Bilal Gündoğdu

Bu satırları yazmaya Mogadişu Havalimanı’nda başlıyorum. 16 günlük Somali ziyaretimiz bugün sona eriyor. Ben de rötar yapan uçağımızdan bulduğum vakitle başlıyorum klavyemin tuşlarını dövmeye. Somali krizini, ziyaretimizi, yardım faaliyetlerimizi, Türkiye’nin bölgedeki etkisini ve beni etkileyen yaşanmışlıkları sizlere aktarmaya, tarihe not düşmeye çalışacağım.

 


2011 sonrası Somali’de baş gösteren insani krizle, ilk defa İHH’da Basın Birimi’nde haber hazırlarken karşılaşmıştım. Bölgeye kriz tespiti için gelen abilerimizin hem bölge hakkındaki raporlarını hem de yapmış oldukları acil yardımları haberleştiriyordum. Çok değil bundan bir ay öncesinden bahsediyorum en fazla. O zaman hiç aklıma gelmemişti benim de bu kriz üzerine bölgeye gelebileceğim ve bu kadar uzun süre buranın havasını soluyabileceğim. Somali yolculuğunun çok kısa sürede planlandığını ve bu söylentinin gerçek mi olduğuna daha karar veremeden kendimi Somali’ye yol alan THY uçağında bulduğumu belirtmiş olayım. Hem bölgedeki krize dair haberler yapmak hem de İHH’nın bölgedeki çalışmalarını dünyaya aktarabilmek üzere bu göreve çıkmıştım. İHH’nın Somali’ye verdiği öneme baktığımda sorumluluğumun bir o kadar daha arttığını müşahede etmiştim. Hakkını vermeliydim, Somali’nin dramını en azından kendi insanımıza anlatabilmeliydim.


İstanbul Otel’in İlk Misafirleri

Cibuti aktarmalı 8 saatlik bir uçuşun ardından başkent Mogadişu’ya varıyoruz. Havalimanında, her yerimize doluşan bir sıcaklık karşılıyor elbette bizi. Çok fazla bekletilmeden ayrılıyoruz limandan. Somali’de ekseriyetle yollar çok kötü. Arabaların tekerleri bu koca taşlı yollara nasıl dayanıyor aklım hâlâ almıyor. İstikametimiz, İHH’nın buradaki partner kuruluşu olan Zemzem Vakfı’na hediye ettiği İstanbul Otel oluyor. Henüz açılışı yapılmayan otelin ilk misafirleriyiz.


 Somali’de İhvan Halkası

Yerleştikten kısa bir süre sonra başkentteki hastaneleri ziyaret etmek üzere ayrılıyoruz otelden. İlk durağımız Arap Doktorlar Birliği’ne bağlı Mısır Hastanesi oluyor. Hastanede şartlar oldukça kötü. Ya da kötünün iyisi! Birlikte gezdiğimiz AID Uluslararası Doktorlar Birliği ekibi, buranın puanını öyle not düşüyor en azından not defterlerine. Hastaneden ayrılırken bahçedeki mescitte gördüğüm İhvan halkası beni benden alıyor, derinlere dalıyorum. Epey derinlere… Ülkeleri işgal altındaki Mısırlı güzel yürekli adamlar ne anlatmış ola ki bize bu lisanı halleri ile?

 


Mogadişu’daki Mini Türkiye

Daha sonra ise TİKA’nın sonar teknolojisi ile ışıklandırdığı yolları aşarak Türk Hastanesi’ne gidiyoruz. Hastane avlusuna girmeden önce epey bir güvenlik kontrolü oluyor. Avluya girer girmez kendimizi Cerrahpaşa Kampüsü’nde zannediyoruz. Ortam, yollar, parklar vs. her biri bize Türkiye’deyiz hissi uyandırıyor. Hastane binası ise Somali şartlarına göre son derece iyi. Kalite, Türkiye standartlarından aşağı değil. Epey gururlanıyoruz, epey… Başhekim bize hastaneyi gezdiriyor. 76 Türk personelli hastaneyi gezerken binada Türkçe konuşulduğuna şahitlik ediyoruz. Hastane levhalarından tutun da ‘Haydi Çocuklar Aşıya’ reklamına kadar her şey memleketçe. Evimizde gibiyiz. Başhekim, krizin yaşandığı bölgeye epey ilaç göndermeye çalıştıklarını anlatıyor. Doktor Bey, konuşmasının devamında acı acı Birleşmiş Milletler’in güvenlik gerekçesi ile yardımları ancak 10 gün sonra bölgeye ulaştırabildiğini anlatıyor. Yani anlayacağınız emperyalizm burada da son derece tıkırında işliyor: Ne öldürüyor ne yaşatıyor!


