Merve Karabulut


Sabahlarımızı karartmaya çalışanların hiç durmadan çalıştıkları dünyada, karanlığı aydınlatacak olan bizlerin bir şeyler yapması lazım. Alışmak zorunda bırakılmaya çalışıldığımız şu zamanda daha duyarlı olup olaylara o şekilde yaklaşacağız.

Komşumuz Suriye’de neler olduğuna hepimiz birlikte şahit olduk. Sınırda gördüğümüz o fotoğraflara yüreklerimiz zor dayandı. Biz o fotoğraflara dayanamazken kardeşlerimiz ateşin ortasında hayatta kalmaya çalıştı.

Süleyman Ragıp Yazıcılar ağabeyin sayesinde yurdumuzda tanıştığım çok tatlı bir mülteci aileden, beş yıl bu ateşin ortasında nasıl hayatta kaldıklarını ve büyük bir sabırla dayanıp o şekilde kurtulabilmeyi başardıklarını dinledim.

Bazılarımız hep onlar için şunu düşündü: “Neden vatanlarını terk edip geliyorlar? Neden savaşmıyorlar?” Bu sorunun cevabını onlardan bir kişiyi dinleyerek anlayabilirsiniz. Çünkü bende ancak bu şekilde tam olarak yaşadıklarını hissedebildim, hissetmeye çalıştım.

Tanıştığım kardeş ailemiz Suriye’de çok iyi şartlarda ve huzurlu bir şekilde yaşıyorlardı tıpkı bizler gibi. Ama o acımasız günler ne olduklarını anlamadan geldi ve onlar kendilerini savaşın ortasında buldular. Savaş şartları yüzünden evlerini terk edip bir bodrum kata sığınmak zorunda kaldılar. Beş yıl boyunca bir bardak suyu bulamadıkları zamanlar olmuş. Oraya ulaşan yiyecekleri ve kıyafetleri para veya başka kötü şeyler karşılığında halka verdikleri için ailemiz bunları asla almamış. Hepimizin sofraları dolu doluyken anlamamız belki biraz zor ama kardeşlerimiz azıcık bir bulgurla, bazen küçük bir ekmek parçasıyla karınlarını doyurmaya çalışmış...

Hayatında elini sıcak sudan soğuk suya dokundurmayan anne, yeri gelmiş eşinin bacağındaki kurşunları eliyle çıkarmış. O güzel iki kızını dışarıdaki bütün o iğrençliklerden korumaya çalışan, küçücük oğlu “Süt istiyorum” diye ağladığında yapacak bir şeyi olmayan ve çocukları yemek istediğinde “Sabır, sabır, sabır…” diyen bir anne düşünün...

Öyle bir yer düşünün ki ölenleri defnecek kadar bir toprak parçası yok. Sanki bir fanusun içerisindesiniz ve oraya sıkışıp kalmışsınız gibi. O daracık alanda, hiçbir imkân verilmeden ve ölümle her an yüz yüze olduğunuz bir yer…

O yürekli anne ve baba, evlatlarının geleceği için bütün mal varlıklarını vererek vatanlarını terk etmek zorunda kaldılar. Hem de kendi ülkelerinde vatan haini damgası yiyerek. Sanki başka bir şansları varmış gibi, sanki orada bir insan muamelesi görerek yaşayabileceklermiş gibi. Her şeyi göze alarak, vatanlarının hasretini yüreklerinde taşıyarak yeni bir umudun ışığı olan Türkiye’ye doğru yola çıktılar. Sabiha Gökçen Havaalanı’na vardıklarında savaşın soğuk ve acımasız yüzü onlar için geride kaldı. Burada da her şey kolay olmadı tabii ki. Ama onlar bundan asla şikâyet etmiyorlar. Aksine dillerinde hep şükür. Ev ve işi bir şekilde yardımsever insanlarımız sayesinde yoluna koymuşlar. Allah böyle kişilerin sayısını arttırsın. Aileyi dinlerken beni en çok üzen şu oldu: Camiden çıktığında selam veren, konuşmak için insanların yanına giden ve komşularıyla iletişim kurmaya çalışan mülteci ailemize yokmuş gibi davranıp, Suriyeli diye onlarla konuşmayan hatta kaçan insanlar olmuş. Tek bir gülümsememize ihtiyacı olan misafirlerimize bunu çok görmek ne büyük bir haksızlıktır.

