dogmalar gibi, İslam dini de kendi müntesiplerinin terakkilerine, hür düşüncelerine mani olmuştur. Dolayısıyla bu halk muasır medeniyetler seviyesine çıkmak istiyorsa dinin prangalarından kurtulmalıdır.

Ernest Renan’ın ortaya attığı bu düşünceye tepkiler gecikmez. İslam mani-i terakki değildir. Bilakis dâmin-i terakkidir. Yani İslam ilerlemeye engel olmak şöyle dursun, ilerlemenin güvencesidir. Müdafaa üstüne müdafaalar yapılır ve İslam’ın Hıristiyanlıktan ve sair dinlerden farklı olduğu ispat etmeye çabalanır. Evet, Hıristiyanlık terakkiye mani olduğu ve her ilerlemenin önünde durduğu için Batı insanının tahammül sınırlarını zorlamıştır. Ama bu İslam’a yapılmış bir haksızlıktır. Bir deli bir kuyuya taş atmıştır yani. Kırk akıllı o taşı çıkarmaya çalışmıştır. Vakıaya bakılırsa hala o taşı çıkarmaya uğraşanlar vardır!

Pozitivizmin bizde yansımaları farklı veçhelerde devam etmiştir. Mucizeler tevil edilmiştir mesela. Hz. Musa’nın asasıyla suyu yarması, aslında bir med-cezir olayından ibarettir. Hz. İsa’nın çamurdan kuş yapması ve onlara can vermesi, insanların kader ve yazgılarını bilmesinden ibarettir. Hz. Peygamber’e tek bir mucize verilmiştir. O da Kur’an’dır. Diğer mucizelerinin aslı astarı yoktur.

Bu noktada şu tespiti de okuyalım: “Tarih, hadis, siyer, ilmihal, teracim-i ahval ve menakıp kitaplarında önemli bir unsur olarak yer alan mucize, keramet türünden rivayetlerin gerilere doğru itilmesi, toplumsal hafızada itibar kaybına uğratılması; bir kısmının reddedilmesi, bir bölümünün ağır tenkitlere konu olması, büyük bir yekünun da mevzu hadis, uydurma haber, israiliyyat, hurafe, batıl inanç seviyesine indirilerek tasfiyesi, gittikçe hakimiyetini artıran bu bilim fetişizminin beklenebilir ağır bedelli neticeleridir. (İsmail Kara, Din İle Modernleşme Arasında, s. 94)

Bugünkü İslam algımız, büyük oranda Müslümanların Batı’yla karşılaşmaları sürecinde üretilen fikirlerle şekillenmiş durumda. Bu bakımdan, hâlâ hurafelerle mücadele etme fikirleriyle doluyuz. İslam’ın bilimle çelişmediği kanaatindeyiz. Yani bilim putperestliğinin kurbanı olmuşuz. Vahiy mahsulü dini, bilimsel verilerle ispat etme çabasındayız.  Yani pozitivizmin dümen suyuna gidiyoruz. Bu ise din algımızı derinleştirmemiştir. Aksine sığlaştırmış, kısırlaştırmıştır. Hâlbuki hurafe diye yaftaladıklarımızla, hakikat diye sarıldıklarımız arasında çok ince bir çizgi var. Birinin reddedilmesi, öbürünün de ayağını kaydıracak durumda. (Tam da burada Dücane Cündioğlu’nu ve onun Hakikat ve Hurafe’sini anmalıyız. Onun yaktığı Hakikat ve Hurafe ateşiyle eve dönmeye çalıştığımızı nasıl inkâr edebiliriz!?)

Öte yandan bilim gerçek manada bir put, bir tabu, bir fetiş olmuştur. Hatta teknolojinin bu denli ilerlemesiyle, bu putperestlik tamamen çığırından çıkmıştır. Her geçen gün daha çok putperestleşen bir dünyamız var artık.

Ey genç! Sen en iyisi kendi hurafelerine sahip çık! Sen hurafelerinden uzaklaştıkça, birilerinin hurafeleri senin hayatını doldurmakta... Senin hurafelerin seni nihayetinde hakikate götüren vasıtalar. Ancak çağdaş hurafelerin seni götüreceği tek yer, hakikatten, ilimden, irfandan, hikmetten, maveradan kopmuş bir ufuk, bir zihin, bir ruh dünyası!


Mesut Kaya'ın Yazısı.