 Bol Tefekkürlü Beydava Uçuşu

Ertesi sabah yine Mogadişu havalimanındayız. Sinir bozucu birçok güvenlik kontrolünün ardından kendimizi pırpır denen uçakta buluyoruz. Uçağa binerken bana yer kalmadığını düşünüyorum. Meğer numaralı değilmiş koltuklar. İsteyen istediği yere oturuyormuş. Neyse ki uçağın en arkasında tek kişilik bir koltuk buluyorum kendime. Hem de cam kenarı. Sevdim bu uçağı. Uçağımız, hiçbir prosedür olmadan direk uçmaya başlıyor. Ve Somali semalarını bu defa alçak uçuşla seyre dalıyoruz. Bulutların içinden geçiyor, nice çölleri ardımızda bırakıyoruz ve bol tefekkürlü bir uçuşun ardından Beydava Havalimanı’na ulaşıyoruz. Orada bizi Bay Eyaleti Özerk Yönetimi yetkilileri karşılıyor. Krizden sorumlu bir yetkiliyle meseleler üzerine epey röportaj yapıyoruz. Daha sonra oradan da ayrılıyoruz ve kriz bölgesi olan Beydava’daki otelimize yerleşiyoruz.

 

 
Doktor Bulamayan Annenin Hayali

Beydava’da 10 gün geçiriyoruz. Her sabah su dağıtımına çıkıyor, öğlen otelde dinleniyor akşama da gıda dağıtımına gidiyoruz. İşlerin arasındaki dinlenmelerde bir önceki faaliyetten çıkardığım haberleri hazırlayarak ve videoları montajlayarak İstanbul’a iletiyorum. Yoğun ve yorucu geçen günler, 10 günün nasıl bittiğini hissettirmiyor bile bize. -Yemek konusundaki hastalığım olan seçicilikten de kurtulabilirsem bir önceki cümlede attığım sloganın cidden hakkını vermiş olacağım.- Biz, bir yandan acil yardımlar kapsamında gıda ve su dağıtırken yaklaşık 2 senedir bölgede bulunan diğer İHH ekibimiz de derin su kuyusu çalışmalarına hız katarak hummalı bir çalışma yürütüyor. Biz de, yeri geliyor dağıtımları kayda alıyoruz, yeri geliyor su kuyusu çalışmalarına katılıyoruz. Beydava’da bulunan Bay Hastanesi’ne ulaştığımızda gördüğümüz durum ise içler acısı… Kameramızı açıyoruz ve şu ibret dolu hikâyeye şahitlik ediyoruz;

32 yaşında bir kadın, adı Havva. 2 evladı da yetersiz beslenmeden dolayı hastanede kalmak zorunda. Bu sebepten dolayı evini barkını bırakıyor ve 90 kilometrelik yolu tek başına aşıyor. Havva’nın tüm dünyadan yardım beklemesinin yanı sıra 2 kız evladı için de müthiş hayalleri var. İşte, Havva annenin anlattıkları:

“Adım Havva Ali Abdi. 32 yaşındayım. Burada 2 kız çocuğumla birlikte tedavi oluyoruz. 2 yaşındaki kızımın adı Nefise diğer 5 aylık kızımın adı ise Raho. 90 kilometre uzaklıktaki Bili-Eli’den iki kızımla birlikte buradaki Beydava Hastanesi’ne geldik. Tüm dünyadan bize uzanacak bir yardım eli bekliyoruz.

Çocuklarımda açlığa bağlı beslenme geriliği var zaten o yüzden hastaneye tedavi olmaya geldik. Evlatlarımın büyüdüklerinde doktor ve öğretmen olmasını istiyorum. Özellikle bir evladımın doktor olmasını istememin sebebi de şu: Biz burada günlerdir tedavi olmaya çalışıyoruz lakin hastanede sadece iki doktor var. Dolayısı ile yeterli hizmet alamıyoruz. Evladımın biri büyüdüğünde doktor olsun ki onun gibi hasta çocuklar doktorsuz kalmasın.” 

 Kara Kıtanın Talihi Değişir mi?

Gezdiğimiz hastane ve kampların nice Havva’larla dolu olduğunu bilmek ne kadar acı. Hastalığa tutulanların ‘hastane diye bir şey’i bilmemesi de cabası. Özellikle kamplardaki Hacerlerin İsmaillerine su bulabilmek için nice yolları aşmak zorunda bırakıldığını bilmek…

Bizim burada bulunduğumuz süre zarfında İHH, 100 bini aşkın mağdura su ve gıda ulaştırdı. Biz de buna şahitlik ettik. Şu an burada İHH’nın 3. Acil Yardım Ekibi bulunuyor. Onlar da inşallah necip milletimizin yardımlarını Somali halkına ulaştıracaklar. Ülkemizde hohlaya hohlaya erittiğimiz buz dağları gibi buradaki kuyuları da Rabbimizin izni ile gerekirse iğneyle kazacağız ve günün birinde kara kıtanın makûs talihi değişecek evelallah!


Somali Ölürse, İnsanlık Kurur!

Yazımın sonuna gelirken altın kafese konan kuş misali illa da vatanım diyerek, memleket hasretinin bir başka olduğunu ayrıca belirtmek istiyorum. Ve ayrıca çekmiş olduğumuz video klibinde ekip başı abimiz Yusuf Avcı’nın vurguladığı “Somali ölmesin, insanlık kurumasın” çağrısını yineleyerek havalimanında başladığım yazıya yine burada son veriyorum.

Buraya uçağını dahi göndermeyen Batı’ya atfen kısa bir dua ile son nokta:

Somali’mizi, asırlar sonra kıtalar dolaşan Ebu Cehillerden kurtar Allah’ım!

 

Fotoğraflar: Bilal Gündoğdu

 

 

 

 


GENÇ'ın Yazısı.