Tefekkür Kulesinden Hakikat Arayışına
Yunus Emre Tozal
“Cemil Meriç kimden yanaydı?” tarzında, Meriç’i herhangi bir akımla kendisine yakınlaştırmaya çabalayan bir soru, şüphesiz Cemil Meriç’e yapılan en büyük zulüm olur. Çünkü Cemil Meriç hakikatin tarafındaydı.
Cemil Meriç’in ismini duyunca, gözlükleri ile kitaba epey yakınlaşmış hali gelir zihnime; kitaba yaklaşmış; okuduklarından etkilenmiş bir adam; işte o görüntü bir an önce okuduğum kitaba dönmeyi heves ettirir adeta. Kitaba dönmek ve kitapla başbaşa kalmak istersiniz. Sadece bu imaj bile, Cemil Meriç’in kitaplarla olan ilişkisini göstermeye yeterlidir. Bu yüzden yazılarında bence en dikkat çekici taraf, okuyucusunu sürekli düşünmeye sevk etmesidir. Dolaylı sözlerin değil de direkt gerçeklerin dile getirilmesini mesele edinmiş, çağın tiz perdeden sesi, soluğudur Meriç. Ne zaman ismini duysam, aklıma şu sözleri gelir; “Kıtaları atlas gibi kesip biçerdik, bir biz vardık dünyada, birde küffar...”
Cemil Meriç, bu topraklarla birlikte olmanın yolunu seçmiş, ideolojik kutuplaşmaların düşmanlık barındıran karmaşasından tefekkür kulesine sığınarak düşünce üretmiş ender mütefekkirlerimizden biri. Sağ-sol, sosyalist-İslamcı, laik-yobaz kavgaları ile oluk oluk kan akarken ülkemizde, Meriç, hakikati arama tutkusundan vazgeçmemiş, hakikati tanıma; kendini bilme sürecinde çabalayarak kendisini bu yola adamış, düşünce dünyamıza yepyeni ufuklar kazandırmıştır. “Cemil Meriç kimden yanaydı?” tarzında, Meriç’i herhangi bir akımla kendisine yakınlaştırmaya çabalayan bir soru, şüphesiz Cemil Meriç’e yapılan en büyük haksızlık olur. Çünkü Cemil Meriç hakikatin tarafındaydı, okumanın; öğrenmenin; bilmenin ve bilmenin getirdiği sorumluluğun...
Aydın olmak, yaşadığı toprakların, üzerinde bulunduğu medeniyetin vicdanı olmayı gerektiriyor. Cemil Meriç vicdan sahibi biriydi. Aydın kavramını şöyle ifade ediyor Meriç: “Aydın olmak için önce insan olmak lâzım. İnsan mukaddesi olandır. İnsan hırlaşmaz, konuşur; maruz kalmaz, seçer. Aydın, kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi. Aydını yapan: ‘uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat, hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessüs.”
Her aydından beklenebilecek bu sorumluluk, ne yazık ki bütün aydınların harcı değildir. Çünkü bu sorumluluğu üstlenmenin olmazsa olmaz bazı şartları vardır: Geniş bir düşünce ufku, ait olduğu ülkenin kültür köklerine pazarlıksız bağlılık, yaratıcı bir zekâ, gelişmiş bir maşeri vicdan duygusu ve bitimsiz bir fedakârlık... Bu yüzden Batı’dan gelen her akıma önyargılıdır Meriç. Kitaplarında kendi küllerimizden yeniden dirileceğimizin umudu vardır: “İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşe’lerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı. Gerici, ilerici... Düşünce hürriyeti bu mülevves kelimelerin esaretinden kurtulmakla başlar, düşünce hürriyeti ve düşünce namusu.”
Gençliğin harap oluşuna, izmler ve kutuplaşmalar yüzünden bir hiç uğruna canlarını ortaya koymasına, birbirleriyle bilinçsizce kavga edişine, birbirleriyle anlaşamamasına çok üzülür Meriç: “İmansız ve idealsiz nesiller türettik. Pusuda bekleyen yabancı ideolojiler setleri yıkılan ırmaklar gibi yayıldılar ülkeye. Bu ülkenin bütün ırklarını, tek ırk, tek kalp tek insan hâline getiren İslâmiyet olmuş.”
