Tahran`dan İstanbul`a Dönüş
Bu yolculuk bana asıl meselenin insanın hayallerini gerçekleştirecek cesarete sahip olması gerektiğini öğretmişti. Artık açılması zor bir çok kapıyı hayallerimin peşinden giderek açabileceğime daha çok inanıyordum.
Rehberim Sultan ve İran’a geçişimi organize eden kaçakçıdan ayrılıp Pakistan sınır kapısına doğru yürümeye başladım. Önünde durduğum kapılar tek tek açılıyor, kimse bana bir şey sormuyordu. Ortada gerçekten ilginç bir durum vardı. Bir taraftan şaşkınlığımı gizlemeye çalışıyor, diğer taraftan da her şeyin bu denli kolay olmasına içten içe seviniyordum. Pakistan tarafındaki son kapıyı da geçtikten sonra İran tarafına doğru yürümeye başladım. İranlı bir asker önünde durduğum sınır kapısını açtı. O da Pakistan askerleri gibi hiçbir şey sormadı. Sırtımdaki çantamla yürümeye devam ediyor, askerlerin oldukları kabinlerin önünden geçerken kimse üzerimi aramıyordu. Bir 100 dolar bana Pakistan-İran sınırındaki tüm kapıları açmıştı. Sultan’ın Pakistan’dan-İran’a geçiş konusunda niçin bu denli rahat olduğunu şu an daha iyi anlıyordum. Son sınır kapısını da geçip İran’a girdiğimde güneş yavaş yavaş batmaya başlamıştı. Artık özgürdüm... Bundan sonra yakalanma korkusu taşımayacak, özgür bir şekilde sokaklarda dolaşabilecektim. Kaçaklığın tedirginliğini de bir yük gibi üzerimden atmış ve rahatlamıştım.
Hesapların Üzerindeki Hesap
İran sınır kapısından uzaklaşırken etraf iyice kararmaya başlamıştı. Sağda solda sınırı yeni geçmiş Belucilerle karşılaşıyordum. Bu arada Zahedan’a gitmek için araba aramaya başladım. Bir kaç şoförle konuştuktan sonra beni Sistan-Belucistan Eyaleti’nin başkenti olan Zahedan’a götürecek bir araba buldum. Arabanın şoförüyle anlaşıp yola koyulduk. Araba Zahedan’a doğru yol alırken arabanın radyosundan birbirinden güzel Farsça müzikler çalıyordu. Bu güzel müzikleri dinlerken aklıma haftalar önce İran-Pakistan sınırında yaşadıklarım geldi. Sınırı geçmeye çalışırken yakalandığımız Pakistan askerleri eğer bizi serbest bırakmasalardı Afgan dağlarına ulaşmak için çıkılan bu maceralı yolculuk çok daha farklı sonlanabilir, ben de şu an birbirinden güzel Farsça müziklerinin çaldığı bu arabanın içinde olmayabilirdim. İnsan hangi planı kurarsa kursun, hangi hesabı yaparsa yapsın hesapların üzerinde gerçekten bir de Allah’ın hesabı vardı.
Tacik Kaçakçı’nın Evinde
Zahedan’a girdikten sonra şoföre beni Mescidi Mekki yakınlarında bir yere bırakmasını söyledim. Beni daha önce Zahedan’da evinde misafir eden Tacik kaçakçının kapısını çalacak, eğer evdeyse bu geceyi onda geçirecektim. Mescidi Mekki yakınlarında arabadan inip dar ve karışık sokaklar arasında dolaşarak kaçakçının evini aradım. Sonunda evi bulmuştum. Kapıyı çaldım. Kapıyı açan Tacik kaçakçı beni görünce bir hayli şaşırdı. Defalarca bana sarılıp beni tekrar gördüğü için mutlu olduğunu söyledi. Hemen bana yemek hazırlattı ve aramızda sohbet etmeye başladık. Bana ne yapmayı düşündüğümü sorunca ben de yarın ilk otobüsle Tahran’a, Tahran’dan da uçakla İstanbul’a gitmeyi düşündüğümü söyledim. O ise yanında birkaç gün daha kalmam için ısrar ediyordu. Fakat ben kararımı vermiştim. Bir an önce İstanbul’a ulaşıp Afganistan’da gerçekleştirdiğim röportajları gazetede yayınlamak istiyordum. Tacik kaçakçıya bana Tahran’a gitmem için bir otobüs bileti ayarlamasını söyledim. Birkaç yeri aradıktan sonra yarın ikindi vakti yola çıkabileceğimi haber verdi.
