Belucistan dendiği zaman akıllara uyuşturucu ve silah kaçakçıları, güvenliğin olmadığı dağlık alanlar, çöller ve Belucistan’ın dört bir yanına yayılmış suç çeteleri ile bağımsızlık yanlısı silahlı örgütler geliyordu. 

Mevlevi’nin evinde kaldığım üçüncü günüm yaşlı adamın küçük çocuklarıyla oynayarak geçti. Kaçak çıktığım Afganistan yolculuğunda beni en çok rahatlatan çocuklar oluyordu. Konakladığımız bir yerde eğer ev sahibinin çocukları varsa keyfime diyecek yoktu. Çocuklar her geçen gün daha da çirkinleşen dünyada benim için bir huzur adası gibiydiler. Ben de birçok kişi gibi büyüdüğüme pişman olanlardandım. İnsan çocukluktan çıktıkça büyüklerin hiç de hoş olmayan dünyasını tanımaya başlıyor, tanıdıkça kanıksıyor, kanıksadıkça da insanlığını yitiriyordu. İnanın, eğer elimden gelseydi dünyanın çocuklar tarafından yönetilmesini sağlardım. Çünkü çocukların yönettikleri bir dünyada asla şu anki kadar acı, kan ve gözyaşı olmazdı.

Mevlevi’nin Evinde Son Gece

Üçüncü günün akşamında rehberim Sultan geri döndü. Sultan’ın üç gün boyunca ne yaptığını, nelerle uğraştığını bilmesem de yüzündeki ifadeden keyfinin yerinde olduğunu anlıyordum. Mevlevi’nin evinde geçirdiğimiz son gün gece yarısına kadar Sultan’la sohbet ettik. Sultan, son bir engelimiz kaldığını, Taftan Çölü’nü de geçtiğimizde İran’a girişin kolay olacağını söylüyordu. Fakat ben Sultan kadar rahat değildim. Hele de İran’dan Pakistan’a geçerken başımıza gelenleri hatırladıkça keyfim kaçıyordu. İran gibi güvenlik paranoyası yaşayan bir ülkeye kaçak bir şekilde girmek zannımca hiç de kolay olmayacaktı. Fakat Sultan ısrarla İran’a girişin yolculuğun en kolay safhası olacağını, asıl sıkıntı çıkabilecek güzergâhın Kuetta’dan İran sınırına kadar olan bölge olduğunu söylüyordu. Çünkü Belucistan dendiği zaman akıllara uyuşturucu ve silah kaçakçıları, güvenliğin olmadığı dağlık alanlar, çöller ve Belucistan’ın dört bir yanına yayılmış suç çeteleri ile bağımsızlık yanlısı silahlı örgütler geliyordu. Mevlevi’nin evindeki son gecemizde Belucistan’la ilgili hayaller kurarak uykuya daldım. Daldığım düşünceler içimi bir nebze karartsa da iyi bir uyku her şeyi unutmama yetiyordu.

Gezemediğim Şehre Veda

Sabahleyin güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra Mevlevi ile vedalaşıp yoldan çevirdiğimiz bir taksiyle Kuetta’daki otobüs garına doğru yola çıktık. Kuetta sokakları yine karmakarışıktı. Motosikletlerden gelen egzoz patlakları, taksi şoförlerinin çılgınca bastığı kornaların sesleri ve tüm bu karışıklığın içinde kafayı yemeleri an meselesi olan trafik polisleri ilk gözüme takılanlar oldu. Kendi kendime bir kez daha Kuetta’yı rahat bir şekilde gezemediğim için hayıflandım. Kuetta kim bilir meraklı bir seyyahın aklını başından alacak neleri barındırıyordu içinde? Şehir acaba nelere şahitlik ediyor, birbirinden farklı hangi insanlara ev sahipliği yapıyordu? Eminim ki bu şehirde de mutlaka tanışmam gereken ilginç insanlar vardı. Sultan’la Taftan Çölü’nü aşmak için bindiğimiz otobüsle Belucistan topraklarına doğru hareket ederken Kuetta gözüme keşfedilmeyi bekleyen bir şehir olarak göründü. Şehre veda ederken Kuetta’ya tekrar gelmek, Kuetta’nın keşfedilmeyi bekleyen arka sokaklarını özgür bir şekilde gezmek için kendi kendime söz veriyordum.

Karmaşık Dehlizlerde Yol Arayan İnsan

Haftalar sonra tekrar Taftan Çölü’nde ilerliyordum. Bu çölü daha önce Afganistan’a gitmek için geçmiştim. Şimdi ise geri dönüş yolundaydım. Taftan Çölü’nü geçerken bana yol arkadaşlığı yapan Tacik yol arkadaşımın yerini şimdi Peştun rehberim Sultan almıştı. “Tacik yol arkadaşım şu an acaba ne yapıyordur?” diye geçirdim içimden… Yollar sayesinde bambaşka insanlar tanıyor, yollarda tanıdığım herkes bende bir daha silinmeyecek izler bırakıyordu. Bir çoğunu bir daha göremesem de bir deftere not eder gibi kalbimin bir yerlerine not ediyordum. Otobüsümüz Taftan Çölü’nde ilerlerken yine düşüncelere dalmıştım. Bu sefer daldığım düşüncelerin merkezinde kâinatın anlaşılması en zor varlığı olan insan vardı. İnsanların tamamen iyi ya da kötü olduğuna asla inanmıyordum. İnsan içinde hem iyiliği hem de kötülüğü barındıran, yüzlerce karmakarışık dehlize sahip bir varlıktı. Hepimiz aslında bu karmakarışık dehlizler arasında yolumuzu bulmaya çalışıyorduk. En büyük hatayı ise insanı yargılayarak yapıyorduk. Oysa yapmamız gereken yargılamak değil; anlamaya çalışmaktı. İnsanları yargılamayı terk edip anlamam gerektiğini de yine yollar vasıtasıyla öğrenmiştim.

