Postmodern Menkıbeler
Neymiş? Bir söze talip olacakmışım ve eski zaman menkıbelerindeki gibi o sözle hayatım değişecekmiş.
Öğüt
-”Bana bir öğüt ver” dedim.
- ”Kabul etmezsin” dedi.
- ”Kabul edebilirim” dedim.
- ”Kabul etmezsin” diye tekrarladı.
- ”Belki kabul ederim, nereden biliyorsun?” dedim.
- ”Bilirim, kabul etmezsin” dedi.
- ”Kabul etmem muhtemeldir” dedim. Bunun üzerine:
- ”Öyleyse gece olunca bütün kitaplarını, yazdıklarını ve diğerlerinin yazdıklarını git Boğaz’a at” dedi.
- ”Düşüneyim” diye cevap verdim ve ayrıldım.
Kitapları atmak kolay değil. Adama deli derler. Hem evdekilere ne diyeceğim? Koli ayarlamak, onları doldurmak, taşımak, bayağı iş… Hem dijital olanların yanında bu hard-copy’ler ne ki? Evet, evet en iyisi mi sanal âlemdekilerden kurtulayım ben, diğerleri klasın şimdilik.
Önümde diz üstü bilgisayarım, ekranımda Google Drive, cebimde USB bellek… Bu üç ayrı yerde muhafaza olunan bitmiş yazılar, taslaklar, mutlaka okunacaklar, resimler, müzikler…
İskenderiye Kütüphanesi bile şu hard diskimdeki PDF’lerin yanında ilçe çocuk kütüphanesi gibi kalır. O kadar malzeme, göz nuruyla indirilmiş dosyalar, itina ile tasnif edilmiş klasörler… Hem bunları atsam şimdi, iş yerindeki bilgisayarda da var bir şeyler, onları ne yaparım ki? Acaba dersi alıp çaktırmadan devam mı etsem? Ders muhtemelen şu: Kaybolmasın diye çoğalttıklarımız arasında kaybolmuşuz. Cık, ders bundan ibaret olamaz. Feda etmem gerekiyor. Ya da yıkmam… Putum çünkü bunlar benim… Putumu parçalamam gerekiyor.
Yapamadım. Terk edemedim. Aşamadım. Bunu itiraf ile kendimi suçlasaydım yine bir nebze hissem olurdu, onu da yapamadım. Bir şey yaptım ama: Onu suçladım. Neden böyle bir şey istedi? Kafayı mı yemişti? ”Ben kafayı yedim” dedim sonra kendi kendime. Hiç böyle birisi ile yüz göz olunur mu? Gidip eski zamanlardaki gibi bir söz söylensin ve hayat artık o sözün etrafında geçsin. Hiç böyle bir şey mümkün mü? Velev ki öyle bir sözü bulsak bile ancak 24 saatlik tedavül ömrü olan bir twit olur. Nerede bir ömrü dokuyacak söz, nerede o sözü kaynatacak yürek ve nerede o sözü arayan talip?
Güya o sözü kaynatacak yürek oydu. Kendimi suçladım habire. Birisi ile böyle bir ilişki düzeyi tutturmak hiç modern zamanların aklının ereceği bir şey miydi? Kimdi ki o? Neden bana böyle bir şey söyleyebiliyordu? Hem onun kıymeti de benim ona verdiğim kıymetten fazla bir şey değildi ki? Çok büyütmüşüm gözümde, çok. Herkes haddini bilsin.
Güya ona talip olan da bendim. Evet, suç bende, hiç ona tan etmeye gerek yok. Nasıl da gidip böyle bir şey sorabildim? Ne bu öğüt sevdası? Kendime özel formül mü arıyorum? Bu da aslında nefsin tuzağı, değil mi? Kendimle o kadar dolmuşum ve bu beni o denli hayatın dışına atmış ki… Neymiş? Bir söze talip olacakmışım ve eski zaman menkıbelerindeki gibi o sözle hayatım değişecekmiş. Bakar mısınız şu naifliğe? Şimdilerde bunun için ancak milyonlar satan ve milyarlar kazandıran bir kitap lazım yahu. Bir söz duydum, hayatım değişti out, bir kitap okudum hayatım değişti in. Ama kitap best-seller olacak, ona göre. Ne bu sınırlara merak bendeki? Ortada kalsam, herkes gibi olsam ya… Herkese uyana uysam ve herkesin uyduğundan tatmin olsam… İlla menkıbe kahramanı olmam mı gerekiyor?
Ertesi gün yine gittim.
- ”Gönlüm razı olmadı” dedim.
- ”Demiştim” dedi.
- ”Bana bir öğüt daha verir misin?” dedim.
- ”Onu da kabul etmezsin” dedi.
- ”Kabul ederim” dedim. Güldü.
- ”Git bunu yaz” dedi. ”Ne olduğunu kayda geçir, sen busun işte.”
Beni tersinden bir menkıbe kahramanı yapacak bu öğüde de yapamam diyemedim. Çünkü bu, öncekinden daha zor gözüktü gözüme. Aman, kalsın yahu. Belki bir köşem olsa yapardım. Günü kurtarmış olurdum, hem de telif alırdım. Öğüdün hayat değiştirenini değil, telif getirenini severim ben. Dur bunu twit atayım, güzel oldu.
Mehmet Köprülü'ın Yazısı.