Fahri Sarrafoğlu

Ümit Aktaş kimdir ?

1955 Erzincan  doğumlu. İTÜ Elektrik Mühendisliğinden mezun. Yazarın bugüne kadar Toplumsal Hareketlerde Yöntem, Anarşizm, Tarihin Devrimci Yüzü ve İslami Devrim, Düşünsel Yöntemler ve Toplumsal Hareketler, Osmanlı Çağı ve Sonrası, İslami Hareketin Vasıfları, İslami Hareket ve Yöntem, Okuma Serüveni, Akıl Aşk ve İslam, Cennetten Düşüş, Adem isimli kitaplı yayınlanmıştır. Halen Özgün İrade, Özgün Düşünce dergilerinde ve Özgün Duruş adlı haftalık gazetede yazılar yazmakta ve yöneticilik yapmaktadır.

Sizce Türkiye`nin en büyük meselesi nedir?

Türkiye`deki en önemli mesele, Kürt sorunu ve bunun etrafında ortaya çıkan toplumsal ve siyasal açmazlardır. Çünkü bu mesele, Türkiye`nin kuruluşu ve bu kuruluş ekseninde teşekkül etmiş olan yapısıyla ilgilidir. Ümmetçi bir bakıştan ulusalcı bir bakışa geçmek, sadece bir din tartışmasıyla sınırlı tutulamaz. Bu, aynı zamanda cihanşümul, çoğulcu, etnik ve dini ayrımcılığı aşmış bir bakış açısından, etnisiteye dayalı, tekil, ulusçu ve laik bir bakış açısına dönüş anlamına gelir. O zaman da yüzlerce yıl içerisinde oluşmuş bir kültür, siyaset ve din anlayışı bir kenara bırakılarak oluşturulmaya çalışılan yeni yapılanmanın kan uyuşmazlığı, toplumda derin çalkantılara yol açmakta ve toplumsal barış bir türlü tesis edilememektedir. Beri yandan bu, dahil olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği`nin evrenselci bakış açısıyla da uyuşmazlıklar içerisindedir. Kısacası büyük ölçüde dünyaya entegre olmuş ve çevresinde etkinleşmeye çalışan bir Türkiye ile 1920`lerin mantığı arasında içten içe ciddi bir çatışma sürmekte ve bu çatışma tüm toplumun kimyasını bozmaktadır.

Türk gençliğini kısaca değerlendirebilir misiniz? Sizce gençliğimiz nereden gelip nasıl bir misyon taşıdığını biliyor mu?

Gençliği de yukarıda söz ettiğim mülahazanın dışında tutamayız. Orada da bu hesaplaşma ve arayışın izlerini görmek mümkün. Beri yandan yeni kuşaklar giderek daha konforlu ve iletişim ekseninde şekillenen bir dünyada yaşamaktalar. Bu ise yine eski kuşaklarca ve ulusalcı kaygılarla dizayn edilmiş bir eğitim müfredatıyla genç kuşak arasında bir uyuşumsuzluğa yol açmakta. Bir yandan daha sorumsuz ama özgürlüğüne daha düşkün bir kuşak var karşımızda. Öbür yanda ise artan konforun karşılanma mecburiyetine karşı iş alanları giderek daralan bir ülkede yaşamanın zorlukları. Yeni kuşak özgürlüğünü, teknolojiye ve modernliğe karşı da bir özgürlük bağlamında düşünmemekte. Belki de düşünme alanlarının kısıtlanmışlığı, gençliği içinden çıkamadığı bir kısır döngüye düşürmekte ve onları modernizmin   bir avı haline getirmektedir.

Türk gençliğinin siyasete bakışı konusunda görüşleriniz nelerdir? Siyasetten uzak tepkisiz bir gençlik mi istiyoruz acaba?

