Savunma Hakkı
Biz Müslümanız; hiçbir şartta adaletsiz davranma gibi bir opsiyonumuz yok. Ama onlar da şöyle yaptı, ama bunlar da böyle yaptı, ama bize bunu dediler, ama şunu şunu da yediler, ama, ama, ama… Müslümanın aması olmaz kardeşim! Emredildiğimiz gibi dosdoğru olacağız.
“Savunma hakkı” denildiğinde biz Müslümanların anladığı nefsi müdafaadan ibaret. Günümüz İslam toplumunun adalet bilincindeki eksik noktaların başında gelen husus da tam olarak bu. Çünkü nefsi müdafaa ve savunma hakkı bambaşka şeyler. Bunda Müslümanların, kendilerini daha çok; zulme uğrayan, mağdur, mazlum tarafta görmeye alışkın olmalarının payı da büyük. Sıklıkla da doğru. Ancak bu düşüncenin kökleşmesi, bu sefer Müslümanlar eliyle yeni bazı mağduriyetlerin oluşmasına yol açabiliyor. Bunun bir örneğini ben, sadece; hakkında ithamlar bulunan ve bu sebeple tutuklu bulunan, laik kesime mensup, meşhur birinin mahkemedeki savunmasını, sosyal medyada paylaştığımda görmüştüm bir süre önce. “Nasıl olur da böyle bir dinsizin savunmasını paylaşırmışım, ne yaptığımı zannediyormuşum, kime hizmet ediyormuşum…” ve daha bir sürü, “sürü” tepkisi.
Görünen o ki linç psikolojisi, olağan duygularımızdan biri oluvermiş adeta. “Zaten adamlar Müslüman bile değiller” diye düşünüp, salıyoruz kendimizi. Oysa Müslümanlara karşı yapılan pek çok şey meşru olmadığı gibi Müslümanların kendilerini savunmak adına yaptığı pek çok şey de meşru değil. Bir dinsiz, adaletsiz davrandığında bunu onun dinsizliğine veririz. Peki bir Müslüman adaletsiz olursa bunu neye verebiliriz? Müslümanların dinsizliğine mi?! Tuhaf olmaz mı bu biraz? Biz Müslümanız; hiçbir şartta adaletsiz davranma gibi bir opsiyonumuz yok. Ama onlar da şöyle yaptı, ama bunlar da böyle yaptı, ama bize bunu dediler, ama şunu şunu da yediler, ama, ama, ama… Müslümanın aması olmaz kardeşim! Emredildiğimiz gibi dosdoğru olacağız.
Vaktiyle Umeyr bin Vehb, kılıcını bileyip, zehirleyip; Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) suikast için Medine’ye varmıştı. Hz. Ömer (r.a), onun; devesinden inip, kılıcını kuşanmış olarak mescide doğru gittiğini görünce: “Bu, Allah düşmanı Umeyr’dir. Buraya mutlaka bir kötülük yapmak için gelmiştir” dedi. Derhal Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’in huzuruna vardı ve durumu arz etti. Efendimiz: “Onu bana getirin” buyurdu. Hz. Ömer (r.a) geri dönüp Umeyr’in yanına geldi. Yakasından tuttu. Boynundaki kılıcı sımsıkı yakalayarak Rasûlullah’ın huzuruna götürdü. Efendimiz Umeyr’i bu halde görünce: “Onu serbest bırak Ömer!… Sen geri dur!… Sen de yakına gel ey Umeyr!” buyurdu. Sonra aralarında şu konuşma geçti: Efendimiz ona “Ey Umeyr! Buraya niçin geldin?” dedi. O da “Oğlum elinizde esir. Bir iyilik edip onu bırakasınız diye geldim” dedi. “Boynundaki şu kılıç ne oluyor? Öyle kılıç olmaz olsun! Bedir’de bir fayda verdi mi?” dedi. Efendimiz tekrar “Bana doğru söyle! Buraya niçin geldin?” diye sordu. O da “Sadece bunun için geldim” dedi. Aldığı bu cevaplardan sonra Fahri Kâinat (s.a.v.) Efendimiz ona “Peki öyleyse Hicir’de Safvan ibni Ümeyye ile yaptığınız anlaşma neydi? Orada, Bedir’de kuyuya atılan kimselerden bahsettiniz. Sonra sen, borcum ve şu çocuklarım olmasaydı, gider Muhammed’i (s.a.v.) öldürürdüm, dedin. Safvan da borcunu ödemeyi, çocuklarına bakmayı üstlendi. Sen de kalkıp geldin. Fakat Allah yapmayı düşündüğün işe izin vermeyecektir” buyurdu. Umeyr bu bilgiler karşısında hayretler içerisinde kaldı. “Bu konuyu sadece Safvan’la ikimiz konuşmuştuk. Yanımızda başka biri yoktu. Vallahi, kesin olarak inandım ki sana bu haberi ancak Allah getirmiştir. Anlıyorum ki sen Resûlullah’sın. Müslüman olmam için beni sana gönderen Allah’a hamdolsun…” dedi. Peşinden kelime-i şehadet getirerek İslâm’la şereflendi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tabii ki Umeyr’i affetti.
Ama dikkat ettiniz mi; Efendimiz, Umeyr’in planları Allah tarafından kendisine bildirilmiş olmasına rağmen savunmasını/ifadesini aldı. İşte atladığımız bu iş bu kadar kutsal ve dokunulmaz. Karşı tarafı da dinleyeceğiz.
Sinan Özgenç'ın Yazısı.