İnanın, eğer elimden gelseydi dünyanın çocuklar tarafından yönetilmesini sağlardım. Çünkü çocukların yönettikleri bir dünyada asla şu anki kadar acı, kan ve gözyaşı olmazdı. 

15 Milyon Beluci

Güneş ışıkları uçsuz bucaksız çölde ilerleyen otobüsümüzün içini iyice ısıtırken ben de Belucistan’la ilgili aldığım notlara göz atıyordum: “Belucilerin bir kısmı Pakistan’da, diğer kısmı Afganistan’da, bir diğer kısmı da İran’da yaşıyor. İran’ın güneydoğusu, Pakistan’ın güneybatısı ve Afganistan’ın güneyindeki dağlık topraklar Belucistan olarak isimlendirilirken Belucilerin toplam nüfuslarının 15 milyona yakın olduğu tahmin ediliyor. Hint Okyanusu’na kıyısı olması ve Hürmüz Boğazı’na yakınlığı nedeniyle Pakistan ve İran Belucistan topraklarına önem verirken, Beluciler Pakistan yönetimine karşı 4 kez başarısız isyan girişiminde bulunmuşlar. İran yönetimine karşı da çeşitli örgütler vasıtasıyla mücadele veren Beluciler İran’daki devrim muhafızlarına karşı bombalı eylemler düzenlerken, İran yönetimi de yakaladığı bağımsızlık yanlısı isyancı Belucileri idamla cezalandırıyor. Bizim kat ettiğimiz Taftan Çölü Belucistan’ın Pakistan’daki topraklarının içinde kalıyor. Beluçlar İran’da daha çok Sistan-Belucistan Eyaleti ve çevresinde yaşarken, İran’ın toprak bakımından en büyük eyaleti olarak bilinen Sistan-Belucistan Eyaleti Sünni nüfusun da yoğun yaşadığı bir bölge…”

Pakistan-İran Sınırı

Taftan Çölü’nde süren 12 saatlik bir yolculuğun ardından artık Pakistan-İran sınırına gelmiştik. Otobüsten iner inmez Sultan’ın iyice rahatladığını fark ettim. Elini “gözün aydın” der gibi omuzuma attı. Daha sonra kaçakçılarla anlaşıp gece olmadan beni karşıya geçirmeye çalışacağını söyledi. Tekrar çuvalları sırtımıza yüklendik ve Sultan’ın bir arkadaşının dükkânına gittik. Sultan arkadaşıyla konuştuktan sonra birlikte dükkânın arka odasına girdik. Sultan odaya girer girmez benden yere yatmamı istedi. Şaşkına dönmüştüm… Yine anlamaya çalıştığım garip şeyler oluyordu. Sultan üzerime bir battaniye atarak her ne olursa olsun üzerimi açmamamı, kendisi dönene kadar sessiz bir şekilde battaniyenin altında beklememi söyledi. Sultan gidip sınırı geçmem için kaçakçılarla konuşacaktı. Benim ise yapacak bir şeyim yoktu. İtiraz etmeden battaniyenin altında beklemeye başladım. Ara sıra odaya dükkân sahibinin arkadaşları giriyor, bu arada ben de kafamı çıkartmamaya özen göstererek sessiz bir şekilde battaniyenin altında bekliyordum.

Geçilmesi Gereken Son Engel

Tam üç saat battaniyenin altında hareketsiz bir şekilde bekledikten sonra Sultan dükkâna geri döndü. Beni battaniyenin altından çıkarıp geçiş için kaçakçılarla anlaştığını söyledi. Önce kaldığımız dükkânda Sultan’ın arkadaşının ısmarladığı kızarmış tavukları yiyip karnımızı bir güzel doyurduk. Sultan’ın arkadaşı da bir Beluci’ydi… Tüm Beluciler gibi o da bağımsız bir Belucistan’da yaşamak istediğini söylüyordu. Hatta bana Belucilerin kahramanlıklarını, mücadelesini anlatan birkaç klip izlettirdi. Kliplerde sürekli uçsuz bucaksız Belucistan toprakları gösteriliyor, Belucilerin özgür bir halk olduğu vurgulanıyordu.

Dükkân sahibiyle iyice sohbete daldığımızı fark eden Sultan “akşam olmadan karşıya geçmelisin, haydi hareket edelim” deyince ben de Sultan’a hazır olduğumu söyledim. Bizim karşıya geçişimizi ayarlayacak olan kaçakçı gelip bizi arabasıyla aldı. Sultan kaçakçıya 100 dolar vermemi söyledi. Ben de 100 doları kaçakçıya uzattım. Sınıra iyice yaklaşınca benim de heyecanım artmaya başladı. Kaçakçının kullandığı arabamız durdu ve Sultan beni yol etmek için arabadan inerken artık ayrılık vaktinin geldiğini haber verdi. Sultan’la birbirimize sarılıp helalleştik. Kaçakçı da bana her şeyin yolunda olduğunu, elimi kolumu sallayarak İran’a geçeceğimi söyledi. Kaçakçıya “Peki bu nasıl olacak, askerler durdurmaz mı?” diye sorunca kaçakçı “Sen hiç merak etme. Biz her şeyi ayarladık” dedi. Artık son bir engelim kalmıştı. Bakalım kaçakçının dediği gibi İran’a rahatlıkla geçebilecek miydim?


Adem Özköse'ın Yazısı.