”Vatanınız Cennet Gibi”

”Vatanınız cennet gibi” diyorlar. Bizler o cennetin içinde olduğumuzu ne kadar farkındayız bunu kestirmek güç. Ama onların dualarında hep Türkiye var. Elleri hep “Mazlumların yanında olan Türkiye’yi sen koru Allah’ım” diye kalkıyor duaya. Asla Suriye’deki günlerini unutmuyorlar. Kurtulduklarına seviniyorlar fakat doğdukları, büyüdükleri şehri, evlerini terk etmek zorunda kaldıkları için de buruk bir sevinç var gözlerinde. Evlatlarını, canlarını kurtardılar ama yürekleri vatanlarında kaldı.

Sınırda kurtulan diğer aileleri, çocukları gördük her birimiz. Vicdanın en güzel örneğiydi o masum yürekler. O Halepli çocuklara bakın. Gözleri ışıl ışıldı hepsinin. Kim bilir belki de bir gün vatanlarına geri dönecekler ve bu çektikleri acıların hesabını soracaklar.

O çocuklar ki kafeslerini ellerinde taşıyarak geldiler umut ışığı olan bu ülkeye. Çünkü kuşlarını geride bırakmayanların şehriydi Halep.

Onlara bu acıları çektirenler bizi de onlardan farklı görmüyor. Aynısını ve hatta belki daha fazlasını yapmak için sırada bekliyorlar. 15 Temmuz günü Suriyeli mülteci kardeşlerimizin dualarında hep Türkiye vardı. Yaklaşık beş bin Suriyeli mülteci kardeşimizin dualarının bereketini o gece görmediğimizi kim iddia edebilir.

O gece dört bir yanda cesaret örnekleri sergilendi.

O gece büyük bir destan yazıldı. Mazlumların duaları ve milletimizin irfanı o gece vatanımızı kurtardı.

15 Temmuz’da bu ülkeyi yıkmayı başaramayanların artık kaybedecek bir şeyi kalmadı.

Bu da her zamankinden daha dikkatli olmamız ve asıl şimdi daha güçlü olmamız gerektiğini gösteriyor.

Biliyoruz ki O Gece Muazzedir, Mukaddestir...

Türkiye’de her gün bir yerlerde patlayan bombalar yüreğimize bir alev topu gibi düşüyor. Bu karışıklıktan faydalanmak isteyen bazı kesimler İslam’ı ve Müslümanları kötülemek için yarışa geçmiş durumda. Anlamadıkları bir şey var ki o da şu: Ölen her insan bizim canımız, bizim insanımız. Reina, halk otobüsü, cami, cemevi fark etmez. Ölen biziz, ölen merhamet, ölen insanlık.

Yeni yıla girmeden önce sosyal medyada sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi, sanki içimiz hiç kanamamış gibi “2016 yılı güzeldi, 2017 daha güzel olsun” yazanlar Müslüman kardeşlerinin alnından akan kanları görmediler mi? Göreceğiz, görmeliyiz. Çünkü şehitlerimize vefa borcumuz var bizlerin.

2016 yılındaki yüreği yanan anaları, bizlere unutturmaya yetmez güçleri. Her birimizin içine kazındı 2016 yılının şanlı gençliği, aziz milletin şahlanışı. Biliyoruz ki o gece muazzamdır, muazzezdir, mukaddestir. 2017 yılına bizi eksilterek, canımızdan can alarak başlamak elbette boşuna değil. Mesaj açık ve net. Kaybedecek bir şeyi olmayanların gözünde tek bir şey var artık. O da mazlumların yanında olan Türkiye’yi yıkmaktır, yükselerek giden Türkiye’yi düşürmektir. Bu milletin irfanı hedeflerini boşa çıkaracak Allah’ın izniyle.

15 Temmuz günü elhamdülillah izin vermedik hainlerimizin ülkemizi çiğnemelerine. 2017 sabahını, bizi üzerek başlatanların bir mesajı var sanıyorum ki bizlere... Avrupa`da yükselen Türk-Müslüman karşıtlığı da bunun devamı. Öyleyse pencerelerimizi kapatmayalım... Peyami Safa`nın dediği gibi: “Memleketin manevi havasını tazelemek lazım. Pencereleri ardına kadar açalım. Zehirleniyoruz.”
 


GENÇ'ın Yazısı.