Özellikle muhafazakâr toplumlarda gençlere karşı bariz bir güvensizlik ve gelenekçi bir eğilim vardır. Bu ise gençleri tüm karar alıcı ve eyleyici etkinliklerden uzak tutar.  Muhafazakâr iktidarlar, aslında bir yaşlılar iktidarıdır. Oysa doğru tutum, yaşa ve kuşağa bakmaksızın yetenek ve liyakate önem veren tutumdur. Bunun en güzel misali Peygamberimizin henüz 20 yaşındaki Üsame bin Zeyd`i ordu komutanı olarak atamasıdır. Onun bu kararı Ebubekir (r.a.) tarafından da, olanca muhalefete rağmen uygulanmıştır.

Ülkemizde gençlere hep bir engel çıkartılmış değil mi?

Türkiye`de de, özellikle yetmişli yıllardaki terör olayları bahanesiyle gençlik hareketleri kuşkuyla karşılanmış ve gençlerin kendilerini ifade etmelerinde önlerine hep belli engeller çıkarılmıştır. Hatta gençlerin siyasetten uzaklaştırılması için belli mizansenler de hazırlanmış ve topluma, bu sanki bir erdemmiş gibi sunulmuştur. Zaten siyasi partilerde, özellikle gençler ve kadınların etkisizliği, salt göreneksel bir tutum olmaktan öte, ucu yasal düzenlemelere dek dayanan engellemelerin bir sonucudur. Çünkü özellikle gençler devrimci, özgürlükçü ve değişimden yana olan eğilimleriyle, statüko yanlıları açısından hep bir sorun kaynağı olarak görülmüşlerdir.

Kuran`da Allah hiçbir zaman kadını ikinci plana atmadığı halde toplumumuzda kadın adeta ikinci planda tutuluyor... Bunun giderilmesi için kime ne görev düşüyor. Kadına pozitif ayırımcılık konusunda görüşleriniz nedir?

Osmanlı toplumu ve bu toplumun selefi olan toplumlar (Türk, Arap, Bizans) erkek egemen bir kültüre sahip oldukları için, Kuran her ne kadar temel anlamda bu kültürün kadınlar lehine değişimini amaçlamışsa da, sonuçta geleneksel eğilimler ağır basarak, kadınların toplumsal ve insani durumları erkek karşısında ikincilleştirilmiştir.

Bir kere temel anlamda şu kabul edilmelidir ki, hiç kimse kocasının ya da babasının kulu olmayıp, herkes doğrudan Allah`ın kuludur. Hiç kimse bu doğrudan kulluk ilişkisini kendi vesayeti altına alarak, Allah`ın kullarına karşı Rabb`laşamaz. Elbette ki birbirimize karşı sorumluluklarımız vardır ve müminler birbirlerinin velisidirler. Ama bu bir sorumluluk ilişkisidir, bir yükümlülük ilişkisi değil. İnsanların kulluk yükümlülüğü Allah`a karşıdır ve din yalnızca onun içindir.

Peki, Diyanet için ne diyebiliriz?

Diyanet İşleri`ne gelince, bu kurum topluma sadece bir din hizmetlisi sunma göreviyle kendisini sınırlı tutmaktadır. Bu belki de kuruluş amacıyla ilgili bir sorundur. Ama toplumun birçok kesimi değişip gelişmeye, özgürlük alanı kadar kurumsal standartlarını da yükseltmeye çalışırken, Diyanet o hantal yapısını değiştirme ve kuruluşunda kendisine biçilmiş olan mevzuatın dışına çıkma cesaretini gösterememektedir. Bu konuda -belki kötü bir örnek olacak ama- Kilisenin bile oldukça gerisindedir. İmamların toplumsal rolleri ise neredeyse sadece ölülere Kuran ve mevlit okumakla sınırlıdır. Oysa becerebilseler, toplumsal alandaki birçok sorun, eksiklik ve yetersizlik, dahası insanlar, onların bu sorunlara el atmalarına ve her şeyden önce bu sorunların farkına varmalarına oldukça muhtaç bulunmaktadırlar.


GENÇ'ın Yazısı.