Sülük Güzellik Merkezi
Yüze konan sülükler cildi de güzelleştiriyormuş. İleriki yıllarda “Sülük Güzellik Merkezi” açmak iş yapar mı acaba?
Bir yerlerde yazıyorsanız çevrenizden şöyle cümleler duymanız işten bile değil: Bak şu konuda yazabilirsin. Şöyle şeyler varmış, bence bundan iyi bir yazı konusu çıkar. Beni de yazsana.
Böyle durumlarda tebessüm etmek, dinlemek, zor durumda kalınırsa evet, olabilir, bakalım demek zorunda kalırsınız.
Fakat bazen doğru bir noktadan yakalıyor sizi, nasihat sever yakınlarınız. Akrabalarımdan biri sülükler hakkında yazsana dedi geçenlerde. Belki şaka, belki ciddi. O günlerde o mübarek hayvanlarla yakın mesai içinde olduğumuzdan, bizi kah korkuttukları, kah güldürdükleri ve neticede kendilerine hayran bıraktıkları için bu konuda yazmamı istemişti.
Memleketten pestil gelse de yesek, ah bizim illerin tarhanası bir başkadır… Öyle ya bizler için memleketten gelenlerin çıkınları da önemlidir. Ben İstanbul`da yaşıyorum. Ankara`ya giderken oradakilerin benden ne istediklerini bir tahmin edin: Sülük.
Efendim, sülükler de cins cins. Kimi saf kan emici, vampir misali. Kimi ise kanınızın tadına varmadan önce, damarlarınıza onlarca çeşit enzim gönderiyor. Bu enzimlerin de vücut için çok faydalı olduğu kanıtlanmış. Yüze konan sülükler cildi de güzelleştiriyormuş. İleriki yıllarda “Sülük Güzellik Merkezi” açmak iş yapar mı acaba? Ayrıca bu şifacı sülükler öyle rastgele emmiyor kanınızı. Nerede sıkıntılı bir bölge varsa, oradan yapışıyor teninize. Ayırmak mümkün değil diyorlar. İşte İstanbul`da da böyle temiz, şifacı sülükler olduğundan, benden isteneni yapıp, yanımda götürüyorum.
İnsan hasta da olsa, vücudunun herhangi bir yerine sülük koymak kolay değil. İnsanı ürküten bir yanı var. Şişenin içindeyken bile kolay kolay yaklaşamıyorsunuz hayvancıklara. Halbuki sadece bir solucan gibi. Küçükken, yağmur yağdığında topraktan çıktıklarını gördüğümüz, ara sıra oynadığımız solucanlar.
Sülükten korkan insan yoldaki köpekten neden korkmaz? İşte bu düşüncelerle yazdım bu yazıyı. Halılarımızdaki myte`ler, biberin içinden çıkan yeşil böcek, evimizdeki köşeleri mesken tutan örümcekler, tenimiz üzerinde olduğu söylenen onlarca küçük yaratıklar… Aslında etrafımız binlerce hayvanla dolu, kontrolümüz dışında olan. Geçenlerde gazete haberlerinde bu canlıların fotoğrafları yayınlandı. Gerçekten de bilim kurgu filmlerinden çıkmış gibi. Halıların üzerindeki o minik yaratıkları görecek gözümüz olsa, halı malı sokmazdık eve. Tenimizdekileri temizlemeye kalksak, ihtimal ki kendi derimizi kazımaya çalışıyor olurduk.
Bir de vücudumuzdakiler var. Belki kanımızda dolaşan bir virüs bizi yakın zamanda ölüme sürükleyecek. Belki yüzlerce, binlerce kat küçüğümüz olan bir bakteri sonumuzu hazırlamak üzere gelişim gösteriyor. Çelimsiz bir sivrisinek bile Allah dileyince, kralların kafalarını işkence zindanlarına çevirebiliyor.
İnsan, zavallı insan. Küçük dağları ben yarattım edasında yürüyüşler, gülüşler, haller. Sadece böcekler dünyasından bakınca bile foyamız meydana çıkıyor. İnsan aciz ve zavallı.
Halısındaki böceğe, tenindeki kan emicilere, vücudunda dolaşan hastalığa hükmedemeyen insan, neden ve nasıl başka insanları, ülkeleri hakimiyeti altına almaya çalışır? İnsan kendi acizliğini unutup, ilahlık taslamaya gidecek kadar cahil bir yaratık. Hepimiz açık açık ilahlık taslamasak da yaşı ya da rütbesi bizden küçüklere eziyet edebiliyoruz. Bir ihmali ya da unutkanlığı yüzünden altımızdaki insanı fazlasıyla azarlıyoruz. Yemeği yaktı diye hanımımıza, çoraplarını ortada bıraktı diye beyimize bağırabiliyoruz. Kendinden yüzlerce kat küçük yaratıklara muktedir olamayan insan, böyle horoz misali havalanmalarla nefsini besliyor. Komik oluyor. Nefsimizi beslemek yerine sülükleri beslesek daha kârlı çıkacağız halbuki.
Aciz olduğumuzu kabul ederek yine de mümkün mertebe böceklerden uzak durmaya çalışmak iyi gibi. Herkes kendi çöplüğünde kalsın mümkünse. Sülüklere gelince. Allah muhtaç etmesin, ne diyeyim.
Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.