Zahedan’da Şehir Turu
Sabahleyin erkenden kalkıp kahvaltı yaptıktan sonra kendimi Zahedan sokaklarına attım. Otobüsün hareket edeceği vakte kadar Zahedan sokaklarını gezecektim. Ayrıca özgürlüğün, serbestçe dolaşmanın tadını çıkarmak, uzun uzun şehrin sokaklarında yürümek istiyordum.
Sabahleyin erkenden kalkıp kahvaltı yaptıktan sonra kendimi Zahedan sokaklarına attım. Otobüsün hareket edeceği vakte kadar Zahedan sokaklarını gezecektim. Ayrıca özgürlüğün, serbestçe dolaşmanın tadını çıkarmak, uzun uzun şehrin sokaklarında yürümek istiyordum. Zahedan bıraktığım gibiydi. Her taraf yine sessizliğe bürünmüştü. Hatta sokaklarda yürürken kendi adımlarımın sessizliği yırtan hışırtılarını bile duyabiliyordum. Saat üçe kadar şehri altüst ettim. Zahedan’ın meydanlarında uzun uzun oturmuş, şehirdeki tek hareketli yer olan eski çarşıyı da gezmiştim. Şehirden ayrılış vaktim yaklaşınca tekrar Tacik kaçakçının evine geri döndüm. Sonra da Tacik kaçakçıyla birlikte otobüs terminaline gittik. Otobüs normal saatinden iki saat geç hareket edince uzun uzun otobüs terminalinde beklemek zorunda kaldık. Sonunda tüm yolcular gibi benim de büyük bir sabırla beklediğim otobüs geldi ve Tacik kaçakçıyla vedalaşıp Tahran’a doğru yola çıktım.
İranlı Azeri Genci Azad
Uzun ve yorucu bir otobüs yolculuğunun ardından Tahran’a ulaşmıştım. Gece İstanbul’a uçacağım için içimde büyük bir heyecan vardı. İstanbul’u çok seviyordum ve nereye gidersem gideyim içimde mutlaka bir İstanbul özlemi olurdu. Dönüş günüm yaklaşınca sanki hayatımda ilk defa İstanbul’u görecekmişim gibi heyecanlanıyordum. Özellikle Boğaz Köprüsü’nden geçerken kendimi adeta bir şiirin içinden geçiyormuş gibi hissediyordum. İnşallah bu gece İstanbul’da olacak, çok sevdiğim şehrime kavuşacaktım.
Tahran’a sabah indiğim için bugünümü iyi bir Tahran gezisiyle değerlendirebilirdim. Otogardaki taksi şoförlerinden biriyle anlaşıp beni şehir merkezine götürmesini söyledim. Tahran trafiği yine berbattı. Şehir merkezine yaklaştıkça ilerlemekte daha da zorlanıyorduk. Trafik iyice kilitlenince ben de şehir merkezine yakın rastgele bir yerde indim. Azeri olduğunu tahmin ettiğim 24-25 yaşlarında bir gence şehir merkezine yürüyerek nasıl gidebileceğimi sordum. Bir taraftan bana şehir merkezini tarif ediyor diğer taraftan da isminin Azad olduğunu öğrendiğim gençle Tahran sokaklarında yürüyorduk. Azad’la iyice samimi olmaya başlamıştık. Gece İstanbul’a döneceğimi söyleyince yolculuk vaktine kadar Tahran’ı birlikte gezebileceğimizi, istersem bana arkadaşlık yapabileceğini söyledi. Ben de içtenliği nedeniyle hemen kanımın ısındığı Azad’ın bu teklifini kabul ettim.
