Av da İçinde Avcı da!
İnsanda hangi güzellik varsa, etrafında o güzelliği kıskanan, o güzelliği karartmak isteyen, çamur ile kirletmek isteyen hep olacaktır. Sendeki var olan güzellik her ne ise onu korumakla işe başlaman gerekir.
Bir hikâye kurgulanırken iyi ve kötü aynı anda gelip başlarını yaslarlar kelimelere.
Kalbiniz bir ceylan tasvir etmeye başladığında, aklınız bir taşın ardına bir aslanı yerleştiriverir. Siz daha farkına varmadan olur bu. Bir şair güzel bir ırmakla başlasa şiirine, başka bir mısrada bir çocuk kollarını sallayıp çırpınmaya başlar. Bir öyküye umutla başlasa öykücü, başka bir öyküde uçurumun ucundaki bir taş kımıldar.
Bir yazar tüm bunları aşıp sadece iyiliğin olduğu elma bahçelerinden bahsetse, bu kez de okuyucu eliyle başını tutup kurtlar nerede, balta nerede, yıldırım nerede diye sormaya başlar.
Bu hep böyledir. Avın olduğu her yerde avcı, avcının olduğu her yerde bir av muhakkak olacaktır. “Ne güzel geziyorsun ceylan” diye başlamayacaktır hiçbir türkü. “Gezme ceylan” diye yalvaracaktır sazı eline alan.
“Rabbini sabah ve akşam an!” ikazı da bize her hikayenin iki ucunun olduğunu fısıldamaktadır. Sabah ve akşam, doğarken ve batarken, varlıkta ve yoklukta, hastayken ve sağlıklıyken Rabbini unutma demektir bu.
Kıssaların en güzeli olarak anılan Yusuf kıssası da tüm uç noktaların düğüm yerindedir. Bu kıssa; av ve avcı, kuyu ve saray, iniş ve çıkış, kölelik ve özgürlük, nefs ve irade gibi uç noktaların ortasına bir sigorta görevi görsün diye yerleştirilmiş gibidir.
İnsanın aşk gibi ulvi bir duyguya kapıldığında düşebileceği hataları anlatırken bu hataların karşısına güçlü bir iradeyi ve Allah’ın yardımını yerleştirmiştir. Aşkın cüretinin karşısında iradenin gücü vardır.
Kıssa ayrıca bir düş yorumlama kıssasıdır da. Rüyanın karşısında uyanıklık vardır. Düşü yorumlamak için uyanık olmak gerekir. Yusuf’un gördüğü düşü, Yakub’un gördüğü düşü, Kral’ın gördüğü düşü… Uyanık kalpler yorumlayabilir ancak.
Aşk da bir düş gibidir. Onu yorumlamak için de uyanık olmak gerekir. Kalbin düşünü akıl yorumlar, aklın düşe katılmamasını irade sağlar, iradenin uyanık olması ise insanın gayretine ve Allah’ın yardımına bağlıdır. Yoksa ne Peygamber olan Yusuf “kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara eğilim gösterir, cahillerden olurum” diye dua ederdi, ne de Rabbimiz “Rabbinin açık delilini görmeseydi o da ona kurmuş gitmişti” buyururdu. İradenin güçlü olması için duanın ve inayetin önemine vurgudur bu.
İnsanın iradesi, karşılaştığı olaylar karşısındaki tutumu ile şekillenir, ailemiz, yetiştiğimiz ortam, zaaflarımız, hepsi birer etkendir. Hz. Yusuf’un ona meyl eden bir kadına hayır diyebilmesini kolaylaştıran iradesi de başından geçen olaylar sayesinde çelikleşip, haslaşmıştır.
Yusuf’un kıskanılan güzelliği bir kuru yüz güzelliği değildi elbette. İnsanda hangi güzellik varsa, etrafında o güzelliği kıskanan, o güzelliği karartmak isteyen, çamur ile kirletmek isteyen hep olacaktır. Sendeki var olan güzellik her ne ise onu korumakla işe başlaman gerekir. Bu karartmalara karşı onu koruman, onu eksiltmek isteyenlere karşı tetikte olman iradenin güçlenmesi yolunda ilk basamaklardandır. İçinde ışıldayan iyiliği yahut merhameti değersizmiş gibi gösterenlere “aman canım sen de” diyenlere meyl etmeden, o güzelliği sönmek üzere olan bir köze üfler gibi diri tutmaya çalışmaktır en büyük meselelerden biri.
Yusuf’un kuyuya atılıp, kardeşlerinin haksızlığına uğraması da iradesini güçlendiren sebeplerdendir. İnsanlar sana haksızlık ettiğinde Yusuf gibi kuyunun dibinde kendinle baş başa kalırsın. Dünyada iyilik kadar kötülüğün de olduğunu en çabuk idrak edenlerdir düşenler. Kalkabilmek için düşüşün ağrısı elzemdir. Kötülüğün sakat bıraktığı varlık çığlık atmazsa; iyiliğin şifalı elleri tedavi için kalkıp gelmeyecektir.
Düştüğün yer seni hem kendine hem de ilahi makama yaklaştırır. Aciz kaldığın ve haksızlığa uğradığın anda sabretmek, isyan etmemek iradeyi, “ilahi yardıma” açık hale getirir.
Yusuf gibi kuyudan çıkıp, esir pazarına varmak, haksızlıktan haksızlığa geçmek de vardır işin sonunda. Bu da sabrın sınanmasıdır. Haksızlıklar karşısında susmaya sabır denmez, sabır bir yönüyle de hakikat karşısında istikrarlı olmak demektir. İstikrarlı bir şekilde yürümek ve dirilmek… Yaşadığımız çağ da böyle bir çağdır. İnsanı kuyudan pazara, pazardan çukura, çukurdan hapse sürükler durur. İyi ve kötü arasındaki ayrımı kaldırarak insana düştüğünü unutturur. Çığlığını elinden alır. İradesini yutar. Düşünmeyen, sorgulamayan sadece para harcayan bir insan amaçlar. Yusuf bir kere alınıp satıldıysa, modern insan bin kere alınıp satılır bu çağda. Ama yine de Hz. Yusuf’un tavrını model alması, en azından duruşu ve rahatsızlığı ile o pazara ait olmadığını bildirmesi uyanık olduğunu gösterir. Sirkülasyona kapılmadan modern köle pazarlarına ait olmadığının bilincinde olmak ve kendini bırakmamak da iradenin hâlâ elimizde olduğunun bir göstergesidir.
Başta da dediğimiz gibi ceylan varsa avcı da var, güzel varsa çirkin de var insanın kendi yol hikayesinde. İnsan tüm uçları içinde taşır. Av da kendisidir çoğu zaman avcı da. Batan da kendisidir doğan da. Aşk büyülü bir düşken, cüreti ile insanı rüsva da eder, cehenneme de gönderir. Beyaz bir gömlek gibiyken irademiz, üzerine avın kanı da bulaşır, avcının tırnaklarının izi de. Aynı gömleğin gözleri açan bir şifaya da dönüşebildiğini ise ancak hikayenin sonunu getirenler görebilecektir.
Ayşegül Genç'ın Yazısı.