Cemil Meriç, ülkesinin geçmişini, hâlini ve geleceğini sırtlanan bir aydındır. İdeolojik kabuklaşmaların gittikçe katılaştığı bir dönemde, kendi medeniyetinden habersiz yaşayıp Batı’ya tutkun olan kalabalıklara karşı Cemil Meriç şöyle haykırıyordu: “Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye çalışan zavallılar… Karanlığa o kadar alışmışsınız ki yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi…”
Cemil Meriç’in cümleleri oldukça kısa ve yoğundur. ”Bu Ülke” kitabında yazdığı “ideolojiler idraklerimize giydirilmiş deli gömlekleridir” cümlesi da bunu kanıtlayan güzel bir örnektir. Hayatının farklı dönemlerinde, farklı düşünceleri benimsemiş yazarın etkilendiği fikirler kitapları okundugunda açıkca hissedilmektedir. Bu yüzden Cemil Meriç okundukça anlaşılan; anlaşıldıkça insanı hayrete düşüren ve harekete geçiren bir aktivisttir aynı zamanda. Bu yönüyle Meriç, kitaplarında okurunu sürekli bir ilim tahsil edeceği mabede sürüklüyor gibidir. Meriç, mabedin yapım aşamasındayken mabedin işçisi, yapım aşaması tamamlanıp düşünce üretmeye başlandığında mabedin bekçisi, darbe alıp yıkılma aşamasına gelindiği ya da düşünemeyenler tarafından okların atılmaya başlandığında ise mabedin savaşçısıdır. Meriç’e göre gerçek bir entelektüel ideolojik düşünce kalıbına girmeden, ülkesinin birlik ve beraberlik içerisinde olma çabasında bulunandı. Bu çaba içerisinde bulunan münevvere ise şu tembihi yapıyordu: „Sözle yazıyla kazanılmayacak savaş yok… Kalem sahiplerine düşen ilk vazife; telaş etmemek, öfkelenmemek, kin kışkırtıcısı olmamak. Halkı okumaya, düşünmeye, sevmeye alıştırmak. Bir kılıcın kazandığı zaferleri başka bir kılıç yok edebilir. Kalemle yapılan fetihler, tarihe mal olur, tarihe, yani ebediyete…“
Politikanın kurtarıcılığına inanmıyor, varlığını politikaya adamış, sağ-sol kavgalarıyla zamanını geçirenlere ilmi, irfanı ve hikmeti gösteriyordu: “Önümde birçok yollar var. Politika bunlardan biri. Belki en aldatıcısı olduğu için en cazibi. Mutlakın ve sonsuzun rüyası. Mukaddes bir abes. Bana sorarsan kütüphanene dön, yani kitap ol, aydınlan ve aydınlat. Neden İşçi Partisi’ne girmiyorsun? Girmem, çünkü benim yerim kütüphane. Ben ışık arayan, aydınlanmak ve aydınlatmak isteyen bir insanım. Politikanın kurtarıcılığına inanmıyorum.”
Hayatı boyunca hakikati arama tutkusunun peşinden koşan, Batı’yı ve Doğu’yu aynı anda, aynı zeminde kucaklayabilen tefekkür dünyasının büyük mimarı Cemil Meriç, ulvî tecessüsü ile düşünce üretiyor, mütercimlik yapıyor, adeta kitaplardan oluşturduğu dünyasında bir seyyah misali geziyordu: “Yaşamak için kendime bir dünya inşa etmek zorundayım. Anlıyorum ki zalim ve kıyıcı bir gerçekten kurtulmanın tek çaresi reel dünyadan kitapların dünyasına sığınmak.” O kadar çok okuyordu ki gözleri 6 numara miyop olduğunda durumundan bir hayli muzdarip olmuştu: “Şikâyet edeceğim kimse yok. Mektep bahçesinde çocuklar oynuyor, ben yine yalnızım ve yabancıyım, yabancı yani düşman. Dilim başka ve gözlüklerim var, kendimden utanıyorum.”
Dil, tarih, edebiyat, kültür, sosyoloji vs. gibi konularda pek çok yazısı bulunan bir düşünce adamıdır Meriç. Doğu ile Batı’yı en doğru mukayese etmiş körü körüne batıya bağlanmanın sadece Batı tarzı sistemle ülkenin gelişmesinin mümkün olamayacağını bu gelişimin Doğu - Batı senteziyle özden kopmadan mümkün olabileceğini hayatı boyunca savunmuştur.
Cemil Meriç’i çağdaşı olan Kemal Tahir, Peyami Safa ve Ahmet Hamdi Tanpınar ile birlikte okumayı özellikle tavsiye ederim. Çünkü Meriç’i diğer fikir adamlarından ayıran en önemli farklardan biri de üslubudur, Türk münevverlerinin sağ-sol diye ikiye bölündüğü süreçte arafta kalmış; hakikat aracılığından vazgeçmemiştir. Cumhuriyet kuşağı münevverlerini besleyen geniş bir damar olmuş, Edward Said’den yıllar önce oryantalizmle ilgili çarpıcı tespitler yapmıştır. Oryantalizmi “kapitalizmin keşif kolu” olarak betimlemiştir. 50 yaşına kadar Avrupa felsefesi ve kültürü alanında okumalar yapsa da; ellisinden sonra yönünü Doğu’ya dönmüş ve Hint tarihi ve edebiyatı üzerine çalışmıştır. Medeniyet ve kültür kavramları yerine İbn-i Haldun’un fikirlerinden beslendiği “umran ve irfan” kavramlarını tartışmaya açmıştır. Son döneminde derin bir Osmanlı hayranlığı ile yaşamıştır. Kısacası Meriç, fikir dünyamızdaki yaşlı bir çınardır, tüm kitapları ve makaleleri satır satır okunasıdır.
Meriç’in en sevdiğim ve beni derinden etkileyen sözüyle bitirmek istiyorum: “İnsanlar sevilmek için yaratıldılar. Eşyalar ise kullanılmak için. Dünyadaki kaosun nedeni; eşyaların sevilmesi ve insanların kullanılmasıdır.”
GENÇ'ın Yazısı.