Azad’la Baştan Aşağı Tahran
Azad’la önce bir minibüse binip evlerinin önündeki arabasını almak için oturdukları mahalleye gittik. Gittiğimiz mahalle İran’ın Kuzeyinde daha çok fakir ve orta gelirlilerin oturdukları bir mahalleydi. Azad’ın en ucuzundan olan arabasına binip Tahran’ı gezmeye başladık. Güney Tahran’ın fakir ve arka sokaklarında başlayan Tahran turumuz Kuzey Tahran’ın zengin mahallelerinde devam etti. Daha sonra bize Azad’ın amcaoğlu da katıldı. Birlikte uzun uzun Tahran’ın çay ocaklarında oturup sohbet ettik. Azad da amcaoğlu da İran rejimini sevmiyor, Mollaların İran halkına mutsuzluktan başka bir şey vermediklerini söylüyordu. İranlı bir çok genç gibi onlar da Türkiye’ye gelme hayalleri kuruyorlardı. İkisine de din hakkında ne düşündüklerini sorduğumda dinle herhangi bir problemlerinin olmadığını; fakat din adına yapılan saçma sapan uygulamalara, baskı ve istismarlara karşı çıktıklarını söylediler. Yezid’i Seviyor musun? Tahran turumuzu tamamladıktan sonra Azad’ın ailesiyle tanışmak için evlerine gittik. Azad’ın ailesi de kendi gibi sıcak ve içten bir aileydi. Anne ve babası bana son derece misafirperver davranıyor ve sık sık Türkiye ile ilgili sorular soruyorlardı. İran’da uydu kanalları yasak olsa da bir çok İranlı gibi Azadların evinde de uyku kanalları seyrediliyor, İranlılar ülkedeki yasakları çiğnemek için adeta birbirleriyle yarışıyorlardı. Sohbet ederken Azad bir ara bana hangi mezhepten olduğumu sordu. Sünni olduğumu söyleyince bu sefer Yezid’i sevip sevmediğimi öğrenmek istedi. Ben de ona Hz. Hüseyin Efendimizi en az kendisi kadar sevdiğimi, Hz. Hüseyin Efendimizi katleden birini sadece benim değil; hiçbir Sünni’nin sevemeyeceğini söyledim. Bu söylediklerim Azad’ın zihnindeki bazı ön yargıların yıkılmasına da neden oluyordu. Azad’la uzun uzun Şiilik ve Sünnilik üzerine konuştuk. Ben onun Sünnilik hakkında sorduğu soruları cevaplarken o da benim Şiilik hakkında sorduğum soruları cevaplıyordu. Azad en sonunda “Benim için önemli olan insanlık. İster Sünni, istersen de Şii ol. Ama önce iyi bir insan ol” dedi.
Ver Elini İstanbul…
Gece geç saatlere kadar Azad ve ailesiyle sohbet ettik. Bu tür aile ziyaretleri gezdiğim ülkeleri daha iyi anlamamam için kaçırılmaz bir fırsattı. Doğu’nun bu yönünü çok seviyordum. Sokaklarda tanıştığınız insanlar evlerinin kapılarının yanında gönüllerini de ardına kadar size açıyorlardı. İnsanlık her şeye rağmen dipdiri bir şekilde Doğu’da yaşamaya devam ediyordu. Azad’ın ailesiyle öyle güzel bir sohbete dalmıştık ki eğer Azad uyarmasaydı uçuş saatinin iyice yaklaştığını fark edemeyecektim. Hemen alelacele havaalanına gitmek için yola çıktık. Beni yol etmeye sadece Azad değil; Azad’ın eniştesi ve amcaoğlu da gelmişti. Birbirimizle vedalaştıktan sonra uçağa doğru yürümeye başladım. Artık adım adım hayatımın sonuna kadar unutamayacağım bu müthiş yolculuğun sonuna yaklaşıyordum. İstanbul’dan yola çıkarken bir belirsizliğe doğru hareket etsem de pes etmemiş ve rüya gibi, macera dolu bir yolculuk gerçekleştirmiştim. Bu yolculuk bana asıl meselenin insanın hayallerini gerçekleştirecek cesarete sahip olması gerektiğini öğretmişti. Artık açılması zor bir çok kapıyı hayallerimin peşinden giderek açabileceğime daha çok inanıyordum. Bindiğim uçak Tahran İmam Humeyni Havaalanı’ndan İstanbul’a doğru havalanırken işte bunları düşünüyor, yapacağım yeni yolculuklar için şimdiden hayaller kuruyordum.
Adem Özköse'ın Yazısı.